MEMİŞ'İN MUSTAFA
Abaz dağının etekleri kapkara kesildi. Ağaçlar daha bir büyüdü yamaçta. Toprak evlerin damlarına katran dökülmüş gibiydi. Arif Kaye kuru bir ağaç dalı gibi sallanarak camiye girdi. Cingöz Hüseyin kordonlu cep saatine baktı uzun bir süre. Birden sığır böğürtüleri doldurdu köy meydanını. Çocuklar ellerinde sopalarla öküzlerin peşine düştüler. Bütün gürültüler Okkayası'nın sivriliğinde birikti. Sonra Kocadere'nin azgın sularına döküldü, yavaşça. Köyün suskunluğunda Kocadere büyük zaferini kutlarcasına çılgındı. İki engerek yılanı doyumsuzca sevişiyordu ekinlerin arasında. Çoşkular ay ışığıyla öpüştüler. Evlerin ürkek uykularında insanlar küçük ve karanlıktı.
Memiş'in Mustafa Abaz dağına uzattı bakışlarını. Bir cigara sardı. Cigara kağıdının beyazlığında umutlar doldu gönlüne. 'Ne olursa olsun, insan mutluluğu kucaklayabilmeli.' diye düşündü. Ne zaman başlamıştı. Çolak Ali'yle düşmanlığı? Bilmiyordu. Perdeleri sımsıkı kapatırdı geceleri. En ufak bir gürültüde tabanca elinde kapıla sıçrardı. Bir namlu ucundaydı hayatı. Günler karanlık geçerdi.
Nerde güzel görsem aklım şaşıyor
Gönül kocamadı beden kocadı
Aklım dur diyor da gönlüm koş diyor
Gönül kocamadı beden kocadı
Başımda esiyor kavak yelleri
MAŞUKACIK
- 1971 de cici bir kız olan
Maşuka'ya
Maşukaymış adı kızın
Karanlıktı gönlü, bunluydu, geceydi. Tüm yıldızların aktığı, kaybolduğu bir gece. Günün şavkımasını beklemişti bunca yıl. Bunca yıl beklediği gün şavkımamıştı daha, şavkıyacağa da benzemiyordu. Şimdiye değin ömrü sıkıntılarla geçmişti. Çocukları büyüyordu. Yaşlılığın ve yoksulluğun yükü gittikçe ağırlaşıyordu. Bir ışık uzattılar önüne, ışık yalazlandı, parladı. Ellerini uzatsa yakalayacaktı. Yalazlaşan ışığa ellerini uzatabilmek, yakalayabilmek, ömrünün şu son yıllarında biraz rahat yaşabilmek için evet demesi gerekiyordu. Bir düşünelim dedi. Bu yarı yarıya evet demekti. Fakat evet demek o kadar zordu, o kadar zordu ki!
Gözleri çakmak, çakmaktı. Damdaki yatağında döndü durdu, uyuyamıyordu. Yüreğindeki bun her saniye katlanarak büyüyordu. Kalktı, doğruldu. Karanlıkta ceketini aradı. Ceketinin cebinden bir sigara çıkarttı, yaktı. Oturdu damdaki yatağının üstüne. Kaç gecedir böyleydi. Gözlerine bir yudum uyku girmiyordu. Sabahlara dek uyuyamıyordu. Göğe baktı, Yıldızların bunca çok olduğuna şaşırdı ilkin. Bu kadar yıldızı bir arada hiç görmemiş gibiydi. Gökyüzü karanlığında yıldızlar nakış nakış duruyordu. Elini uzattı gökyüzüne, yıldızlardan birini, en çok parlayanını kopardı gökyüzünden, aldı avucuna. Bir süre dalgın dalgın baktı avucundaki yıldıza. Yıldız parlaklığını giderek yitiriyordu. Sonra olanca gücüyle fırlattı yıldızı gökyüzüne. Yıldız gökyüzündeki yerini aldı. Gözlerini gökyüzünden ayıramaz olmuştu. Her yıldızın kayışı sanki yüreğinden bir damarı koparıyordu. Sonra öfkeyle fırlattı, yarım kalmış sigarasını. Sigara küçük kıvılcımlar saça saça gitti durdu. Giderek sönmeye yüz tuttu, söndü. Doğruldu yatağından şalvarını giydi, ceketini omzuna aldı, ağaç merdivenden hızla indi. Bahçedeki dutun gövdesine sırtını vererek çömeldi. Bir sigara daha yaktı.
Sigaranın birini yakıp, birini söndürüyordu. Her sigara yakışta sıkıntıdan biraz daha kurtulduğunu sanıyordu. Elindeki bir çöple toprağı karıştırmaya başladı. Elindeki çöple durmadan toprağı çiziyor, çiziyordu. Her çizgide biraz daha kaybolduğunu, eridiğini dünyadan uzaklaştığını sanıyordu. Böyle sandıkça toprağı daha da gittikçe artan bir öfkeyle karıştırıyordu. Yanında bir heykel gibi duran karısının karaltısını neden sonra, karısı yanına çömelince fark etti. Karısına baktı isteksizce. Neden gelmişti. Gecenin bir yarısında bile yalnız kalamıyordu. Karısının eli uzandı,usulca tuttu çöp tutan elini. Eli alev alevdi. Yüzüne baktı karısının dut ağacının yapraklarından pul pul elenen ay ışığı dökülüyordu karısının yüzüne. Yıllardır bitmeyen, silinmeyen sevecenliği yakaladı karısında. Gözleri bir yanıp bir sönüyordu karısının. Kara Mehmed’in damarlarında bir uyanma başladı. Soluğu sıklaştı. Rahvan bir atın, tırısa çevirmesi, giderek dörtnala geçmesi gibiydi kalbinin atışları. Bir elini saçlarına attı karısının, saçlarını avuçladı, ensesinden kavradı, kendine doğru çekti. Bir ateş yalımı geçti yüzünden. Tek beden olarak yuvarlandılar dutun altına. Karısının iri, nasırlaşmış, çatlamış ellerini bedeninin her yanında birden duydu. Karısının çatlamış elleri çalı gibi talıyordu bütün bedenini. Acısı bile mutluluk veriyordu.
Destan doludur dağın taşın Kafkasya
Düşmanlara karşı dik başın Kafkasya
Şeyh Şamil'in ölmezliği vardır sende
Bir gün bitecektir savaşın Kafkasya
-Arif Nihat Asya'ya
Rubailer ve horyatlar
aramakta ustasını
doldurup içtik hocadan
Geçmişle harap etme yeter kendini sen
Dünyan değişir hüznü atıp bir gülsen
Hiçbir şeye değmez bu hayat kendine gel
Tekrar gelecek neş'eli günler yeniden
Aralık/73
Bir sancı sarar yavaşça her bir yönümü
Geçtikçe zaman ben görürüm en sonumu
Birgün bırakıp dostları gitmek vardır
Kutlansın hep neş'eli her yıl dönümü
Eylül/77
Bir ilham gelmeye görsün
Tutulmuş dilim çözülür
Mısra mısra gelir şiir
Ak kağıtlara dizilir
Bilmem kaç inbikten geçer
Kırk Işık Kız
- Kurtuluş savaşında kırk gün
Kuran okuyan kırk ışık kıza
Kırk




-
Gülseren Atmaca
Tüm YorumlarŞair hakkında ne düşünebilirim ki..görünen köy kılavuz istemiyor.Tanıdığım en mert, en doğru, en düzgün adam.
Nihat Ağabey, Maşuka için yazdığın şiir muhteşem olmuş..Ama alındım haa..Hani bana :))