Tir tir titreyen bir serçedir avuçlarında zaman
Günlerine yansıyan kırık ve puslu aynalardan
Göklere hayat dolu kanat değecek anbean
Dudaklarına borçlandığın sevdaların ardından
Sözlerin ürkek, çekingen varlığın dalında kuş
Üç türlü insan vardır. Leyleklerin getirdiği insanlar birinci gruptur. Bunlar bol bol lak lak ederler. Burunlarını her şeye sokarlar. Kibirli kibirli yürürler. Gezerler tozarlar. Yüksekten uçarlar. Zengin ve gösterişlidirler.
İkinci grubu dünyaya kargalar getirir. Bunlar leş yerler. Bu yüzden ölümü ve savaşı çok severler. Barıştan nefret ederler. Hırsızdırlar ve fırsatçıdırlar. Sömürmeyi ve yok etmeyi iyi bilirler. Ve ülkemin semalarına kara bulut gibi çökerler. Gün bugündür. Türkiye kargaların yurdudur.
Üçüncü grup insanları uzaylılar getirir. Dünyaya yaşları ne olursa olsun yeni doğmuş bir insan yavrusu gibi şaşkın şaşkın bakarlar. Bir türlü dünyalı olamazlar. Hayata bakışları diğerlerine pek benzemez. Bu yüzden ya yürekleri kan ağlar ya da gözleri kan çanağına dönüşür. Bunlar yazarlar, çizerler, saz olurlar, keman olurlar, piyanoda tuş olurlar.
Bugün anladım ki beni uzaylılar getirdi. Cep telefonum çalınmıştı. İnsanların evlerinin önünden çoluk çocuğu çalınıyor dedim. Bu yüzden üzülmekten utandım ve gidip kendime yeni bir cep telefonu aldım. Aradan zaman geçince eski numarayı bir arayayım dedim. Telefon çaldı. Bir adam ses verdi Hüseyin sen misin dedi. İnsan aynaya bakıp karşısında kutup ayısını görünce ne diyeceğini şaşırır ya. Aynen öyle şaşırdım. Doğru abone merkezine gittim. Dedim ki cep telefonum hattıyla beraber çalınmıştı. Bugün çalınan hattımı arayınca biri çıktı acaba kim olduğunu öğrenebilir miyim dedim. Olmaz dediler özel hayata karışamayız. Ama dedim benim çalınan numaramı kullanmakta. Olsun biz özel hayata müdahale edemeyiz dediler. İlginçti. Sonra istersen o hattı iptal edebiliriz deyince kabul ettim. Bilgisayardan çalınan numaraya baktı senin üzerine kayıtlı değil şu isimde birinin üzerine kayıtlı dedi. Peki nerede yaşamakta diye sorunca abone merkezindeki herkes güldü. Orası özel dedi. Benim özel numaram ortalıkta gezmekte, bana dediğine bak.
trenler gelir geçer kasabalardan şehirlerden
vagonlar dolusu aşkla taşınırım her an sana
bakarım garsın bir bakarım raysın aşk yolunda
başım döner tekerlek gibi sürüklenirken sana
başka yollar bul sevgili yollar uzun hayat kısa
Şurası saçlarımı rüzgara savurduğum yer
Topraklarıyla yüzümü kirlettiğim bu diyar
Gün ışıklarıyla gördüğüm memleketimdir.
Benim ülkemdir buranın adı Türkiye'mdir
Ağlayışlarımı bir dağ çiçeği gibi saklayan
Türkiye iki kutuplu bir ülke. Aslında çok kutupluluktan da bahsedebiliriz ama temel olarak iki taneden bahsedebiliriz. Bir yanda elitlerin oluşturduğu resmi kültür diğer yanda halk kültürü.
