Bir sabah, rüzgarın fısıldadığı zaman diliminde,
yükselir bir nehir, kan kırmızısı gün ışığıyla,
büyülü bir ormanın derinliklerinden.
Her yaprak, kaybolmuş bir hayalin özlemi,
her su damlası, gözyaşlarının hüzünlü melodisi.
Kıvrılan yollar, geçmişe açılan kapılar gibi,
Karanlık bir odada kaybolmuş düşünceler,
Beynimde yankılanan bir savaş,
Her fikir bir hançer,
Derdin derinliklerinde çürüyen bir beden,
İçimdeki boşluk, bir uçurumun sesi,
Zincirlerim, ruhumu sıkan prangalar gibi,
Senin yerin burada değil,
Bu evdeki duvarlar,
Sana yabancı, seni sarmaz.
Ben de, yolları terk ettim,
Birer birer kaybolan izlere,
Ve kendimi zincirlerle sardım,
Dizlerime çökmüş dağlar var
yer yer taşın hafızası silinmiş,
bir çocukluk yorganı gibi delinmiş haritalar.
Gökyüzüne taş atmayı öğretti babam,
Bir zincir vurmuşlar akla, düşmüş kavgaya,
Gözler bağlı, yollar hep aynı tuzağa.
Kader mi derler buna, yoksa bir düzen mi?
Sorma dost, cevapsız kalır her nehir, her deniz gibi.
Elini uzatsan karanlık tutar seni,
Bir zamanlar geceden süzülen zülf-i yare değmişti kalbim,
Düşler derin kuyularda yankı bulan feryat gibiydi,
Her söz bükülmüş bir baharın koynunda uyuyordu,
Ve mehtap, kaybolan gölgeleriyle sevdaları süslerdi.
Dudaklarda bir ayaz, bir efsun dolanırdı;
Ben seni
Yandığı yerden sevdim,
Dili yasaklanmış bir ninniden,
Dudakları mühürlü bir anadan öğrendim sevmeyi...
Sen türküye ağlarken ben




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!