Aşk demişler işte
Suçlusu yok
Sorgusu çok!
Yanardağın ağzında
Balon gibi patladı patlayacak acısı, nidayla
Ne bırakır aç nede tok...
Aşkın mabedi Taj Mahal
Bahçesinde güller diri
Işık saçar renk renk al al
Resital sunarmış gibi
Venüs’ün inadı sanki
Neler değişmiyor ki
İstesek de istemesek de
Yaş olmuş ha yirmi ha elli
Neler ölüyor dilemesek de
Aşkın sanki bir mucize
Aşk olmazsa bir gülde
Yas tutar her bülbülde
Bulut yağdırmaz yağmur
Kıvama gelmez hamur
Emanettir her can bir gün göçer
Seven kalplerin sabrını ölçer
Aslında bu ayrılık,
Bize ölüm gelince geçer!
Ah şu emanetim var ya
Şimdi iyiyim... Yağmura karışmış gözyaşlarımın çiçekleri suladığı ve onu koklayan bir insan olarak yaşadığım inceliği paylaşmak istiyorum dostum seninle... Acının ve ızdırabın silindiği toprağın üzerinde sadece kalan ayak izlerimin sırlarıyla... Sanatçının çığlığı tırmalamaz kulakları... Sadece dalarsın resminin önüne geldiğinde deli diyebilecek kadar yüreklenen insanlara rağmen... Akarsın maviliğin yeri ve gökyüzünü döşediği, arasında sen olduğunu hissetiğim mutlulukla... Ya kusura bakma heyecanlandım birden, başka bir aleme gittim farkında olmadan...çaysız ve kahvesiz!
İzlerinin sürüklediği yollarda ismini arıyorum... Sonsuzluğa yenik düşmüş ama pes etmiyorum... Çiçeklerin arasında yürürken onların destekleri kulaklarıma geliyor, sanki seni yansıtır gibi ıtır kokuları alıyorum nefesimde… Cesaret alıyorum bu şahanelikten... kimbilir hangi savaşın içinde ama savaştan uzakta seyrediyorum seni, üzgünmüyüm asla... Sadece bana yaklaşmanı, ruh kapımı açmanı ve gözlerimin içinden terayağına bal sürmüşcesine ekmeğimde kaymanı istiyorum, sürtünmesiz!
Eğer gözlerinle buluşurda cahil bir cesaret yakalarsam, sana ne istersen anlatırım, cıvıl cıvılcasına, söz... Ama rüzgarla tozu toprağı yutarak koşan insan olmak her kişinin harcı değil... Öksürüğe meydan okumak, harbiden ölüme meydan okumak gibi bir şey.... tanımadığım kitlenin önüne geçipte ben önden gidiyorum ve şu çizgideyim diyebilmek, sabırlı olmak için galiba henüz erken... Olsun ya, böylede iyi seninle teke tek paylaşabilirim her şeyi... Eğer dostluğumu istersem çok şey mi isterim bilmiyorum! Hele o öksürüşün içinde birde heyecanla isminle hitap edebilmek ve yardımını istemek şimdilik zor gibi görünüyor... Sanırım o sihirin formülünü keşfetmem gerekiyor, sırları deşifre etmek demek yanardağın lavlarıyla yanmak gibi bir şey! Ha birde akarken yakılan doğallığın vicdanına dayanabilmek ne kadar zor olacak... olsun varsın demek ve isteyebilmek...
