Güzelliğin çirkinliğin
Aynalarda kalsın
Bana sevgi dolu
Sıcak yüreğinle gel
Başka bir yüreğin
Çalmam kapısını
Beş numaralı gaz lambasının titrek ışığı odayı güç aydınlatıyordu. Odanın sessizliğini Ağustos böceklerinin
sesleri bozuyordu. Vakit gece yarısını geçmişti. Odadaki beş kişinin ağzını bıçaklar açmıyordu. Beş kişi odanın
ortasında, gaz lambasının asılı bulunduğu orta direğin dibindeki beşikte yatan küçük kızın başında toplanmış-lardı. Çocuk ateşler içinde yatıyordu. Çocuğun hırıltılı sesi ara sıra kesilince çevresindekiler korkuyla çocuğun üzerine eğiliyorlardı. Her hırıltının kesilişinde anası yerlere atıyordu kendini.
Daha bir yaşına bile basmamıştı küçük Zühal. Yumuk ellerini yumruk yaparak boşlukta sallayan, parmağını emen çevresine gülücükler dağıtan çocuğun, sol elinin başparmağı ile işaret parmağının arasında bir şişkinlik büyü-
meye başlamıştı. Daha sonra boğazının iki yanında da görülen bu şişkinlikler büyümüş, kızarmış ve çocuğun
7 FATİH OTOBÜS DURAĞI
Horhor yokuşundan biraz hızlıca çıkmıştı. Horhor yokuşunun sağ tarafında bulunan bizans kalıntılarından yıkılmış bir sütunun üzerine oturdu. Biraz yorulmuştu. Cebinden sigara paketini çıkardı. Bir sigara aldı eline. Sonra çakmağını çıkardı. Sigarayı yakacakken vazgeçti birden. Elindeki sigarayı yere attı. Ayağıyla çiğnedi. Karşıda küçük bir çayhane ilişti gözüne. Yerinden kalktı. Çayhaneye gidip masanın birine oturdu. Yazlık çayhanede toplam altı masa vardı. Garson ne istediğini bile sormadan bir bardak çayı koydu önüne. Çayın yanında iki tane küp şeker vardı. Küp şekerin birini ikiye birini kırıp yarım küp şekeri çayına attı. Sonra bir çay daha, bir çayda daha… İçtiği çay beşi bulmuştu. Çayhaneden çıktı. Saatine baktı. Saat 14.48 i gösteriyordu. Daha çok vaktim var dedi. Nasıl geçirmeliydi bunca zamanı. Buluşma zamanı saat 14.oo idi. Ana yola çıktı. Sağa döndü. Fatih otobüs durağına doğru yürümeye başladı. Otobüs durağında, bir yaşlı, yuvarlık gözlüklü, beyaz tenli kadın ve yanında on üç-on dört yaşlarında bir kız çocuğu ile üç genç vardı. Gençler birbirleriyle şakalaşıyordu. Şakalaşırken de biraz gürültü yapıyorlardı. Yaşlı kadın gençlerin bu davranışından tedirgin olmuştu. Yaşlı kadın arada bir başını arkaya çeviriyor, sonra başını hafifçe sağa sola çevirerek, bir şeyler söyler gibi sinirli bir şekilde kıpırdatıyordu. Kadının oturduğu kanepenin uç tarafına oturdu. Tedirginlik içindeydi. Saatine baktı. Saat daha 13.oo bile olmamıştı. Ne kadar çok bakıyordu saatine. Çok erken gelmişti otobüs durağına. Kırmızı otobüsler, troleybüsler geliyor, yolcu indirip, yolcu bindiriyorlardı. Gençlerin şakalaşması bitmiyor. Yaşlı kadın iyice sinirleniyordu. Zaman geçtikçe huzursuzluğu katlanarak artıyordu. Ya gelmezse sorusu kendini büsbütün harap ediyordu. Gelmeli, gelecek diyordu. Aklı hayır gelmeyecek diyor, gönlü gelmesini bir istiyor bir istemiyordu. Aklı ile gönlü arasındaki çelişki bir türlü son bulmuyordu. Bu bekleyiş ona tatlı bir acı veriyordu. Bu acının son bulmasını istemiyordu. Uzaklara bakıyor, gelenleri izlemeye çalışıyordu.
