Düşman var çılgınlaşıyor Mehmetcik
Engelleri bir bir aşıyor Mehmetcik
Her mermisi binbir zaferin muştusudur
Hergün daha destanlaşıyor Mehmetcik
Mayıs/71
Surlar dayanıklı zincirliydi deniz
Yerler ki yarılsa yanma umman geçeriz
Biz dağların üstünden aşırdık gemiyi
Gün doğmadan önce doğduk haliçe biz
1970
Kızlar ki karanlık gece yıldızlarıdır
İnsanı çeken işveli yalnızlarıdır
Meftun bırakanlar Çınaraltı'da beni
Ateş gibi Çengelköyü'nün kızlarıdır
Eylül/70
Dört mevsim açan taze çiçektir kızlar
Gençlik çağı elbet geçecektir kızlar
Bir gün olup aşıklara ettikleri o
İşkenceyi bir bir çekecektir kızlar
Haziran/73
Bir renk giymiştin gözler sendeydi
Bir şey anlatmak isterdin neydi
Duydum-şaştım gezmişsin ellerle
Ruhum senelerce inleyen bir neydi
Mayıs/69
- Emine IŞINSU'ya
Sanat erişilmez yüce ilham sizde
Bir sır gibi anlatış ve anlam sizde
Her yazdığının bir eşi yoktur bil ki
Dünyam küçücük yepyeni dünyam sizde
Türk birliği çok yakın yakın Şehriyar
Bir gün olur İran'a akın Şehriyar
Hiç bir kuvvet söndüremez Türklüğü ey
Türklük yüce gökte bir çakın Şehriyar
Mayıs/69
Efkar dağıtır saçlarının savruluşu
Aşktandır gönlümün yanıp kavruluşu
Aruz - hece - serbest seni söyler yalnız
Şair sana borçlu bil ki şair oluşu
1973
Derdin beni öldürüyor
Bir dertde sen katma güzel
Saçlarını omuzlara
Savurupta atma güzel
Yüreğim özge yanıyor
BİTMEYEN GECE
Soğuk bıçak gibi iliklerine kadar işliyordu. Üşüyen ellerini birbirine çarptı, hohladı. Sonra ellerini eskimiş paltosunun cebine soktu. Ellerini yumruk yaptı. Yumrukları yırtık cep astarından aşağıya iniyordu. Yumruklarını sıktı. Yumruklarını sıktıkça bütün toplumu avuçlarının içinde ezdiğini sanıyordu. Birden yüreğinde bir burkulma oldu. Yumrukları gevşedi. Hayır kimseyi ezmemeliydi. Toplumla birlikte ezilen biri daha vardı avuçlarında Saçları omuzlarına dökülen siyah gözlü ürkek bir kız da avuçlarının içinde eziliyordu. Çaresizlik içinde çırpındı. Biraz önce kesilen yağmur, küçük gölcükler meydana getirmişti.Kenarı sökük sağ ayakkabısı su alıyordu. Sağ ayağı vıcık vıcık olmuştu. Bütün bedeni cendereye sokulmuş gibi acı içindeydi. Sokaklardaki insanlar azalmaya başlamıştı. Sokaklar sessizliğini, bütün gece sürecek yalnızlığını yaşamaya başlamıştı. Önünde kenarları ezilmiş küçük bir karton kutu gördü. Olanca öfkesini karton kutudan çıkarırcasına karton kutuyu tekmeledi. Sinirleniyordu. Sinirlendikçe farkında olmadan daha hızlı yürüyordu. Nereye gittiğini bilmeden yürüyordu. Parça parça anılar geliyordu aklına, birden o güzel anılar en güzel yerinden kopuyordu. O zaman soğuğun iliklerine kadar işlediğini duyuyordu. Bir an durdu. Sigara içmek istedi. Sigarasını hangi cebine koyduğunu kestiremedi. Bütün ceplerini karıştırdı. Sonunda bulduğu paketten bir sigara çıkardı. Derin bir nefes çekti sigaradan. Sigaranın dumanını dudaklarını boru gibi yaparak, başını kaldırdı, gökyüzüne doğru üfledi. Savurduğu dumanla gökyüzünü ısıttığını sandı. Sigarası azalmaya başlamıştı. Daha az içmeliydi sigarayı. Pakette kalanları sabaha kadar idare etmeliydi. Sıkıldı. Artık sigaranın da hesabını yapmaya başladım diye mırıldandı. Gökyüzü iyice kararmaya başlamıştı. Karanlıktan korkmaya başlamıştı. Karanlıkla birlikte gelecek belirsizlik de korkutuyordu. Nerede olduğunu düşündü. Sonra nereye gittiğini, nereye gideceğini. Ceplerini umutla karıştırdı bir kez daha. Az ilerde bir sabahçı kahvesinin olduğu aklına gelrdi. Eskiden arkadaşlarla birlikte her akşam o kahvehaneye gelirlerdi. Biraz daha dolaşmak gerek diye düşündü.
