Kültür Sanat Edebiyat Şiir

tımarhane duvarı sizce ne demek, tımarhane duvarı size neyi çağrıştırıyor?

tımarhane duvarı terimi Maria Puder tarafından tarihinde eklendi

  • Maria Puder
    Maria Puder

    ''Aristoteles demagogları demokrasiyi içten yiyen bir böceğe benzetir. Günümüzde ise bu böcek tanımı belki modern biyolojinin tanımladığı retrovirüslerle ilişkilendirilebilir. Retrovirüsler, insan DNA’sını yeniden yazarak, gerçek anlamıyla, bedenin kendi kendisine düşman kesilmesine sebep olurlar; yani konakçı oldukları bedeni ele geçirip, bedenin ham maddesini adeta bir silah olarak kullanarak onu yok ederler.''

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Upuzun Trenler Gibi


    Yağmurlu havaları niye sevdiğin şimdi belli
    Hiç bir şey gibi değil,
    Upuzun trenler gibi yalnız kadınlar

    Ali Asker Barut

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Tolstoy Günlükler’inde şöyle der: “Tekil ve dünyadan ayrı olduğumuz illüzyonuna alışmamız ne kadar şaşırtıcıdır. Ama bu illüzyonu fark ettiğimizde, insanın bütünün parçası olmadığını, sadece zamansız ve uzamsız bir şeyin zamansal ve uzamsal tezahürü olduğunu görememesinin nasıl mümkün olduğuna hayret ederiz.” Tolstoy’a göre ayrı olmamızın bilinci, kelimenin tam anlamıyla bireysel özbilinç, salt bedensel olarak ayrı olmamız gerçeğiyle ilişkilidir, öte yandan bizatihi bu bedensellik alanı, çokluğu ve bölünebilirliğiyle hayali ve gerçekdışıdır. Tolstoy dış dünyayla ilgili fenomenalist öğretide, principium individuationis [bireyleşme ilkesi] öğretisini aldığı Schopenhauer’den derinlemesine etkilenmiştir. Ama Tolstoy kişinin bireyselliğini –kendi ifadesiyle “hayvani kişiliğini”– “rasyonel bilinç”le yaşayan kişiliğinden ayrı tutar. Ama bu yüksek kişilik anlayışında özgünlük momentini tümüyle reddetmez. Hayat Üzerine’de şöyle yazar: “Benim köklü ve özel benliğim… asıl benliğim… uzamsal ve zamansal koşullardan bağımsızdır ve bizler tarafından uzamdışı ve zamandışı bir alandan dünyaya taşınır; dünyayla olan müstesna ilişkimde mevcut olan bu şey, benim sahici ve gerçek benliğimdir.” Her insanda özel, bir tek ona özgü dünya anlayışı ortaya çıkar; bu, bireysel özgünlüğün hakiki ve nihai kaynağı olarak hayvani kişilikte de kendini gösterir. Tolstoy’un bu öğretisi Kant’ın ve Schopenhauer’in kavranabilir karakter öğretisine çok yakındır

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Deli Sana gelsin :)))


  • Deli Diyorlar Bana Desinler Değişemem
    Deli Diyorlar Bana Desinler Değişemem

    abboooooooooooo...peki ben bu duvarı neye görmedim nannnnnn..neyeeeeee ?