Bu iki kültür birbiriyle çatıştıkça ortaya garip bir karışım çıkmakta. Birlikte yaşamanın da bir medeniyeti vardır fakat Türkiye bunu yakalayamadı. İki tafafın birbirini anlaması gerekirken korkunç derecede bir uyuşmazlık var
Çünkü her iki tarafın da iç acıları var. Kimse acılardan yola çıkmıyor bu yüzden çıkmazlar yaşanıyor.Ama iki tarafa da baktığımız vakit, ne İslamcı geçinen kesim, ne laik kesim, iki taraf da medeni bir çehreye sahip değil.
Bakmamalı kimse karşısındaki insanın ne giydiğine. Başka yığınla işi olmalı, okumak istediği kitapları olmalı, başkasının yaşamından kime ne? Başlı başına bir yaşam değişikliği var, alışveriş merkezleri en büyük değişim. Kültür değişti. Bütün yeni nesiller, çocuklar oralara gitmeye bayılıyor.
Üstelik oraya gidenlere baktığınız vakit laiklerle İslamcılar arasında büyük bir uyum var. Orada hiç problem çıkmıyor. İşin içine ekonomik birlikler girdiği vakit, büyük fikir ayrılıkları törpülenebiliyor demek ki. Bazense ekonomi de yetmiyor bir medeniyet oluşturmaya. Sadece bir gülümsese yeter. Örneğin her iki taraf da birbirine karşı gayet mesafeli, gayet soğuk. Bodrum'da yaşayan İslamcı kesimden ve laik kesimden kişiler, Bodrum’da oldukları için zorunlu bir saygıyla yaklaşıyorlar birbirlerine ama yüzlerine baktığınız zaman bir asabiyet. Bu hissizlik, insanın fikri hayatının olmamasından kaynaklanıyor. Kendi gibi düşünse, resmi kültürden ve ideolojilerden etkilenmeden düşünse karşısındakinin de insan olduğunu anlayacaktır.
Türkiye' de resmi kültürle halk kültürü barışmak zorunda. Bir kız öğrencinin türbanıyla okula girmesinde ne sakınca olabilir diğer yaşam tarzlarına saygılı olduğu sürece. Kimse sen de benden olacaksın dayatması olmadığı sürece, herkes ister İslami kesimden olsun ister elit kesimden olsun laikliğin Türkiye için lazım geldiğini bildiği ve laikliğin bir özel yaşam alanı olduğunu kabul ettiği sürece hiçbir sorun çıkmayacaktır. Ama görünen odur ki ne İslamcı kesimde ne de laik kesimde böyle bir medeniyet yok. Böyle olunca ortak bir medeniyet kurulması ya da ulus devlet olunması zor görünüyor.
Yer kabuğu... Ağaç kabuğu...Elma kabuğu... Ceviz kabuğu... Kaplumbağa kabuğu... Tüm acılar kabuk bağlamış. Yine de kaplumbağa kabuğuyla yürür. Ağaç kabuğuyla büyür. Elma kabuğuyla şekillenir, ceviz kabuğundan çıkıp filizlenir. Sen de kır kabuğunu ya da durma yerinde. Ya çık göklere ya yürü ümitlere. Hangi acı aynı dozda kalır, hangi acı mutluluğu kapatır? Aç pencereleri, kapıları, bacaları. Duman gibi dol gökyüzüne, ışık gibi dol yeryüzüne. Acılara yol ver. Hangi yolcu ebediyen kalır istasyonda? Herkes biletine göre alır yol. Sen de acılara salla kol. Hangi değirmen tanır, unu ve darıyı? Öğütür durur ve doldurur sonunda ambarı. Her günden karlı çık. Doldur yüreğini sevgiyle, neşeyle. Başın dönse de değirmen taşı gibi acıları un ufak et. Doy hayata. Felek değirmen taşı gibi dönse de senin şansın da bir gün döner.
