Çocukluğumda ne acılar çektim. Ne var ki gençlik çağına geçişimden sonra bu korkunç özelliğimin bilincine her yıl daha çok varmama karşın bunu nedense daha sakin karşılamaya başlamıştım. Bunun neden böyle olduğunu bugüne dek çözebilmiş değilim. Belki de herhangi bir nedenle ruhuma çökmüş, orada büyüdükçe büyümüş, benden çok yükseklerde korkunç bir hüzündür bunun nedeni! Evet içime yerleşmiş olan, dünyada her yerde, her şeyin aynı olduğu kanısı idi bunun nedeni. Çok eskilerden beri seziyordum bunu ama kesin kanısı birdenbire yer etti içimde. Ansızın dünya varmış ya da hiçbir yerde hiçbir şey yokmuş, benim için bunun bir anlamı olamazmış gibi hissettim. Benim için hiçbir şeyin var olmadığını bütün varlığımla duymaya, anlamaya başladım. Başlangıçta daha önce her şey varmış gibi geliyordu bana. Ama sonra daha önce de bir şeyin olmadığını ancak nedense bana öyle geldiğini anladım. Yavaş yavaş hiçbir zaman hiçbir şeyin var olmadığına inandım. O zaman birden insanlara kızmamaya, onları nedense fark etmemeye başladım. Onlarla birlikte sorunlarım da uzaklaşıyordu benden. (Fyodor Dostoyevski-Tuhaf bir adamın rüyası)
İşçinin alın terini kurutmaları yüreğimi yaralıyor. Uzaklara gitmek istiyorum. Çok uzaklara. Yorgun gözlerim topraktan ve gökyüzünden başka şey görmesin artık.
İlkbahardaki bir nehir gibi hızla akıp gidiyordu ömrümüz. Akıp giden geri gelmiyor. Bu nedenle bu yedi yıl sonsuzluk gibi gelmişti biz sabırsızlara! Bedenlerimiz birbirini bu kadar arzularken, dudaklarımız sevdiğinin öpücüğüne bu kadar susamışken katlanılacak gibi değildi bu yedi yıl. Fakat yüce tanrım, Yakup yine de boyun eğdi bu hükme. Ben de uydum babamın buyruğuna. Yüreğimizi elimize aldık ve ona itaat etmeyi, sabretmeyi öğrettik. Sabretmek aciz kullar için ne zor! Çünkü yanan yüreği canlı bedenimize sen koydun. Yeryüzündeki ömrümüzün ne kadar kısa olduğunu, bilincinin ve korkusunun tohumlarını derinlerde bir yerlere sen yerleştirdin. Ömrümüzün sonbaharı ilkbaharının çok yakınındadır. Yazı ise hiç uzun değildir. Bu nedenle böyle bir sabırsızlık çalkalanır kanımızda! Bu nedenle büyük bir açlıkla uzanır ellerimiz sevdiğini almaya! (Stefan Zweig- Rahel tanrıyla hesaplaşıyor)
Severim gök maviyi En az su yeşili kadar İz bırakır ruhuma gelecekten Gösterir hatıraları geçmişten Haber verir sanki bana hayatın içinden Tat kalır ağzımda hafiften, Kaldırdığımda başımı Sadece beyaz bulutlarla, sapsarı güneşle değil Seninle de doldurur içimi Bilirim cömertçe verdiklerini Su serptiğini en kara günlerde yüreğime ve bazen de ateşe dönüştürdüğünü Yeniden başlamam gerektiğini fısıldayan rüzgarları Mavi böyledir işte Bir tuval gibidir benliğimde Üzerine işlerim hayatı Yumuşacık kucaklayışında kaybolurum Düşüşüm de kayboluşum da acısız olur Dünyevi acılar mavinin iziyle yol olur, ışık olur Serzenişlerimi eritirim avuçlarında Ertesi günün yankısı duyulur kulağımda Ayağa kalkmanın, koşmanın, tırmanmanın adıdır mavi Sadece heyecanla değil, neşeyle de dolarım bil ki!