Dönünce arkandan vuransa o dost
Bakınca gördüğün içi boş posttur
Münafık gibidir yüzüne güler
Emanet ettiysen soldurur güller
Gülü sevdim solgunluk gördüm
Dostu övdüm dargınlık gördüm
Korku kavgam yılgınlık gördüm
Her insanda azgınlık gördüm
Kim emindi her nefesinden
Endülüs’ü görmek isterken, bilinmezlik vardı. Tarih kitaplarında kısa bir dipnot şeklinde geçiyor. Oysaki 800 yıllık büyük bir imparatorluk. Dört halife döneminden sonra, belki de Muaviye ile başlayan kötü izlerin silindiği büyük bir tarih. Abbasiler kanlı bir şekilde Emevileri tarih sahnesinden silmesinden sonra, buraya gelen son sultan ile başlayan büyük bir Müslüman medeniyeti kurulmuş. Sultan buraya gelirken yanında zeytin ve hurmada getirmiş. Bugün İspanya zeytin yetiştiriciliğinde dünyada birinci sırada yer alıyor. Bunu Endülüs Emevi devletine borçlu. Buraya gemilerle sahile ayak basarak, ispanya topraklarına ilk giren komutan Tarık bin Ziyad, arkasındaki gemileri yakmış ve demiş ki [b]“Önünüzde güçlü bir ordu, arkanızda ise deniz. Eğer bu güçlü ordudan kaçarsanız denizde boğulurusunuz. Öyleyse, düşmanla çarpışıp şerefinizle ölmeyi emrediyorum.” [/b]Diyerek hızlı bir şekilde İspanya’nın içlerine doğru ilerlemiş. İmanın ve inancın ne kadar faziletli bir ruh doğurduğunu bu sözlerde tefekkürle andım.
Kudüs’e yapılan harçlı seferlerin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra, Avrupa Hıristiyanları İspanya’ya yönelmişler. 12nci asırdan sonra peyderpey yapılan savaşlarda 1492 yılında buraya tamamen sahip olmayı başarmışlar. Kirli İsabel’e şehrin anahtarını verirken, şehrin sultanı ”içerdeki hiçbir camiyi kiliseye çevrilmemesi sözü almış” ama İspanyollar girer girmez sözlerini tutmamışlar ve her yeri kiliyse çevirmişler. Neden Allah’a inanan bu devlet, kaybetti ispanya’yı? Bu sorunun cevaplarını aradım gittiğimde. İnanmanın yetmediği, ibadetin yetersiz kaldığı, nifakın ekildiği, kardeşliğin unutulduğu ve bölük-pörçük olduktan sonra lokma lokma sindirildiği bir tarih seyrettim gittiğim yerlerde.
Kalabalık gittik. İki ayrı grup şeklideydik. İki farklı düşünce iklimi vardı. İki farklı İslam misyonu. Biz tefekkür ettik onlar turisttiler… Hiçbir araya gelmedik. Ayrı gezdik. Diğer grubun misyonun Endülüs’ün son yıllarını temsil eder gibiydi. Her şeyleri vardı ama imanları zayıflamış, ahlaki zafiyetleri büyümüş!
Bakınca aynaya sen yansıyorsun kalbime
Gözlerim kamaşıyor tenim ateş basıyor
Silikon vadisinden yansıyorsun kalbime
Süleyman’ın Belkıs’ı gibi aklım şaşıyor
Tepenin ardı olsa Kafdağı umursamam
Yıl sevgisizliğin alışkanlık haline gelmediği,
Ulusu,doğayı sevmenin suç sayılmadığı,insanların
Birbirlerini ötekileştirmediği yıl olsun
Yıl alın terinin değer gördüğü yıl olsun
Yeni yılımız ve gelecek yıllarımız AYDINLIK olsun….or/er
O Bir Seven O Bir Gönül Dostu
Bütün Dostlar Güzel Hatıralar Hatırlatsın
Beni Size Sizi Bana Ölürsek Bir Fatiha
Ölmez İsek Hepimiz Hepimize Ebedi Hatıra
SAFET KURAMAZ'ın şiirlerini zevkle takip ediyorum. İyi bir şiir birikimi olduğu kanısındayım. yeni şiirlerini ve çıkaracağı çıkarması gerektiğini düşündüğüm şiir kitabını merakla bekliyorum. KENDİSİNE BAŞARILAR DİLERİM