Dik duruşun, direncin, neşen düşmanlara kapak olsun. Biraz da onlar tencerenin içinde kavrulsun. Kitap kapağından tanınır, yara kabuğundan. Bırak acıların kabuk bağlasın. Yaşa kabuğunla, büyü ağaç gibi, yürü kaplumbağa gibi. Adaletin terazisi bir patatesle, bir domatesle seni mahkum eder. Ve sen bir ömür boyu aç kalırsın. Bırak karpuz kabuğunu denize. Yaslan vicdanına, güven kendine. Bak ufukta ne çok renk var. Yaşamını renklendir. Yeni bir çerçeveden bak dünyaya. Ağlama boşu boşuna.
Koca dağlar utanmazken kurdun kaptığı kuzudan. Sen niye insanları dağ diye büyütmektesin? Neden neşeni taşa, ete, kemiğe çevirmektesin?
Gülüşün yağız delikanlılardan ve nazlı yardan güzel olsun. Gözlerindeki bir damla yaş tüm yürek ateşini söndürsün.
Sandal tahtalara çakılan çividir. Ve sen de çivi gibi çakıl hayata. Bak denizler batmış gemilerle doludur. Sandallar da bir o kadar hayata tutunmaya çalışanlarla doludur. Yüreğine batsa da hayat, sen sandallarını denize çıkar.
Bardağın son damlası son mektup gibidir. Ya yüreği taşırır ya yüreği sakinleştirir. Son ver cafcaflı sözlere. Noktayı koy seni bırakıp gidenlere.
Hiç çiçek açmayan bir dal gibiyim. Bahar gelmiş gelmemiş neyime. Kupkuru bir ağaca dönüşmüşüm. Acı vermekte bana gül dalları. Toprakta yeşeren çimenler yüreğimi ezmekte.Hayat beni çiğnemekte, hayata dair her şey üzerimden geçmekte.Çünkü ben ölmekteyim. Çünkü ne kadar yaşamak istesem de bir umut yeşermemekte bende. Tüm kuşlar benden habersiz. Terk edilmiş bütün bedenim. Bir dost eli bana uzanmamakta. Sadece rüzgarlar küllerimi savurmakta.Yanmadan bir ormanın kül oluşunu bilmekteyim. Hayat bana yanmayı öğretti çünkü. Aklımdan, yüreğimden cehennem eksik olmadı çünkü. Ben olsam olsam alevden bir evin tahta kapısı olurdum. Her gün cayır cayır tutuşurdum.
Yetersizim. Bu yüzden sadece ezbere şarkılar söylerim ya da başkalarının şiirlerini okurum sürekli. Kendim bir şey yapamam. Elimden hiçbir şey gelmez. Yaşamayı bilmeyen insan, ölmesini de beceremezmiş. Bu yüzden darağacı olurum, tabut olurum ama asla ölmeye muktedir olamam. Tadında hiçbir işi başaramam. Tat alamam bu sebepten dolayı hayattan. Ölmek bile acı vermez bana artık.
Yetersizim. Yetti artık dediğim anlarda bile saatleri kupkuru dallarıma asarlar. Her dakika, her an bana intiharı yaşatırlar. Oysa ben güneşi hissetmek isterim. Yaşamak isterim bol yıldızlı bir gecede. Ama ne yazık ki hiçbir yaprak bende kıpırdamaz. Bu yüzden şarkılara alkış tutamam. Ellerimden dökülür cehennem külleri. Sadece yanarım yanarım.
Cennet bana düşmez. Cehennem kapıları ardına kadar açılır bana. Ve ben ateşlerin ortasında bir ağaç olurum. Yanarım yanarım tutuşurum. Bir türlü yaşamayı beceremem ki ben. Gövdemde aşıkların kazıdığı kalp şekilleri olurken, benim yüreğimde en büyük acılar saklı kalır. Duygularımı kimseye açamam ki. Hiçbir heyecan beni coşturamaz. Aşık olmayı başaramam çünkü. Sadece yanarım yanarım tutuşurum.
