Hayatımızda doğru yolu bulmak için gayret göstermekteyiz. Oysa önümüze o kadar sokak, o kadar kavşak çıkar ki ne tarafa gideceğimizi şaşırırız. Hayat yolunda karşımıza çıkan insanlar, bizler için bir gösterge olur. Biz de manevra yaparken, hızlanırken veya yavaşlarken bu insanlara göre yol alırız. Eğer hayat yoldaşlarımız bize, yanlış kılavuzluk yaparsa, sağa sola çarpar kaza yaparız. Doğru yolu bulamazsak sebebi yoldaşlarımız olur. Şöyle düşünün, öyle bir toplumda yaşamaktayız ki tam bir iki yüzlü. Hangi kadın namusuyla sokağa düşmüştür de namusuyla evine dönmüştür. Hemen hemen hiçbiri.
Oysa en çok namustan ve şereften söz eden milletlerden biriyiz. Başka bir örnek vermek gerekirse, biri size kızıp telefonunuzun numarasını umumi tuvaletin bir yerine yazsa, hiç kimse erkek olduğunuza bakmaz, telefonunuzu arar ve size uygunsuz tekliflerde bulunur. Demek ki toplumda birey olarak kişisel mücadelemizi vererek, kendimizi korumalıyız. Kimsenin aklına güvenip, hareketlerimizi yönlendirmemeliyiz. Toplum av arar. Çünkü bir ahtapota benzer. Kolları her yerdedir ama dişlerini kimse göremez. Anca diş geçirdikleri toplumun ne kadar zalim ve gaddar olduğunu anlar. Kendini yönetemeyenleri her zaman başkaları yönetir. Birey kendini kontrol edemezse tuzaklara açıktır. Bedava peynir fare kapanında olur. Bu hayat hiç ucuz değil. Hayatı bedavaya getirmeye çalışanlar, toplumun tuzağına düşer. Kişiliğini kaybeder. Yapılması gereken şey, emeğiyle ekmeğini kazananlara, ayakları üzerinde durmaya çalışanlara çember takmak olmamalıdır. Namuslu toplum, bireye saygı duyarak, bireyin ekmeğiyle ve namusuyla oynamayarak olur. Hayatımızda doğru yolu bulmak için gayret göstermekteyiz. Toplumda kendini doğru ve düzgün olarak tanıtan çoktur. Bu reklamlara bakmamalı, etikete ve kapağa bakmamalı, uyanık olunmalıdır. Aslında başkasının ne olduğu çok önemli değildir. Yoğurtta iyidir ama ekşiyince ayran olur sulanır. Bu yüzden kendi yolunu kendin bulmalısın.
Çorak bir bayırın köyü bozkırında
Çocuklarını güneşe salıverirken
Toprak ana kumsalda dalgalarla
Deniz kıyısında suyla sevişiyordu.
