Yeryüzünü kana bulayan yılan,
Musa’n, seni lanetliyor Yahudi.
Zerre kadar vicdan sahibi olan
İnsan, seni lanetliyor Yahudi.
Kitaplara türlü yalan kattınız,
Ne bir şişmanlık belası,
Ne de bir kemik torbası,
İkisinin de ortası,
Kiloda dursak olmaz mı?
Yemekleri elemeli,
Ellerini çenene dayayıp ta bir düşün,
Nerden geldin acaba, nereyedir dönüşün?
Sen niçin yaratıldın, dünyada nedir işin?
Yanlış gidilen yoldan artık kurtulmalıdır,
Bir ilim yuvasına koşup başvurmalıdır.
Dokuz ayda biz dünyaya gelmişiz,
Başka insanlardan ne farkımız var?
Bebekken, sevimli ve güzelmişiz,
Başka insanlardan ne farkımız var?
Sıralarda birlikte oturmuşuz,
HARAM OLSUN
Haram olsun, beslediğim sevgiler,
Haram olsun, şayet bana dönmezsen.
Haram olsun, gösterdiğim saygılar,
Haram olsun, şayet bana dönmezsen.
Dün gece aklıma takıldın yine,
Silkinip, adını andım güzelim.
Gözyaşı karışmış bade içine,
Yutkunup, lokmamı bandım güzelim.
Çaldığı kapıya gönül veren var,
GİDEYİM
Seviyordum seni, mecnun misali,
Meğer aldanmışım, kalkıp gideyim.
Ceplerimde taşıdığım hayali,
Geriye iade edip gideyim.
Bir gün Nasrettin hoca çarıklarını giyer,
Hanımı seslenerek; “nereye ey Hoca” der.
“Şu köye gitmek için eşeğime binerim”
“iki-üç saat sonra eve geri dönerim.”
Güneş başka doğar İstanbul’umda,
Tozpembe renklerle sisli İstanbul,
Dikenler var sana gelen yolumda,
Minareler ile süslü İstanbul.
İstanbul, kaderde ayrılık varmış,
Sisli gözler dalar bazen derine,
Memleketim hayalimde sislenir,
Sis dağılır, pembe gelir yerine,
Bin bir renkle İstanbul’um süslenir.
Bu âlemde adım, adım yürürüm,
Sevgili abiciğim, bu şiirini okuyunca gençlik yıllarımı hatırladım. Bu şiir sayesinde mahalledeki esnaflardan ve pazarcılardan iyi yardım almıştık... :) Ne güzel günlerdii o günler...