Ateşler içinde sürüklenen bir gemiye dönüşürüm. Ateş nehrinde giderken, yelkenlerimde çöl rüzgarı olur. Yangınlar içinde bir seni düşünürüm. Beynimin yokuşlarında seni düşünmekten yorulurum. Seni görme hayaliyle cenneti unuturum. Yanarım yanarım tutuşurum. Bir su bulamam. Elimden dökülür cehennem külleri. Senin kucağına cenneti dökmeye yetersiz kalırım.
Bir güvercindim. Uçtum bulutlarla gökyüzüne. Sonra dolu dolu ağladım. Bir hapishanenin penceresine kondum. Göz göze geldim bir mahkumla. Bakışlarında sarmaşık gülller vardı. Duvarlara tırmanıp, sokağa taşmak isteyen bir hali vardı. Sustu, sazın sesiyle. Titreten tellerde, gözyaşları diken olmuştu. Dikenli tellerde şarkıları bile hapis kalmıştı. Yılların biriktirdiği acılar, yüreğini yakmaktaydı. Duyguları kül rengindeydi. Gözleri alev alevdi. Daha fazla dayanamadım. Havalandım göklere. Tüylerim tellere takılmıştı. Kuş bakışıyla gördüm bir tımarhaneyi. Kondum bir delinin omuzlarına. Kimsenin kol izleri yoktu boynunda. Tüm dostlukları dışarda kalmıştı. Tırnak boyları, kimsede olmayacak kadar kısaydı. Kendini tırmaladığı aşikardı. Bir kedi gibi dört bacak üzerine düşmemişti. İşte bu yüzden tımarhaneye düşmüştü. Aklı ve fikri bir kalem olsaydı, kağıdı acıtırdı. Dertleri yüreğine saplanmıştı. Yüreğindeki delikten içeri girdim. Yüreğinde hiçbir kafes yoktu. Kimseye tuzak kuramamanın verdiği saflık yüreğinde bir temiz kandı. Yüreğinin en kuytu köşesini öptüm. Yüreği kanatlandı. Ben bile öyle bir güvercin bakışıyla bakmamıştım gökyüzüne. Gözleri parlak mavi kadar berraktı. Gözlerinden öpmek istediğimde, göz kapklarını kapadı. Dedi bakışlarım bir cami avlusudur. Seni de dualarla ezmelerinden korktum. Buna göz yummamak için, gözlerimi kapadım. Sana zarar verilirse, kan ağlamaktan korktum. Saçları rüzgar oldu. Savurdu beni gökyüzündeki yağmur damlalarının biriktiği yere. Her damla düşerken yere, kanatlarım ıslandı. Yere doğru sorti yapmak zorunda kaldım. Yüreğimdeki sevgileri bomba gibi yere yağdırmak istedim. Bir huzurevi görünce damağım kurudu. Huzurum kaçtı. Bir yaşlının saçlarına kondum. Dedi, ' Hangi kediden kaçtın da yanıma geldin. Peki korkuların kadar büyük bir adiliği mi vardı, kaçtığının? Biz nankör kedilerden dolayı değil de, insanın kadir bilmezliğinden dolayı buradayız; bırak hayvanları, insandan daha büyük vahşi mi vardı? ' dedi. Dedim, ' Acılarınız bir oyadır, eşarbınızın ucunda. Alnınızdan öpenler olmadığı için mi kaşlarınıza kadar başınızı örttünüz? '. Dedi ' İnsan burada ölmeden önce acılara gömülür, bu yüzden acılarımızdır kaşlarımıza kadar başımızı örten. Saçlarımızdı gençliğimiz güzelliği. Şimdi itilmişliktir saçlarımızdaki her örgü. Kar beyazdır ölüm. Saçlarımıza yağan, kırağı vurmuş yalnızlığımızdır ve ölüm soğukluğudur. Cenazemizi bekler akrabalar ve akbabalar.'. Uçtum yine göklere. Kanat çırptım oradakilere. Taksim'de yılbaşı şenliği vardı. Bir kız, çantasına, dudaklarını, cinsel organını koydu ve kalabalığa daldı. Bir oğlan çantayı kaptı. Kız arkasından ırzına geçilmiş gibi baktı ve ağladı. Bir güvercin olarak, İstanbul'un kırıtan göbeğinde dans eden ve eğlenen insanlara şaşkın gözlerle baktım.
