Bir tren sesi duydum sabahın kör vaktinde,
Raylara çarpan geçmişin yankısıydı sanki,
Kimse binmedi bu trene, kimse inmedi,
Ama ben hep oradaydım,
Sürgün edilmiş hayallerimle yolculuk ediyordum.
Bir yangın düşmüş gecenin en kör yerine,
Ellerimde yanık kokusu, tutuşmuş hayallerim.
Bu sürgün benim kaderim mi, yoksa bir ceza mı,
Göğsüme vurulmuş kilitler, çözülmez düğümler gibi.
Toprak kimsesiz, sessiz çığlıklarla dolu,
Gecenin kör bir cebinde çakmak taşı arar gibi
üşüyerek yürürken şehrin dar sokaklarını
dudaklarımda üç günlük bir isyan
ve kalbimde paslı bir barut kokusu
gördüm:
bir çocuk, gazete kâğıdından bayrak sallıyordu rüyasına
Tebeşir tozuyla örtülmüş ellerinde
Çizilir hayatın hatları, çizgilerle.
Her sabah aynı sıralar, aynı yüzler,
Ama yılların göğsüne saplanan bir suskunlukla,
Bakarsın gözlerime—bir şeyler anlatır sessizliğin.
Rüzgar değirmenlerine vurulmuş bir yürek,
Tepeler çağırır, ufukta sessiz bir serzeniş.
Kırık bir hayal, dökülen yapraklar gibi,
Her adımda biraz daha eksilir sevda.
Yorgun at, yokuşlarda titrerken,
Etekleri rüzgârla savrulan bir cümle gibiydi şehir,
Kaldırımların alnına yazılmış yarım yamalak hikâyeler.
Adam, gömleğinin yakasında unuttuğu bir baharı
Düğmelerine iliştirip çıktı sokaklara.
Çay bardaklarında demlenen hayaller,
Tütün tarlalarında yükselir buğulu sabah,
Sis, göğsümde bir nefes gibi dolarken,
Yavaşça uyanır doğa, gizemli bir düşte,
Çiğ damlaları, kıymetli bir mücevher gibi parlar.
Ağaçların gölgesinde saklı bir sessizlik,
Bu topraklar bana dar,
dağlar üstüme kapanır,
gökyüzü gözlerimden kaçar.
Bir zincir gibi dolanır boğazıma
hava, su, insan kokusu;
özgürlük nefes almaksa,
Kırların sessizliğinde bir çınar gibi,
köklendi yorgunluğum bu topraklara.
Gök, saçlarına bulutlar düşürmüş,
rüzgâr, eski türküleri anlatıyor bana.
Kalk, ey yoksulun kemikleriyle yoğrulmuş dağ!
Kalk da anlat bu suskun ovalara
Nasıl kızıldır bizim gözümüz,
Nasıl yırtıktır anamızın yeleği,
Nasıl dikiş dikiş ağıt örer bacımızın sesi!
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!