Oz büyücüsü adlı eserdeki Dorothy’yi diğer masal kahramanlarından ayıran, her şeyi tek başına yapmak zorunda olmasıdır. Ama tıpkı erkek masal kahramanlarını koruyan iyilik perileri gibi, kendisini de iyilik cadısı korumaktadır. Yolculuğu esnasında Dorothy üç kişiyle tanışır. Korkuluk kendine güveni düşük, aptal olduğuna dair inancı tam, aşağılık kompleksine sahiptir. Teneke adam ise kalbi olmayan biridir. Hissedememekten yakınır. Korkak aslan, çalıların arasından gelene geçene kükreyen ama karşı karşıya gelince korkudan titreyen biridir. Yazarın bu eserinde bu üç figür toplumun üç sınıfını sembolize eder. Korkuluk aklına güvenmediği için popülist siyasetçilerin peşinden giden cahil çiftçiler, teneke adam sanayileşmeden ve kapitalizmden dolayı kendine yabancılaşan işçi, korkak aslan ise esip gürleyen ama asla harekete geçmeyen politikacılardır.
Çoğu insan kendine değil aslında dış faktörlere güvenir. Bunlardan parayı, malı ve statüyü çekip aldığınızda çırılçıplak hissederler kendilerini. 21.asır insanı dışarıdan sağlam görünen bir enkazdır.
Kapitalizmin işleyiş mekanizmasının temelinde, insanı eksik hissettirme gücü bulunur. İnsan eksik olabilir lakin onun eksiğini giderecek olan, sistemin ürettiği mal ve hizmetler değildir.
Kışın ortasında, içimde yenilmez bir yaz olduğunu fark ettim. (Albert Camus)
Çocukluğumda ne acılar çektim. Ne var ki gençlik çağına geçişimden sonra bu korkunç özelliğimin bilincine her yıl daha çok varmama karşın bunu nedense daha sakin karşılamaya başlamıştım. Bunun neden böyle olduğunu bugüne dek çözebilmiş değilim. Belki de herhangi bir nedenle ruhuma çökmüş, orada büyüdükçe büyümüş, benden çok yükseklerde korkunç bir hüzündür bunun nedeni! Evet içime yerleşmiş olan, dünyada her yerde, her şeyin aynı olduğu kanısı idi bunun nedeni. Çok eskilerden beri seziyordum bunu ama kesin kanısı birdenbire yer etti içimde. Ansızın dünya varmış ya da hiçbir yerde hiçbir şey yokmuş, benim için bunun bir anlamı olamazmış gibi hissettim. Benim için hiçbir şeyin var olmadığını bütün varlığımla duymaya, anlamaya başladım. Başlangıçta daha önce her şey varmış gibi geliyordu bana. Ama sonra daha önce de bir şeyin olmadığını ancak nedense bana öyle geldiğini anladım. Yavaş yavaş hiçbir zaman hiçbir şeyin var olmadığına inandım. O zaman birden insanlara kızmamaya, onları nedense fark etmemeye başladım. Onlarla birlikte sorunlarım da uzaklaşıyordu benden. (Fyodor Dostoyevski-Tuhaf bir adamın rüyası)
Kader insana benzer. Eğer bize yaptıklarından etkilenmediğimizi ona gösterirsek o zaman bizi rahat bırakır. (Fernando Pessoa– Ophelia’ya mektuplar)
İşçinin alın terini kurutmaları yüreğimi yaralıyor. Uzaklara gitmek istiyorum. Çok uzaklara. Yorgun gözlerim topraktan ve gökyüzünden başka şey görmesin artık.