Toprak ana bir ağaç büyütüyordu
saçların karanlık olsun akşamlarına
gözlerin yıldız gibi olsun semalarına
yalnız ellerin kalsın bir tek benimle
parmakların senden kaçmamayım diye
tellerin dikeni gibi örümceğe benzer
seni terk edişlerim takılır sana yine
Ne geçmişim var ne geleceğim. Tüm saatlar durmuş. Akrep ve yelkovan kudurmuş. Tam sevme zamanı ya da duyguları coşturma zamanı derken ve at gibi koşmak isterken, bacağım kırılır. Hayat beni işte o zaman vurur. Dallarda kirazlar salınıp durur. Bense ağzım açık bakarım öylece. Hayattan tat alamam böylece. Neden hayat bana hep aynı oyunu oynayıp durur. Bundan içimdeki çocuk sıkılır. İsterim ki dünya kendi ekseni etrafında bir panayıra dönsün. Dallarda elma şekerleri olsun. Dudaklarım tat dolsun. Akıp giden hayat nehrinde, beni yüreğim istediği yere götürsün. Yüreğim başka yerde, ruhum başka yerde, bedenim başka yerde olmasın. Arayan beni kolayca bulsun. Sözüm neredeyse, dudaklarım orada olsun. Özüm neredeyse, gözüm de orada olsun. Tanrı tümüyle sizin dualar ise yalnız benim olsun. Bakışlarım gökyüzünde sadece bir yıldıza isabet etsin. Samanyolu sizin olsun. Aslında yükseklerde hiç gözüm yok. Bir uçurtma isterim sadece güneş renginde içimi ısıtan. Ona bakarken çocukluğum gözümün önüne gelsin. Size bırakarak büyüklüğü çocukça gülüşlerle dilim bir masal tuttursun. Kimin güzelliği bir bahar yaratır? Kimin yeşil gözleri, kör gözleri ağlatır? Bırak güzel günler çocuklukta kalsın. İnsanlar, aşk diyerek, sevgi diyerek, dostluk diyerek oyalansın. Mandalınalar kurumuş, portakallar çiçek açmış. Güleyim mi ağlayayım şimdi ben? Kuru dallar üzerinde gezinir karıncalar. Cenazesini kaldırır mandalina ağaçlarının. Portakal çiçeklerine konar kelebekler. Şimdi hangisine sevineyim ben. Bir mermi gibi yüreğime saplansa da zaman duygularımdan habersizdir. Bir kol saati ki bileğimin jilet kesiklerinden uzak. Ne olur beni bırak. İster güneşin battığı saat olsun, ister gecenin en hareketli zamanları olsun, ne ben çocuk olabilirim ne de seni eskisi gibi sevebilirim artık. Ne çocukluğumu yaşayabilirim tekrardan ne de anne diye bağırabilirim fütursuzca. Zaman beni tüketir acımasızca. Bir bal küpü olmalı zaman oysa. Çiçekleri sevenler, kirazları severler. Sana hem çiçek hem kiraz hem de bal olmak isterdim oysa. Her dakika bir başka güzellikle çıkardım karşına. Önce çiçek olurdum, renk ve kokuyu salardım anlarına. Sonra bal olurdum hayatına tat katardım. Daha sonra ise an an kiraza dönüşürdüm ve küpe olurdum kulaklarına ve sana aşk sözleri mırıldanırdım. Keşke zaman bu fırsatı verebilseydi bana. Tabiatta geri dönüşler yoktur. Geri dönemem artık sana. Çünkü sana gönderdiğim çiçekler soldu. Senin için diktiğim ağaçların yaprakları döküldü. Çok sevdiğin kedicik öldü. Ben de yaşadım sen yokken. Senin yokluğuna yağmur suları doldu. Yangınlarım söndü.
Bir rüya dolar billur bahçelere gül yapraklarından ay ışığı gelir
Göğsümde yankılanır hüzzam şarkılar yeniden şiir bestelenir
Ses ve raks dolanır gecelerime gönülden özleyişler dile gelir
Bembeyaz bir gül büyülenir bülbüllerin sedalarıyla ebedileşir
Su dökülür en ucra köşeye yapraklarda gül damlası çişelenir
Sen istersin ki bildiğim yoldan gideyim, yoldan yordamdan hiç çıkmayayım. Alıştığım bir hayat çizgisinde bir rotada gideyim.Önüme hiç engel çıkmasın istersin. Ayaklarının altında zaman akıp gitsin ve önünde gideceğinle ilgili bir sorun olmasın.Bütün dağlar delinmiş olsun veya dağlardan dağlara köprüler kurulsun.Ulaşacağın yere emin adımlarla gitmek istersin.
Bilmezsin ki tabanlarında ezdiğin senin hayatındır.Bir adım öteye kendi isteğinle gidemezsin ki? O zaman ayakların ne işe yarar ki? Bir iz bırakabilir mi tren. Sen metal soğukluğunda bir hayat istiyorsun.Sağındaki solundaki çiçeği koklayamadıktan sonra yolculuk neye yarar ki? Gideceğin yer belli ise sen de bellisin.Evet bir kurşunsun ya da oksun.İlk kurbanı da sensin. Bil ki aslında ölüsün.
