Aşkını göğsüme bir madalya gibi takıp
Gülüşünden kalan anılarla kentlere sığındım
Yıldızları gözlerinden düşen ay parçası sanıp
Geceyi baştanbaşa yalnız sana adadım
İşte kalp, işte hayâl, işte zaman, işte aşk
Kentli bir yorgunluk taşıyorum omuzlarımda
Sessiz ve derin… Kahırlı ve bedbin
Issızlığın o kemirgen zırhı rüyalarımda
Parça parça yıkılmış surları gibi şehrin
Dağların hıçkırığını sanki kim duyabilir?
Şehirli ve yapay uykuların dibinde
Saf ve çocuksu arzularımız olabilir
Hükmü var mı bilemem bankaların gözünde
Acıyla büyütürdün saçının her telini
Kentin çocukluğuna hıncahınç bir yürüyüş
Acının kapılarına zorlu bir omuz gerek
Dudaklar dudaklarda öylesine uyumuş
Avutamaz bilirim seni bu hoyrat yürek
Eller ki rüyalarımı sırma sırma dokumuş
Ölüm ki yalnızlığın kutlu kelimesidir.
Kahır dolu azap dolu o daracık çukurlar
Mezar boğar yüreği / çürüyüverir vücutlar
Şu kapkara toprağa / evet/ölüm denir.
Bir göl kenarında Türk yüzlü bir güzel
Suların o sonsuz uyumunu dinler
O mahmur gözleri bir kırmızı gül içer
Ufukları pırıl pırıl durulamış kutlu el...
Ey dilberitürkmenim, benim nazlı güzelim
Aklımda ve kalbimde ebedî bir sancı
Beni şehirlerin kavgasına vâris kıldı
Utandım mirasımdan tenime azap tıkıldı
Artık kasabalar teskin ediyor şehirleri ne acı
Gözlere, geceye, güzele ant olsun
Masada yarım kalmış kimsesiz kadehlere
Pupa yelken yürüyen yorgun gemilere
O dindar duaların efsununa ant olsun
Dudaklarından önce zaman eriyip gider
Hatıralar gibi derin o sevdalı gözlerin
Elsa'yı kıskandırır, Leyla'yı hüzne gömer
Yüzünü okşayan o mukaddes kederin
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!