Vay anam, vay!
Ne zor şu kız isteme işi,
Ya baban vermezse bana seni,
Elin oğlu derse, yani yabandan biri,
Oy anam, oy!
İşte, o zaman anlarsın;
Bir düşün yâr;
-bak, boşa gidiyor yıllar,
Nasıl da gelip geçiyor şu koca ömür,
-sanki mekân sabit, devran seyyar,
Med-cezir oluyor sular,
-mehtapsa bir hilâl, bir dolunay,
Adalya şehrindeki yaz akşamlarında ışıklar hiç sönmezdi. Öğle saatlerinde sokaklarda hiç çocuk görünmezdi. Gündüzün boğucu neminden kaçanlar, geceleyin yarasayı aratmazdı. Şehirde, çarşı alanı yeşil parklarla doluydu. İnsanlar palmiye gölgelerine sığınır, kauçuk ağaçlarının güzelliğini izlerdi. Yaz ve kış ılık havası, yurdun her yanından evsiz-barksız insanları çekerdi. Bunlar, çoğunlukla parklarda kalır, ağaç gövdelerine sırt verip, kıvrılıp sabaha ulaşırlardı. Ancak bazıları da engelli insanlardı. Bunlar yalnızca sabahı akşam ederlerdi. Keşke ellerinden bir iş gelseydi. Günlerini, kimseye zarar vermeden tüketmeye çalışırlardı. Belki birilerinin kolundan tutsak, sayıları azalırdı.
Şehrin Yaldız mahallesinin Hamit sokağındaydı apartmanımız. Şirin balkonumuzdan seyrekçe araba geçer, genelde gözlerimiz yayalara takılırdı. Alt komşumuz yaşlı ve kibar bir bayan, yan komşumuz aynı köyden ve çaprazdaki ise Urfalı idi. Ara sokaktaki apartman ise bizimkinin tarzında idi. Sıcak insanların toplaştığı bir yerdi. Alt katında Hüsnü Felik'in demirci dükkanı vardı. Demirci dükkanının da bir konuğu.
Küçük balkonumdan gelen geçeni merakla izler, bir gözlemci gibi insanlara inceden inceye yorum katardım. Kucağıma aldığım çocuğa da olanları anlatır, bir yandan da beş çayımı yudumlardım. Bazan mutfak balkonuna hava almaya çıkardım. Hüsnü Felik'in akşam keyfini izlerdim. Önünde henüz bitirdiği pencere-kapı doğramaları olur, bunları gururla seyrederdi. Ertesi günün ilk ışıklarında demirci dükkanı, gömüldüğü sessizlikten ezanla uyanırdı. Ezan sonrası Hüsnü’nün kahvaltısı, sabah çayı ve balkon keyfi yaşanır ve dükkanın kepenkleri tatlı bir sesle açılırdı. Sokaktan geçen biri vardı ki; hep dikkatimi çekerdi. Bizimkilerden öğrendiğime göre o kişi, Hüsnü'nün kardeşiymiş.
Beylerin beyi ha!
Neyin padişahı bu?
Elalemin gözündeki yerine bak!
Bir şaklaban!
Dile düşmüş bile yüreğin,
Saraya kadrolu güllabici!
merhaba şair/şaire dostlar,
Şiirlerden esinlenmek / etkilenmek / alıntı yapmak / çalmak arasında bir yerdeyiz, ama nerde?
Çoğu sitenin en büyük çekincesi, çalıntı şiirleri yayınlamak, yahut bilmeden hukukî sorumluluk yüklenmektir. Belki alıntı yapmak; siteleri fazla bir yükümlülük altına sokmayabilir. “alıntı” ibaresinin unutulduğu gerekçesine dayalı olarak elbette.
Bazan, insanın yüreğini pâreler,
-mazideki şu kareler;
Biri, yollarına pusu kurduğum sevgiliyi çizer
Diğeri de düşümde, içine düştüğüm kuyu;
-ilmeği çift kördüğüm.
Tut anne, Şeytanı!
-alev alıyor, şer!
Mahşer tüten, ne sahi?
Hârlıyor ateş;
-cân-ı pîr, inadına fer!
Parlıyor irin, ur!
Artık, ‘gideceğim’ diye korkuyorum buralardan,
Çünkü zaman da kalmadı hiç,
Şu mevsim, belki de son demi yüreğin,
Yılları devirsene gönül şimdi, unutsana dilindeki o yeminleri!
Bu mudur sinendeki suç? binlerce defa soracağım,
Akıntıya kürek çekse de son kayık,
Aylarca hiç çehre yok,
Yüz görümlüğüm de,
Kutup ayazı mı bu?
Donup kaldı dimağım,
Bak, yüreğim buz tutacak.
Devran fenâ döner şimdi,
-gözlerse hasat olur,
-yiter feri bir anda,
Başına gelir de çatarsa zâlim biri,
-asla acımaz sana, inan!
Yanlışa da düşme hiç;
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!