Sadakatin mecnun…
Gözlerin Lamia…
An olur içim çeker seni
Evrende bir yerlerdesin
Yada bilmediğim bir evrende …
Sadakatin naçar
İçimde bir yer acıyor...
Çay bardağı kırığı kadar keskin yokluğun...
Uykuda boşa adım atmak
İlk asker gecem gibi
Biraz ürkek biraz korkak...
Yanlızım
Kelebeğin gece tınısı
Çınlıyor kulağımda...
Pervaneyim gölgene
Uzun ince yoluş bizimkisi
Sona doğru daralan
Kara gecenın kor alevı derdım
Ne şerbet ne zehir
İcimde bi ates var
Ademe,ateşe daır
Yusuf'um zindan çiçeğim...
Al beni yanına yoksa ben gıdecegım
Hazan mevsimini bilirmisin
Gri kokan kentin ışıklarında,
Pusu korkusu olmadan
Ellerinde kına kokusu
Pavyon ışıkları gözlerini almadan
Yüreğime yürüyebilirmisin?
canına yandığım gidiyorum bu gece
paltomun sigara yanığı yakasında kalmış kokun
ne çok içmişim seni
her nefeste ciğerime doldurmuşum.
nereye olduğunu bilmeden gidiyorum
Yalımıyla yandı
Od’un sardı içimi
Korkuyorum yalnızlığından
Yedikule’nin dehlizlerinden
Korktuğum gibi…
Göç mevsimi başlamış olmalı
Kanım, al renkli…
Pıhtı olmamak için gözyaşlarında…
Direniyorum…
Bıçak kesiği, damarlarında hayatın…
Üzgünüm ölesiye…
Kuruyan her bir yaprak tanesi,
Kırmızı ejder ve sen...
Düşlerinden kalmış yarım bir elma İstanbul
Yesem korkarım uyuya kalırım ey oğul
Yemesem aç kalırım yokluğunda...
Kırmız ejder ve sen
Tahta kılıç şakırtıların gelir Tuna boyundan......
Tütün sarıyor Yusuf ağa…
Parmakları yaz sıcağı kadar sarı.
Ajanstan postal sesleri yankılanıyor kerpiç dama.
Sevmez postal seslerini, dört koca yıl sürmüştür
Harçlıksız geçen askerliği
Ne Mahiri bilir ne Yusuf’u nede Denizi...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!