- Kasım/97 de yitirdiğim eşime
Seni duyuyorum tınlayan seste
Gök yüzümde yıldız olup gel artık
Yokluğun bellidir her bir nefeste
Sensiz ömür çekilmiyor bil artık
Senem Ayşe
- H. Ali ÖZTURAN'a
Savaşın beşinci günü
Uçmağa vardı Ramazan
Ben kendimi dosta kurban eyleyeyim
Bir dost bulamam derdimi ben söyleyeyim
Gördüm ki vefasız çıkıyor dost dediğin
Ah neyleyeyim neyleyeyim neyleyeyim
Aralık/73
MAŞUKACIK
Maşukacık bir gün yine
Bir akşam üstü gezmeğe
Şöyle bir çıkayım demiş
Maksat eceyi görmekmiş
Bülbül şakır gül dalında
Bülbülümü yitirmişim
Gül duruyor gül dalında
Gurbette şu yalnızlığım akşamla gelir
Akşam bana gündüz biriken gamla gelir
Bilsen ne denizler veririm dostlarıma
Onlardan gelse gelse bir damla gelir
Aralık/73
Seni andıkça
Gök çatlıyor
Yer yarılıyor
Dağlar üstüme devriliyor
Gök çığrığın tuzakları
Üstüme çevriliyor
Gül yüzlü güzel kız seni andım bil ki
Yalnız senin aşkın ile yandım bil ki
Birden bire bir gün geleceksin diye ben
Sensizliğe bunca yıl dayandım bil ki
Kasım/72
- ATSIZ Hoca'ya
Bayrak gibisin ey yüce erdemli kişi
Biz senle eriştik güce erdemli kişi
Sensin çağıran bizleri dev uğraşa bir
Ölçüm taşı sensin yüce erdemli kişi
Zeliha sabaha karşı birden yekindi, kalktı yatağından.Bir ses mi duymuştu ne? Yoksa yanılıyor muydu? Bu kaçıncı yatağından irkilerek kalkmasıydı, bilmiyordu. Uzaklardan gittikçe çoğalarak, yankılanarak kendisine ulaşan ses yabancı gelmiyordu. Önce pek kestiremedi. İçini kemiren bir duyguyla odadan dışarı çıktı. Çevresini dinledi. Hiçbir ses duyulmuyordu. Endişeliydi. Bir çırpıda damın merdiveninden dama ulaştı. Damın ucuna kadar geldi. İleriye mezarlığın üst tarafından geçen yola baktı. Sabaha karşı her tarafı sis bastırmıştı. Gözlerini kıstı. Bir elini gözlerinin üstünde tutarak, bütün dikkatiyle mezarlığın üstündeki yola bakıyordu. Birisini bekliyor gibiydi. Birden içinde bir ürperti duydu. Mezarlığın üst tarafında bir karaltı vardı. Bunun bir armut ağacı olduğunu anlayıncaya kadar sürdü sevinci. Armut ağacının orda olduğunu biliyordu oysa. Sarsılmıştı. Bir umutsuzluk çöktü içine, gidip loğun üstüne oturdu. Taş buz gibiydi. Sabaha karşı düşen çığ damı ıslatmıştı. Damın üstünde ve saçaklarında, yeni sararmnaya başlayan küçük yeşil otları görüyordu. Bakışlarını armut ağacına dikti.
Kuzeydeki dağın etekleri dar bir boğazdan geçtikten sonra, aşağıya doğru kayardı. Dağdan gelen rüzgar bu yamaçları yalayarak giderdi. Dalları çalıya benzeyen armut ağacı bu rüzgara karşı boynunu bükmüş gibi dururdu. Armut ağacının kaç yaşında olduğunu bilmezdi Zeliha. Kendisi bir çocukken bile bu armut ağacı vardı. Şimdiye dek merakta etmemişti. Armut ağacının kaç yaşında olduğunu. Çok yaşlı olması gerekirdi. Gövdesinin bir kısmı çürümeye yüz tutmuştu. Yine de ayakta kalmak için gösterdiği çabaları görüyordu armut ağacında. Mezarlığın üst kıyısında, ayakta durmaya çalışan armut ağacının yanında iki küçük armut ağacı daha vardı. Ağaçlar mezarlığın sessizliğini bozmak istemiyor gibiydiler. Rüzgara karşı suskun ve ürkek duruyorlardı.
Zeliha, bakışlarını sağa güneye, ileriye doğru uzattı. Bağlar deresinin sisi tepelere kadar uzanıyordu. Tepeler sisin içinde belli belirsiz gözüküyordu. Sis yavaş yavaş dağılmaya başladığında, tepeler birbiri ardınca büyüyerek, çıplak dağlara doğru uzanıyordu.
Şair hakkında ne düşünebilirim ki..görünen köy kılavuz istemiyor.Tanıdığım en mert, en doğru, en düzgün adam.
Nihat Ağabey, Maşuka için yazdığın şiir muhteşem olmuş..Ama alındım haa..Hani bana :))