vazosundan düşmüş çiçek
uzağına serili bir yığın palmiye yaprağı
delice çağırır onu kendi duvağına
en tepede güneş
Basilikos soksun seni, lanetlendi gözkapakların
sunağın son yudumunu sunduğu an
sesindeki buğuya hayrandım
buğday tenin vardı, adamı mıhlar
bir de bakışındaki edaya
biraz eğlendin önce
çiğliklerinden söz edip
şu feleğin çemberinde
bilge meleğin dünyama doğdu
rengi biraz daha solgunken kederin
içerisine kıvrıldığımız şu minicik evrene
doğdu meleğim bilgece, sessizce, bir gece
gökler söküldü, gönlüm buruldu, ay doğruldu
çarmıhıma çiviler çaktılar, ama ne gam, bugün
ağlama duvarı sanmıştım kucağını
kutsadım kendi kendimi bitirdim ayini
üç tapınak çıktı karşıma birden bana
siyahlarının en derin yerini işaret ettiler
nurları dağıldı derken üstümü tütsüleyip gittiler
duvarlara yaslandım ağlayarak sürur için yalvardım
zaman aşımına uğradı
dimağımın kara incileri
ne kadar anlatsam boş
bildiğini okuyacak belli
kentin taşkın nehirleri
daraldıkça içime akar
zamansızlık yüzünden
bitmişti de başlamadan
daha beterdi ölümden
gitti o hiç anlamadan...
ankaa, yâr-ı gâr veya çöl cini
konak yeri, yoksullar yurdu
yollarımı aydınlat güneşşemsim benim
incecik puşu giymiş hercâyiyim
zünnarım koptu / azâd edildim
bir yürümesini bilirim
hayat, rüya içinde rüyaydı ya...
sormam hiç, kimsin ve nesin
bu denge bozan varlığında
dışımdasın ve içimdesin
sustuğumda, duymadığımda
kulağımdan çıkmaz sesin
şakaklarıma saplı hür hançer yaraları her dem
milâdını çiziyor üşüten ağlama nöbetlerinin
nasılsa uzun bir imge gibi karamsar yanaklarında suskun
gezinen öpüşlerime dur diyen dervişlerin inadı
ısmarladıkları sağılan, damıtılan yedek yüreklerinin kini
ihtimali bile lanet getiren felaket şarkıları
Patikasından giderim yaşamın,
Bir zaman kıyısı yerim belirsiz
Kıyamaz bana Tanrım atmaz
Derin yalnızlıklara, makarna
Yemekten hiç çekinmesem
De bir sonu vardır iştahın
Bu denli büyük bir şahsiyetin forum sayfasında hiçbir mesajın bulunmaması, bence utanç verici. Bunu aynı zamanda san'at camiamıza da bir hakaret kabul ediyor, tel'in eyliyorum...