Kahvenin önüne geldiğinde gece yarısı olmuştu. Akşamdan beri içtiği kaçıncı sigara olduğunu unuttuğu sigarasını yere attı. İyice çiğnedi. Çiğnenmiş sigaraya baktı. Nedense sigaranın söndüğünden emin olmak istedi. Oysa hava yağmurluydu. Sigarayı çoğu zaman kül tablasına parmakları ağrıyana kadar bastırır, ya da yere attığı sigarayı ayakları altında ezerdi. O zaman içinde bir rahatlık duyardı. Bunun nedenini kendisi de bilemiyordu. Belki küçük yaşlarda bir yanma tehlikesinin izleriydi bilinç altında kalan. Kahvenin camları buğulanmış, camlardan süzülen su damlacıkları camlarda ince şeritler çizerek uzuyordu. Kahvenin kapısını açınca yüzüne bir sıcaklık vurdu. Bu kahvede arkadaşları ile çok tartışmışlar, çok sabahlamışlardı. Arkadaşları sabaha karşı evlerine giderler, kendisi işe giderdi. Ama bu gece başka bir geceydi. Bu gece sabaha kadar dayanabilecek miydi uykusuzluğa? Sabaha kadar dayanabilse bile sabah olduğunda ne yapacaktı. Nereye gidecekti. İşten ayrılmıştı. Sorular, sorular... Bir türlü yanıtlanamayan sorular çengeli kafasına takılıyordu. Ne kadar uğraşsa bu sorulardan kurtulamıyordu. Kahvenin ortasında bulunan sobanın yanına vardı. Paltosunun yakasını indirdi. Düğmelerini çözdü. Ellerini sobaya doğru uzattı. Soğuktan sızlamaya yüz tutan ellerine ve bedenine tatlı bir sıcaklık yayılmaya başladı. Paltosunu da çıkardı. Duvardaki saate baktı. Saat ikiye yaklaşıyordu. Daha sabaha çok var diye düşündü. İçerinin sıcaklığı bedenini gevşetmişti. Soğuktan gerilen bedeni iyice yumuşamaya başlamıştı. Uykunun yavaşça yaklaşıp, birden üzerine atlayacağını biliyordu. Uyumamalıydı. Uykuyu sabaha kadar kovalamalıydı. Duvardaki saatin tik takları beyninde uğuldamaya başlamıştı. Zaman ne kadar da ağır geçiyordu bu gece. Bu gecenin sonunda sabah olmayacakmış gibi geldi. Bu gece her şey kendisine yağıydı.
Şair hakkında ne düşünebilirim ki..görünen köy kılavuz istemiyor.Tanıdığım en mert, en doğru, en düzgün adam.
Nihat Ağabey, Maşuka için yazdığın şiir muhteşem olmuş..Ama alındım haa..Hani bana :))