Kırkbirinci sonbaharımı yaşarken,
Bahar gibi geliverdin,
Gelincik gibi kırmızı.
Alpay şarkılarda ‘eylülde gel’ diyordu,
Sen de Eylül’de geldin Azizim.
Bir çözebilsem seni,
Çok bilinmeyenli bir denklem gibi,
Bir bulabilsem sonucu,
Bir anlayabilsem.
Yıllar geçti,
Eskimeyen neydi bilmiyorum.
Dün gibiydi her şey san ki,
Dün gibi,
Demlenmiş ama içilmemiş çay gibi.
Berdegül;
Aşk musallada yatar olmuş,
Gel kaldıralım bu vedayı.
Garibin umudu son bulmuş,
Gel kaldıralım bu vedayı.
Bilirmisin bilmem,
Kabuk bağlayan yaranın ansınızın azmasını,
Kanamasını,
Acımasını.
Bilirmisin bilmem.
Ansızın çekip bu kaçıncı gidişini,
Kısır döngüler arasında kalan,
Kendine yenilmiş şairim,
Evsiz adamlar gibi yalpadan,
Yalpadan gitmekteyim.
Dur ne olur ey talihim,
Talihimin döndüğü yerde,
Ellerimden kayıp gitmene ne demeliydi şimdi,
Kendimi açık edip sana,
Küllenmemiş ateşimi,
Kapanmamış yaralarımı tekrar göstermek,
Ne kazandırdı ki bana,
Umutsuz zamanın sünepe çocuğu gibi,
İki tahta arasından nefessiz baktım sana,
Beyaz tülün altında sarı saçların,
Bukle olmuş düşmüş omuzlarına,
Dua yerine saçlarındaydı ellerin.
Ben ölüydüm sen gözlerin farikası,
Dağ gibiydin,
Diktin; yerindeydin merttin.
Başın dumanlı olsa da,
Ordaydın.
Suskundun.
İşte ben;
Kaybolduğum yılların altından kalkıp gelen sır gibi,
Sırrın ağırlığından bükülmüş her kelime,
Aşkın aşamayacağı yokuşlara tırmanıp,
Nefesi yetmeyen bir ölüyüm.
Göm beni.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!