Bir kimsenin egemenliğini tanımak anlamına gelen biat (bey’at) Arapça kökenli bir sözcük olup. Hz. Peygamberimiz zamanında karşılıklı sözleşme, ahitleşme anlamında kullanılırdı. Bu sözleşmeyi taraflar her hangi bir zorlama olmadan rızaya bağlı olarak kendi özgür iradeleriyle yapmış olduklarından ortaya çıkmış olan durumu bir tür seçim olarak da kabul etmek mümkün olur.
Osmanlı’da da tahta yeni çıkan padişahı tanımak anlamına gelirdi biat. Burada anahtar sözcük tanımaktır. Tanımış olmak, tanınanı meşru hale getirmek demektir. Tanımamış olmaksa muhaliflikle eş değerdedir.
İslam tarihinde devlet başkanının tayin ve tespit yollarından biridir, biat usulü. Bir bakıma günümüz seçim sistemini karşılar. Tarihi uygulaması bakımından biat seçme ehliyetine sahip kişilerin, seçilme ehliyetine sahip kişiyi seçip onu onaylamaları şeklinde yapılırdı.
Hayat insanı zaman zaman bazı seçimler yapmaya zorlar. İşte bu anlarda kişinin yapacağı bu seçimler onu hayat karşısında güçlü de yapabilir, güçsüz de. Çünkü verilmiş olunan her karar bir sonraki karara zemin hazırlar. Bu durum belirleyici yönüyle ister istemez kişinin hayatına direk olarak müdahale eder.
Her insan kararlarında isabetli olmak ister. Ama bunun için de bazı şartların yerine getirilmesi gereklidir.
Bunlardan biri, yol ayrımına gelindiğinde ve bir karar vermek gerektiği zamanlarda acele ile hareket etmemek oluyor.
Siyasetin çetin bir çatışma içinde olduğu açık bir geçek. Peki, bu çatışmanın tarafları kimler?
Bir tarafta cumhuriyetin ilk günlerinde iktidarı ele geçirmiş olan dış destekli Komprador Burjuvazi, öteki tarafta iktidardan pay almak isteyen ve hatta mümkünse ele geçirmek isteyen Milli burjuvazi...
Bunlar perdenin ardında olanlar. Perdenin önündekileri ise söylemeye gerek bile yok.
Siyasal ya da toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükümetin, bir partinin, bir toplumsal sınıfın davranışlarına yön veren politik, hukuksal, felsefi, düşünceler bütünü demek olan ideoloji, tanımından da anlaşılacağı gibi bir dünya görüşünün öğretisini ortaya koymuş olduğu için tabiatı gereği temsil ettiği şeyin tarafıdır.
Bu yönleri itibariyle, ideolojiler objektif olmaktan uzaktırlar ve esnek bir yapıya sahip olamadıkları için kendilerini deyim yerindeyse genellikle otoriter bir fanus içine hapsetmişlerdir.
Her hangi bir işte ya da sözde sınırları aşmak anlamına gelen ‘ifrat,’ ahlâki bir kavram olarak da yeteneklerin işleyişinde, gösterilmesinde makul olanın dışına çıkan bir sapma olarak tanımlanır.
İfratın karşıtı ‘tefrittir.’ İfrat söz ve davranışlarda haddi aşmak olarak tanımlandığına göre, tefrit de gevşek ve ihmalkâr davranmak, çabuklukta geç kalmak anlamına gelir.
Bu iki kavramın ifade etmiş olduğu şeyi davranışlarında taşıyan bir insandan olumlu işler içinde olmasını beklemek bekleyeni ister istemez hayal kırıklığına uğratır.
sen ve ben yine varız
ama şimdi ayrıyız
sen başkalarının kollarındasın
bense yalnız
geceler buruk
Sonbahar, hüznün simgesi...
Ne kadar genç olursa olsun, sonbahar bir sona varıyor olmanın öyküsünü anlatır, bir bakıma insana.
Onun nereden gelip nereye gittiğinin hüzünlü öyküsünü.
İnsanoğlu uzun bir yürüyüş içindedir ve çeşitli menzilleri geçerek çok önceden belirlenmiş olan bir hedefe doğru durmaksızın ilerler.
Hedefi nedir? Nereye doğru gitmektedir? Varacağı hedef ne kadar gerçektir? Kazancı ne olacaktır?
Buna karşılık kaybedeceği nedir? Kayıplarını kazançlarından çıkardığında elinde kalanlar o son noktada kendisine nasıl bir fayda sağlayacaktır, sağlayacak mıdır?
Hayatım boyunca hiç fakir hissetmedim kendimi. Gerçi hiçbir zaman yeterince paraya, mala, mülke sahip olmadım ama bunu da kendime hiç dert edinmedim.
Parasızlık geçici bir durumdur. Rabbimiz dilerse bu durumu ortadan kaldırabilir. Veren Allah’tır, dilediğine verir. Onun tasarrufunda olan bir şey için kendimi niçin üzeyim?
Fakir olmak çok başka bir şeydir. Karun kadar zengin olsa da insan, ne yazar, Rabbinin rızasını kazanamadıktan sonra?
bırak beni yanayım
gözlerinde donayım
azıcık merhamet et
hayatına dolayım
_________/
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!