İlkbahardaki bir nehir gibi hızla akıp gidiyordu ömrümüz. Akıp giden geri gelmiyor. Bu nedenle bu yedi yıl sonsuzluk gibi gelmişti biz sabırsızlara! Bedenlerimiz birbirini bu kadar arzularken, dudaklarımız sevdiğinin öpücüğüne bu kadar susamışken katlanılacak gibi değildi bu yedi yıl. Fakat yüce tanrım, Yakup yine de boyun eğdi bu hükme. Ben de uydum babamın buyruğuna. Yüreğimizi elimize aldık ve ona itaat etmeyi, sabretmeyi öğrettik. Sabretmek aciz kullar için ne zor! Çünkü yanan yüreği canlı bedenimize sen koydun. Yeryüzündeki ömrümüzün ne kadar kısa olduğunu, bilincinin ve korkusunun tohumlarını derinlerde bir yerlere sen yerleştirdin. Ömrümüzün sonbaharı ilkbaharının çok yakınındadır. Yazı ise hiç uzun değildir. Bu nedenle böyle bir sabırsızlık çalkalanır kanımızda! Bu nedenle büyük bir açlıkla uzanır ellerimiz sevdiğini almaya! (Stefan Zweig- Rahel tanrıyla hesaplaşıyor)
Onu görmek, sesini duymak, çöpü atmak için sokağa çıkıp yıldız kaymasına şahit olmak gibiydi. (Beyza Alkoç-Sınırsız)
MAVİNİN İZİ
Severim gök maviyi
En az su yeşili kadar
İz bırakır ruhuma gelecekten
Gösterir hatıraları geçmişten
Haber verir sanki bana hayatın içinden
Tat kalır ağzımda hafiften,
Kaldırdığımda başımı
Sadece beyaz bulutlarla, sapsarı güneşle değil
Seninle de doldurur içimi
Bilirim cömertçe verdiklerini
Su serptiğini en kara günlerde yüreğime
ve bazen de ateşe dönüştürdüğünü
Yeniden başlamam gerektiğini fısıldayan rüzgarları
Mavi böyledir işte
Bir tuval gibidir benliğimde
Üzerine işlerim hayatı
Yumuşacık kucaklayışında kaybolurum
Düşüşüm de kayboluşum da acısız olur
Dünyevi acılar mavinin iziyle yol olur, ışık olur
Serzenişlerimi eritirim avuçlarında
Ertesi günün yankısı duyulur kulağımda
Ayağa kalkmanın, koşmanın, tırmanmanın adıdır mavi
Sadece heyecanla değil, neşeyle de dolarım bil ki!
(Himself)
Oz büyücüsü adlı eserdeki Dorothy’yi diğer masal kahramanlarından ayıran, her şeyi tek başına yapmak zorunda olmasıdır. Ama tıpkı erkek masal kahramanlarını koruyan iyilik perileri gibi, kendisini de iyilik cadısı korumaktadır. Yolculuğu esnasında Dorothy üç kişiyle tanışır. Korkuluk kendine güveni düşük, aptal olduğuna dair inancı tam, aşağılık kompleksine sahiptir. Teneke adam ise kalbi olmayan biridir. Hissedememekten yakınır. Korkak aslan, çalıların arasından gelene geçene kükreyen ama karşı karşıya gelince korkudan titreyen biridir. Yazarın bu eserinde bu üç figür toplumun üç sınıfını sembolize eder. Korkuluk aklına güvenmediği için popülist siyasetçilerin peşinden giden cahil çiftçiler, teneke adam sanayileşmeden ve kapitalizmden dolayı kendine yabancılaşan işçi, korkak aslan ise esip gürleyen ama asla harekete geçmeyen politikacılardır.
Çoğu insan kendine değil aslında dış faktörlere güvenir. Bunlardan parayı, malı ve statüyü çekip aldığınızda çırılçıplak hissederler kendilerini. 21.asır insanı dışarıdan sağlam görünen bir enkazdır.
Kapitalizmin işleyiş mekanizmasının temelinde, insanı eksik hissettirme gücü bulunur. İnsan eksik olabilir lakin onun eksiğini giderecek olan, sistemin ürettiği mal ve hizmetler değildir.