Ulan, yıllar geçmiş, ömür gitmiş elin adamına…
Harcamışız ne varsa; gençlik, umut, hayal…
Kimi dost bildik, kazık attı.
Kimi aşk dedik, sırtını döndü.
Şimdi dönüp bakıyorum da,
Aptallığım yakıyor içimi.
Çölde yükseldi bir feryat,
Göklere çarptı yankısı,
Kan kokar Kerbela’nın toprağı,
Aşk ile açılmış yarası.
Ey Hüseyin, ey Hasan,
Bir çınar devrildi, kelimeler sustu,
Mısralar yetim, şiirler mahzun…
Bir yürek vardı ki derya misali,
Sevdayı, isyanı, acıyı dokudu ruhun.
Yusuf Hayaloğlu, usta kalem,
Ey sevgili... Gözlerim bir zindan, bir kara perde,
Hiç açılmadı sana, hiç bakmadı dünyaya.
Ama bil ki, her nefesimde sen varsın,
Bir yankı gibi dolarsın karanlık ruhuma.
Ellerim çığrır yalvarırcasına,
Aşk mı? Senin dilinde aşk, sadece bir oyun,
Yalanla dokunmuş bir tuzak, içi boş bir kurum.
Sevmek dediğin şey, bir kadını esir almak,
Ama bilemedin, benim gibi biri ateşle oynar.
Sana verdiğim her an, ziyan olmuş bir ömür,
Bizim ana, Dağ gibi duran, yel gibi esen,
Kutsal olandır, ta Asena’dan gelen.
Sütüdür yüreğe cesaret katan,
Nefesidir toprağa vatan diyen.
Ana… Bir kelime değil bu,
Ey gönlümün müptelâsı, bil ki vuslat haram,
Arzularım bir zindan, içinde firar yok tamam.
Yasak bir mevsimin en narin çiçeği sensin,
Kokladıkça kahrolur kalbim, yangınımdan emin.
İstanbul'un seherinde bir sis, ah nasıl ağır,
Paris’in gri sabahlarında uyandı Manolya…
Seine kıyılarında yürüyüşler yaparken, gökyüzüne bakıp içini kanatan o derin boşluğa alışmaya çalışıyordu.
Ama her gün, her gece, her nefes…
Bir eksiklik, bir yarım kalmışlık…
Adana’da, sıcak rüzgarların arasında bıraktığı aşkına uzanıyordu elleri…
Ama boşluk… hep boşluk…
Güneşin küskün battığı yerde,
Taşlara kazınmış bir hüküm…
Kanla yazılmış bir kader,
Ve suskun dağların iç çekişi…
Nemrut yükselirken kibriyle,
Kapandı gözlerim, dünya sessiz,
Son nefesim düştü toprağa izsiz.
Ardımda ağıtlar, sessiz bir matem,
Bir adım daha attım bilinmez âleme.
Bir boşluk sardı beni, ağır ve derin,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!