Nerden geldi, kondu dalıma,
Bu sensizlik?
Ey aşk, yüzün mavi görünüyor.
Kaçırdım ipini uçurtmanın.
Asılır bulutlara kalır mı yeniden?
Takılır mı rüzgârına sarı saçlarının?
Uçsuz bucaksız tarlalarda,
Âdeme uzanan zamanlardan,
Ekin, hasat ve harman,
Başak renkli sayfalardan,
Yola düşmüş bir çiçek.
Kaç fikir dolaşır soylu alınlarda,
Sevgilim, ak ellerin,
Gök gözlerin var.
Gül soluklum, öyle bir havan var.
Şakıyan kuş oluyor sokaklar.
O adımların var sonra.
Durakların, adım başların.
Hüsn-ü ezelden cihana,
Yürür gelir bir sevda.
Girer bütün kalplere,
Yegâne ışık olur,
Kurtuluş risâleti.
Yere düşer bakışların,
İlk yaz çiçekleri gibi.
Ben hangi renkten yakalayacağımı bilemem.
Serin düş öykülerinin,
Titreyen semalarında, kanat çırpar bir yürek.
Aldanırım alacasına zamanın,
Bu dağ var ya kardeşlerim, ben bilirim;
Canlıdır, gece gündüz kımıldar.
Başında her daim bir serin rüzgâr,
Bir fırtına,
Bir kızılca kıyamet…
Eteklerini köy halkı çekiştirir durur,
Sevinç yüzüyordu denizlerinde,
Keder soluyor sevda, açıyordu başaklarında güneş.
Bir kuş, bir kelebek, bir gelincik oluyordum koynunda, toprağının.
Geçtim seninle, delikanlı baharlardan.
Gürül gürül aktığımız kayalardan kazınmış,
Matem ve sitem kazınmış bir hazan simdi...
Boşluğa bakar gibi bakmıştım gözlerine…
Kayboldu tüm insanlar,Mecnun’u haklı gördüm.
Bir sarıldım maddeye, gerçekçi olacaktım.
Yok ettin tüm ecramı, efsunu haklı gördüm.
Bir hüzün kıpırtısı duyumsuyorum.
Kenarlarda kalmış yaşama sevinci.
Eller alıyorum,
Yüzler sürüyorum.
Çiçeklerinde dolaştığım bahar rüzgârları...
Titreyen yanlarıyla öfkenin,
Soluk bir yanı var, sonbaharda gökyüzünün.
Çiçeklerin hangisine dokunsan,
Çürük bir terk edilmişlikle,
İç geçirir zamana, gömülü hasretlerden.
Dört mevsime direnen, mavi gözlü, ergen denizler.
Güneş gördükçe açılan atlas,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!