Akıl Düğümleri
Bu beyaz duvarlar, sessizliğin yankısı,
Ve ben burada, adı olmayan bir boşlukta,
Adını haykırıyorum her gece,
Duyuyor musun beni?
Söylesin yıldızlar, söylesin rüzgar,
Soruyorsun ya hep, "Neyin var?" diye,
Anlatamam sana, kelimeler yetmez.
Dilime düğümlenmiş hıçkırıklar,
Yüreğimde büyüyen sessiz bir isyan var.
Söylesem, anlar mısın beni?
Anne, nerdesin? Sesimi duyuyor musun?
Saçlarımı uzun uzun örerdin ya hani,
Şimdi saçlarım karışıyor rüzgârda,
Senin ellerin olmadan, hiçbir şey düzelmiyor, anne.
Her sabah uyandığımda seni arıyorum,
Aptalım Ben
Aptalım işte…
Her gülen yüzü melek sandım,
Her "canım" diyeni candan bildim.
Sevgiyle yürüdüm, dizlerim kan içinde,
Ulu dağlar çağırır, ses ver ey Türk,
Bozkırın yüreğinde yanar bir kürk.
Kanınla yazıldı bu şanlı tarih,
Asena’dan gelir soylu bir dirlik.
Gök kubbe şahittir, yıldızlar bilir,
I. Bozkırların Kalbinde Yanan İlk Ateş
Varlığın henüz bir fısıltı olduğu, fezanın engin boşluğunda, hilkatin ilk adımları atılırken... Ulu bozkırların engîn sükûneti, kadim sırlar saklardı koynunda. Nehirlerin yatağında, dağların doruklarında, bir ruh uyanıyordu. Bu ruh, Asena'ydı. O, sadece toprağın ve göğün nefesi değil, aynı zamanda bir milletin ecdadının en saf ve en kadim yansımasıydı. Her bir rüzgâr esintisi, târihin derinliklerinden, unutulmuş zamanlardan esrarlı fısıltılar taşırdı.
Gecenin en karanlık anında, gök kubbede parlayan bir yıldızın düştüğü yerde, ilk tohum atıldı. Bir otağ-ı hümâyûn kuruldu, demirden ve taştan değil, îmandan ve azimden örülü. Bu otağ, sadece bir barınak değil, bir beyliğin, bir devletin ve en önemlisi, bir milletin kutlu doğuşunun beşiğiydi. Nice menkıbe-i dilberân yazıldı o devirde, her biri kutlu nesillerin gönlüne kazındı. Asmanda yankılanan Tanrı'nın asil nefesiyle, zeminde Bozkurtun çelikten iradesi hayat buldu. Bu, sadece bir hayvanın değil, bir savaşçının ruhuydu; kudretin ve bekanın sembolü.
Demir dağlar eritildi, nice zorluklar aşıldı. Her bir çekiç sesi, bir düşmanı titretiyordu. Yürekler Turan düşüyle yanar, gözler ufukta yeni vatanlar arardı. Âlemin dört bir yanına tuğlar-ı zümrüt dikilir, al bayraklar rüzgârla dans ederdi. Her bir bozkurt ulusu, cihân-ı âleme birer yıldız gibi serpilirdi; Orta Asya'dan Tuna boylarına, Hazar'dan Akdeniz'e uzanan bir medeniyetin nişanesiydi bu. Kanla, terle ve gözyaşıyla yazılan bir hamâset destanıydı.
________________________________________
II. Bir Çınarın Gölgesinde: Osmanlı'nın Yükselişi ve Haşmeti
Aşk, ne bir kelime ne bir efsane,
Derin bir kuyudur, ruhunda saklı hikâye.
Dokunur yüreğine, sevginin ince elleri,
Bir güvercin gibi ürkek, bir dağ gibi heybetli.
Sevgi, varoluşun en sessiz çığlığıdır,
Aşk nedir ki ey yüreği yanan,
Mevlâna’nın ateşi, Yunus’un dermanı.
Bir damla suyla yanıp tutuşan,
Mecnun’un çölü, Kerem’in fermanı.
Leyla diye düştü yola Mecnun,
Her akşam inci tanesi gibi doğarsın gökyüzünde,
Bembeyaz ışığınla aydınlatırsın karanlıkları.
Sanki bana gülümsüyorsun, içimi okuyorsun,
"Sev, sevil, mutlu ol, gülümse," der gibisin.
Ay ışığım, yüreğime düşen umudum...
Gece çöktü yine, karanlık ağır,
Babam, sensizlik yüreğimi dağır.
Bir yıldız kayar mı gözümden bilmem,
Gittiğin yer uzak, dönmezsin, bilsem...
Bir ses yankılanır rüyalarımda,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!