Sen trensin ben deve. Ben yol bilmez kervan bilmez bir deveyim. Tek korkum deve dikeni.Bütün çöl benim,ova benim,yol benim. Hayatın güzelliklerine yol alırım ben. Çirkinim yüzümde çalıların çiçeksiz yanları.Gülüşlerimde bitmeyen kışlar.Donuk bir tebessüm çizerim dudaklarımla.Ama yine de senden çok gülerim.Çünkü ezber şarkılar yoktur dudaklarımda.
Sen pas tutarsın ellerinle.Yağmurlar dökülünce üzerine boyalar akar gözlerinden.Ve sen hala güzel olduğunu sanırsın.Hala güzel günler gördüğünü sanırsın.Oysa rüyalarında bile yeniksin.Kabuslar kaplamaktadır tenini ve geceni.Ay ışığı girmez karanlığına.Esmer bir geceyle sevişirsin.Ve bedenin hala bumbuzdur.
Oysa ben çöl çiçekleri içinde kumlardan çekerim gün ışığını.Kum kadar sonsuzlaşır mutluluğum.Ayaklarımda sıcak bir çöl akşamı olur.Yıldızlar dolar rüyalarıma.Yürürüm yeni heyacanlara ve mutluluklara.
Sen bildiğin yoldan gitmeye devam et.Yolun açık olsun.Bense çizerim kendi yolumu. Yorulsam da bitkin düşsem de bulurum kendi mutluluğumu.Ya da kendi mutsuzluğum içinde yaşarım.Ama bana ait olanı yaşarım.İşte budur beni develeştiren ya da devleştiren. Senden ve başkalarından farklı eden.
Bugün bir film izledim. Her karesinde sen vardın. Ellerin bir merhametti. Bütün paslanmış parmakların inadına seninkiler altın gibi parlamaktaydı. Ellerindi ihtiyaçlarımı gideren. Ellerindi bana zahmetsiz bir gün geçiren. Senin eline düşmek, parmağında bal olmaktı. Parmakların yürek peteğimden keşke hiç çıkmasaydı. Yüzün gün ışıklarıydı. Seninle yüz yüze gelince, hiç akşam olmasın istedim. Sözlerin yün yastıkları kadar yumuşaktı. Başımı koyup latif sözcüklerine, bir masal kadar hayallerle doldum. Bugün o kadar güzeldin ki, bütün insanlar gölge gibi yerlerde sürünürken, sen ise gerçek bir insan gibi apaydınlıktın. Bugün bütün ışıklar senin üzerindeydi. Loş ışıkların birer parçası iken tüm insanlar, sen bir yıldız kadar ışıl ışıldın. İnsanlar, yemek artıkları gibiyken günün dudaklarında, sen porselen dişler gibi ışıltılıydın. Bugün gözlerin merhametti, bakışların insandı. Öyle güzel bakmaktaydın ki, gözlerinden öpmek istedim o an. İnsanlar kara çarşaflar gibi dolanırken etrafımda, sen hadife kadar yumuşaktın. Öyle bir halin vardı ki, hiç insan görmemiş kadar temiz bir bakışın vardı. Gözlerine girmemişti sanki bir insan sureti. Öyle tatlı bakıyordun. Göz kapaklarında yaşamak istedim o an. Öyle aydınlıktın ki, yeryüzüne cennet indi sandım. Cehennemi görmemek için başka biriyle göz göze gelmemeye çalıştım. Tenekeden şehirlerin, teneke saksılı gülleriydi diğer insanlar. Sen ise, baştan başa çiçek tarhıydın. Çoraklığıma gül bitir diye, yanında toprak olmak istedim o vakit. Ne güzel suret ne güzel insandın. Tüm insanlar uzun yazılardı, sen sadece 'nasılsın' dın. Bütün insanlar kitaplar dolu cümle iken sen sadece, ' bana güven' din. Abartısızdın, sadeydin ve yalındın. Öyle bir hafiflemek yaşadım ki yanında, sanki kıble rüzgarıydın. Sen bugün bir kelebek değildin, bir kelebeğin kanadı hiç değildin. Sen bugün bir kelebek kanadındaki ince çizgiydin. Diğer insanlar ise, demir teliydi. Paslı ve inciticiydi. Bugün durgun bir göldü. İnsanlar sularına düşmüş kütüktü. Sen ise o durgun sularda yüzen tek kuğuydun. Aslında bir insanı kuğuya benzetmek istemedim; ama hata ettim. Sen bugün bembeyaz bir insandın.