Günlerden salı... Takvimler yırtılırcasına, günler geçmekte. Her günüm de olduğu gibi bugünümde de kelebekleri salıvermekteyim kavanozlardan. Çünkü ben en çok gökyüzüne açım. Karnımı bulutlarla, gün ışıklarıyla doldurmak istemekteyim. Bugün salı... Kavanozlarımda kelebek yok. Açtığım tüm kapaklardan yokluk uçuşmakta. Boşluk karın boşluğuma dolmakta. Karnım ağrımakta. Kalktığım bütün koltuklarda yorgunluğum oturmakta. Nereye gitsem, zavallı bedenim beni taşıyamamakta. İnsanın kendi ağırlığı içinde bir hafiflik araması ne zor. Bugün gökyüzü bile ağır. Ve ben kelebek kanadında değilim. Kelimeler yerli yersiz bir araya gelmiş insanlar gibi. Cümleler suskun ve anlamsız. Başım sıkışmakta. Ruhum daralmakta. Gözyaşlarım bile beni anlamamakta. O yüzden ağlamaktan yana değilim. Çürük elmalar arasında, sağlam kalmaya çalışmaktayım. Ezelden ebede elma ağaçlarıyla dövüşmekteyim. Tüm ormanlarım yosunlarla, likenlerle kaplı. Asalak bir dünyada yaşamaktayım. Nedendir bilinmez, hiç yaprak kıpırdamamakta dünyamda. Bir ölüm sessizliği mezarlıkların yanından ıslık sesiyle geçmekte. Uykularımda öldürülmekteyim. Yataktan kan revan içinde kalkmaktayım. Manzara aynı, zaman aynı... Bugün salı... Farkı bugün yeni bir gömlek giymekteyim. Gömleğimin düğmelerinde iliklenmiş kanım. İliklerime kadar üşümekteyim. Yalnızlığın sokağında, duvarlara yazı yazmaktayım. Her harf bir taş gibi oturmakta yerine. Ben kelimelerin arasında bir sıvayım. Katılığım işlemekte cümlelerime. Hiçbir göz uğramamakta muhitime. Pasopartum yazısız, kimliğim boş.... Bugün salı... Akşamı bekleyen şair gözlerimde, şiire kavuşmak özlemi var. Özlemler okunmayan bir şiir kitabı... Duygularımın alıcısı yok. Herkes duygu zengini zaten. Oysa tüm yürekler, duygu metropolünde bir gecekondu. Arabesk duygular gezinmekte yüreklerde. Bugün salı... Senfonik mutluluklar istemekteyim bugün. Açmaktayım taş duvarlardaki gramofonları. Bir tatlı ses kulağıma dolmakta. Bir baktım ki, her yerde benim sesim yankılanmakta. Kimseden ses seda yok. Anlamaktayım kimseden bana bir fayda yok. Bende tüm mezarların yanından senfonik mutluluk içinde geçmekteyim. Çünkü susarsam, ölüm sessizliği dolar dudaklarıma. Yaşamak, kadınlarda dudaklara ruj sürmek, erkeklerde şarkı söylemektir. Ben de her renkte şarkılar söylemekteyim.
vicdanlar kör fikirler kirli
kim temizleyecek memleketi
herkes nemrut herkes ateş
allah'ım gönderin ibrahim'i
zulüm ateşi sarmış her yeri




-
Adem Korkmaz
Tüm YorumlarOsman DEMİRCAN Henüz tanışalı iki ay oluyor.Son derece mütevazi,alçak gönüllü,yüreğinizi onun ellerine emanet edebilirsiniz.Sizi üzmeyecektir emin olun....