Saat 14.oo de yaklaştığında kalbinin atışı hızlanmaya başladı. Uzaktan gelenleri ona benzetiyor, heyecanlanıyordu. Kızlar yaklaştıkça o olmadığını anlıyor, huzursuzlaşıyordu. Zaman geçmek bilmiyordu. Bir kişinin gelmeyeceğini bile bile beklemek çok zordu. Saatine yine baktı. Daha çok zaman var dedi. Biraz dolaşmak geçti içinden. Sonra vazgeçti. Ya erken gelirse. Saat 14.oo de yaklaşıyordu. Saatin tik taklarını göğsünde duyuyordu. Gelecek diyordu. Gelmeli diyordu.
Uzaktan onu seçti. İşte geliyordu. Kalbinin atışı hızlanmaya başladı. Ayakları tutmaz oldu. Oydu gelen. Otobüs durağının önünden durağa bakmadan geçip gidiyordu. Duraktaki üç genç duraktakilerin duyabileceği bir sesle onu tanıdıklarını belirten sözler söylediler. Kan beynine sıçramıştı.
Onu tanıyan gençler anlamasın diye otobüs durağından ayrılarak uzaktan izlemeye başladı. Yanına fazla yaklaşmıyordu, yaklaşmaktan çekiniyordu. Onu bir iki adım arkasından sağ tarafından izliyordu. O yaya geçidinden sola dönerek karşıya geçti. Sonra bir ara sokaktan Fatih Camisine giden yola döndü. Fatih Camisinin giriş kapısından geçerek, biraz ilerideki tahta banka oturdu. Gözüyle işaret ederek yanına oturmasını istedi. Elinde yarım bir dosya kâğıt, rulo haline getirilmiş ve bantlanmıştı. Aklı onun elindeki rulo haline getirilmiş ve bantlanmış kâğıda takıldı. O kağıt benim için hazırlanmış bir kağıt mı diye düşündü.
Doyumsuz atlar koşar
Bilinç altımda
Düşler görürüm - her gece
Düşlerimde atlar görürüm
Hazzın en doruğunda
Uyanırım her gece
MAVİ KUŞ
Biraz önce olanca gücüyle yağan yağmur, birder susuverdi. Bulutların karanlığında saklanan bahar, çocuk gözlerinde nisan ayının verdiği sevinci sildi.
Selim durmadan elindeki boş kibrit kutusuyla oynuyordu. Uzun bir zaman karşılıklı oturdular Nilgün'le. Zaman, yanlarından kocaman gürültülerle geçti. Dakikaların en sivri uçlarında sıkıntılar...
Şu insan denilen varlık
Kadrini bilmez ozanın
Dargınlıklar düşmanlıklar
Aklına gelmez ozanın
Sevgisi gönlünden taşar
Bir sel gibi çoşsam yıkarım bendimi ben
Elbet gün olur gösteririm fendimi ben
Bir sır küpüyüm kendimi bildim bileli
İfşa ediversem asarım kendimi ben
- Anama
Bilmem mi Ahır Dağı'nda kar var şimdi
Bilmem mi anam var orda yar var şimdi
Gitsem gidemem elim kolum bağlı benim
Dostlar biliniz içimde kor var şimdi
Güller açılır sen de kokarsın bir gün
Gönlündeki sevgiyle dolarsın bir gün
Aldanma güzel mutlu geçen günlerine
Tüller sararır sen de solarsın bir gün
Mayıs/69
Yalnızlık alnımın silinmez yazısı
Yarin yüreğimde dinmiyor hiç sızısı
Nüksetti yaram kırmızı bir gülle yine
Nabzımda atan kanım gül kırmızısı
Aralık/73
Şair hakkında ne düşünebilirim ki..görünen köy kılavuz istemiyor.Tanıdığım en mert, en doğru, en düzgün adam.
Nihat Ağabey, Maşuka için yazdığın şiir muhteşem olmuş..Ama alındım haa..Hani bana :))