28 Temmuz 1991' de İzmir'in Konak ilçesinde doğmuştur. Üniversite öğrencisidir. Birkaç internet sitesinde,başta siyasi ve sosyal konular olmak üzere, yazıları yayınlanır. Dar kalıplardan ve sınırlardan nefret eder. Evsiz ve hiç çocuk babasıdır...
Semtinin tek sağlık ocağına gideceksin
Virane olan, hani kırık dökük duvarları
Sonra doktora yetiştirmeye çalışacaklar seni
Doktor, olanlara çare bulacak seni, iyileştirecek
Uzun reçeteni yazıp, seni evine gönderecek...
Bugün yazımı biraz geciktirdiğim için herkesten özür diliyorum. Bugün, dersaneden çıkarken, eve gelmeye ayaklarım varmadı. Çünkü; dershanemizin sağında solunda uzanan geniş, uzun yolda yol boyunca kitap evleri uzanıyordu. Büyük bir tanesine girdim. Cebimdeki elli ytl para vardı. Kimilerinde (özellikle kadınlarda olur bu) alışveriş hastalığı vardır. Sürekli üstlerine, yada evlerine ihtiyacı olsun-olmasın birşeyler alma gereksinimi duyarlar. İşte benim de kitap hastalığım böyle. İhtiyacım olsun yada olmasın kendimi kitapların içinde bulduğum zaman bir nevi cennete gibi hissederim kendimi. Kitabevi'ne gidince de kendimi böyle hissettim işte. Kitaplar: Çeviri, Dünya Edebiyatı, Türk Edebiyatı, Yeni Çıkanlar, Çok Satanlar, Araştırmalar, Biyografi/Otobiyografiler, Anılar, Gezi Yazıları, Şiir kitapları, Denemeler, Düşünce Yazıları, Eleştiriler, Edebi dergiler... Her biri ayrı bir bölüme ayrılmıştı. Rafların göğsünden, derin bir kitap kokusu yayılıyordu. Ruhumun en derinlerinde her bir kitaptaki oayı yaşamış gibi oldum. Bir an kendimi 'sonsuz' hayal gibi hissettim.
Kitap raflarının ve bölümlerinin arasında gezerken; çok hafif bir müzik sesi geliyordu kulaklarıma. Çok hoş bir sesti. Kitabevinin sahibi, güzel bir klasik müziği kısık bir sesle açmıştı. Gerçekten de ortama çok uyuyordu. Bence harika bir fikir...
Hayat ve hayal kokulu rafların arasında dolaşırken ileride (çok büyüktü bulunduğum kitabevi) 'okuma odası' diye bir oda gördüm. Odanın içinde birkaç kişi sessizce ellerindeki kitaplarını okuyor ve başka dünyalara gidiyorlardı. Ne onları bir rahatsız eden oluyor; ne de onlar konsantrasyon sorunları çekiyorlardı. Gerçekten çok güzel bir uygulama. Bence her yerde olmalı tabii olabilmesi için kitabevlerinin de ülkemizin her yerinde olması gerek.
Bu bir gidiştir bilir misin gitmeleri…
Ardından ağlayan bir çift göze aldırmadan…
Gerinde bıraktığın şehre, gözyaşı akıtmak isteyip de…
Anasına, bacasına bağıra bağıra sövememek!
Ilık bir ilkbahar sabahı düşlüyorum
Buz rengi gözlerin dağılıyor gözlerimde
Şişe dibi İstanbul yağmurları
Koca Orhan güvercinleri...
Gözleri kapalı, dinliyor…
Çok unutkan bir insanımdır. Sürekli bir yerlerde bir şeyler unuturum. Mesela örneğin okulda birçok kereler ceketimi unutmuş, unuttuğum ceketi ertesi gün bıraktığı yerde aramış ve yerinde bulamamışımıdır Böyle durumlarda, kendime kızar ve salaklığıma çok içerlenirim.
Bu “unutma” olayları tahmin edebileceğiniz gibi en fazla okulda oldu. Mesela bir kalemi unutsanız ya da kaybetseniz biraz içerlenir ve boş ver deyip geçersiniz. Fakat ceket unutmak, montu askıda ya da sıranın alt bölmesinde bırakmak, ya da yağmurlu bir günde gelirken getirdiğiniz şemsiyenizi sıranın alt bölmesinde unutmak… Böylesine sizin için değerli ve önemli olan şeyleri unutmak gerçekten çok moral bozucu oluyor. Hele bir de, evde annenizden, babanızdan ve hatta kardeşinizden yiyeceğiniz azarlar ve dolayısıyla bunun sonucunda “salak” takıştırmaları; ne zaman bitecek senin bu dalgın halin? Aşık mısın sen oğlum/ kızım? Soruları insanı viran bir yıkıntı haline getiriyor. Neyse ben anlatmak istediğim asıl olaya döneyim. Siz de yazıyı okuduktan sonra ne kadar dalgın ve unutkan olduğumu anlayacaksınız.
Güzel bir Çarşamba günüydü.Arada bir hafif rüzgarın esmesine karşılık güneş tam tepedeydi.Güzel bir Mart günüydü. Güzel bir İzmir günüydü…
Sabah saat altı buçukta çalar saatimiz çaldı. Kardeşim okula erken gittiğinden dolayı benden önce kalktı. Onun benden önce kalktı dememe bakmayın Asıl söylemek istediğim benden önce kalkmalıydı gereken buydu. Fakat saat çalınca (onun uykusu derin olduğundan) ben uyanır, kardeşimi ben uyandırırdım.
“ Melike kalk saat çalıyor. Annemi uyandır hadi kalk ağabeycim.”
Birkaç homurdanmanın ardından kız kardeşim yatağından doğruluyor. Uzun, siyah saçlarını tombul ufak elleriyle geriye doğru atıyor. Her ne kadar elleriyle saçını geriye doğru atsa da, başını da sallamaktan geri kalmıyor. Ben, uyumaya çalışıyorum fakat uyanığım…
Neden arıyordu gözlerim seni?
İstiyordu tenim tenini
Sen gidince anladım değerini
Bu gece de bak yine sensiz geçti!
Bir sihirbazdı…
Boş kutuya, elini attı
Ama bu defa güvercin uçuramazdı…
Bu defa elini daldırdığı…
Kendi şapkasıydı…
29 Ekim 2009...
Günlerden perşembe...
Uzunca bir süredir yazı masamın başında oturuyorum.
Önümde, boylu boyunca uzanan gazeteler, kesip sakladığım köşe yazıları ve bir Alev Coşkun makalesi...
Sen, imkânsızlığını bildiğim halde,
Keş kelerle yandığım
Gülüşlerinde hapsolduğum
Ağlayışlarında düştüğüm…
Biraz… Her zaman biraz daha bakmayı istediğim yüzüne
Yetinemediğim…
Gece...
Bir yıldız yağmuru
Limanına sığınıyorum
Sana çeviriyorum rotamı
Tayfam yok
Kaybettim radarımı
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!