Bir göl ki sularına vurur söğüt dalları. Dalga dalga yayılır serin suları. Bir rüzgar ki saçlarına değmeden gider. Çimenler bu manzara karşısında boynunu eğer. Çünkü saçların çiy düşmüş çimenlere benzer. Tıpkı saçlarına tutamamamın verdiği hüzünle, bükerim ben de boynumu. Yoksul bir çocuğun, eşofmansız haliyle, arkadaşlarının top oynayışını izlemesine benzer sana bakışım. Ben yoksulluğu, ben dışlanmışlığı okulda öğrenirken, kara tahtalar bana iki kere ikinin dört ettiğini gösterir hep. Ama sevgili matematik kitapları ne derse desin, ben seni hesapsız severim hep. Bütün duygularımın altına senin ismini yazarım. Sen olmazsan kalbim çöp tenekesine benzer. Seni sevmek yanarak ölmeye benzer. Bir okyanusun dalga serinliğinde, dudaklarım rüzgarın yanı başıma taşığı teninin tuzuyla yapılmış yemekleri yer. Öyle lezzetlisin ki sen, bir nehrin beslendiği havza gibisin bedenimin açlığında. Bir toprağa sımsıkı sarılan bir ağacın kökleri gibi sevginle ayaktayım ben. Can suyum, hayat kaynağımsın. Sen bana, içimin karardığı anlarda; tıpkı zindandakinin aydınlığı yüreğine doldurması gibisin. Yüreğimin çatı katısın. Duygularımın, yıldızlara açıldığı yerdesin. Sen bana mehtabı sevdirensin. Sen bana bir melemensin, bandıra bandıra yediğim. Tüm açlığımı, domates rengindeki rujunla ve yumurtaya benzeyen dudaklarınla doyuransın. Sen bana, tarlada ter içinde kalıp, kana kana su içen bir çiftçinin susamışlığını yaşatansın. Sen aç sofrasındaki zeytinimsin, soğanımsın ve köy ekmeğimsin. Seni sevmek yanarak ölmeye benzer. Sevgilim, çağlayan gibi dökül yürek yangınıma. Ey sevgili, kuruyan topraklarıma yağmurlar gibi yağ. Bir bahara dönüşsün hayatım. Çimenlerim, çiğdemlerim tekrar büyüsün. Gözlerimin rengi, bir mavi olsun senin okyanus serinliğinde. Gözlerim bir yeşil olsun, ormanı çağrıştıran güzelliğinle. Gözlerim bir toprak renginde olsun; ama göz bebeklerimde güller, laleler filizlensin diye beni ağlatma. Bana gözyaşından oluşan bir dünya bırakma.
Neyim varsa neyim yoksa daima aldın
Bakışlarımı ölü bir deniz gibi bıraktın
Sen kirpik uçlarıma gözyaşlarımı astın
Kazandın sen kazandın hep kazandın
Sen bana bir gülücük bile bırakmadın
Ey sevgili
Hasretin öyle bir duygu ki
Yüreğimin yanardağını patlattı.
Ateşi sadece beni yaktı.
Sen ne gördün ki...
Sen dünyanın yedi harikasından




-
Adem Korkmaz
Tüm YorumlarOsman DEMİRCAN Henüz tanışalı iki ay oluyor.Son derece mütevazi,alçak gönüllü,yüreğinizi onun ellerine emanet edebilirsiniz.Sizi üzmeyecektir emin olun....