  • Maria Puder
    Maria Puder

    her şeye rağmen bir süre daha dosyalarını güncellemeye devam ettiğini hatırlıyorum. artık aradığı kitabı bulamaz olmuştu ve bu durumu sık yaşamaya başladı. bulamadığın kitap var olmayan kitaptır, denir; ama durum bundan da vahimdi. tıpkı ulusal kütüphanelerdeki gibi içinde dosyalarını tuttuğu, eksi ofislerdekilere benzer, sürme kapaklı ve çekmeceli maun bir dolabı vardı. yirmi bin kitap öyle kendiliğinden düzenlenmiyor. düzen konusunda katı, hatta insanüstü bir anlayışa sahip olmak gerekiyor diyebilirim ve bir yönteme, anlamları onları tanımlayan rakamlardan son derece farklı olan eserleri kataloglama gibi sevimsiz bir işe zaman ayırmak gerekiyor bir de. zira oraya başlığı, yazar adını, sizin için yazdığı kısa özeti, içerdiği temel anlamı koyacak. kişi amazonlara gitmek isterse yaşayacaklarından farklı bir yığın ayrıntıyla uğraşmalıdır, fakat bilir ki bu ayrıntılar ona rehberlik edecek ya da fayda sağlayacaktır. şayet bir şiir yazmak isterseniz iş gören bir kaleme ve kâğıda ihtiyacınız vardır, bir kadını kendinize âşık etmek isterseniz pek çok farklı ve kim bilir belki de tatsız şekilde hazırlanmanız icap eder, mesela ayak tırnaklarınızı kesmeniz gerekir. brauer’inki gibi bir kütüphaneniz varsa dosyalama işi kaçınılmazdır. insan pek çok kitabı fethedebilir ama bir kâşif onları idare etmekle yükümlüdür. kitapları birbiri ardına yalayıp yutmaya can attığından, sevdiği bir uğraş değildi bu. sanırım dosyalama işinde oldukça geri kalmıştı. becerebileceğine inanmıyordum ama birkaç ay sonra bu işi neredeyse hallettiğini söyledi. “en kötüsü de,” dedi, “beni en çok uğraştıranın yakınlık meselesi olması.” bu, bir şeylerin yolunda gitmediğinin ilk göstergesiydi. orada, şu an sizin oturduğunuz yerde oturduğu bir akşam bana kavgalı yazarları aynı rafa koymamaya karar verdiğini açıkladı. mesela borges’le, arjantinlinin ‘profesyonel endülüslü” olarak tanımladığı garcía lorca’yı yan yana koymaya cesaret edemiyordu. her ne kadar bu durum onu koleksiyonundaki her bir cilde verdiği numaraları göz ardı etmeye mecbur kılsa da iki yazar arasındaki intihal suçlamalarına dayanarak shakespeare’in bir eserinin yanına marlow’unkini de koyamazdı. elbette martin amis’in bir kitabının yanına julian barnes’ınki gelemezdi, yahut daha sonra kavgaya tutuşan iki arkadaş vargas llosa ile garcía márquez’in romanları da yan yana duramazdı asla. [kâğıt ev, carlos maría domínguez, çev. seda ersavcı, jaguar kitap, syf. 48-50]

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Siz

    bir aşk başka bir aşk içindir
    bilemediniz
    dilinizin dutuna
    kirazına gülüşünüzün
    korkuluklar dikilmiş
    işte gördünüz

    yanımlı aşkları yansılıyor
    kaçamak bir yağmurla
    azcık ıslanıyor sesiniz gülüşünüz
    bu bir çağrı değil
    tut ki geldiniz
    susamış bir düşü
    kandırabilir misiniz

    insan boşluğu bu düştüğüm
    belki umarsız, ama yalnızca siz
    denizimin üstünde
    unutmayı ansıtan
    tek bir gemi gibisiniz

    Zeynep Uzunbay

  • Maria Puder
    Maria Puder

    ''Oyunlarla yaşayanlar'' bize alakasız ve eğreti bir şekilde Turgut ve Selim'i sununca başladık Oğuz'un Turgut ve Selim'lerini aramaya....

    Her iç, içine bir baş koyar dimdik... Onları öldürerek biz eğdik....

  • Mirii Mirann
    Mirii Mirann

    En güzel makam boyundur, üzerine başını dik oturmuşsan...

  • Maria Puder
    Maria Puder 22.03.2018 - 09:59

  • Maria Puder
    Maria Puder 22.03.2018 - 09:55

  • Maria Puder
    Maria Puder 22.03.2018 - 09:16

  • Gök Yüzü
    Gök Yüzü

    psikatriste giden çoğu kişi
    aslında psikatrlık olup bunu kabul etmeyen kişiler tarafından o hale gelmiş kişilermiş

    ortalıkta bunlardan o kadar çooook var ki...
    yani kabul etmeyen, kendinde kusur bulmayan ama insanları delirtmekle meşgul tipler.

  • Maria Puder
    Maria Puder

    İlaveten ortu alga çok yaratıcı ve Türkiye'nin tutumu asla çok yakın. (tutunamayanlar)

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Tutunamayanlar-Oğuz Atay


    "Hayatım hayatımın romanı olsun.." diyerek başlayalım..

    En çok yarım bırakılan kitaplar arasında 1, En çok okunacak kitaplar arasında 3. sırada olması bile bir çelişki teşkil etmiyor mu? Meraklanıp, kitaba başlayıp, kitaba tutunamayanlar: (Selim olsa hepinizden tiksiniyorum derdi :)) )

    Kitap hakkında fikir ve naçizhane tavsiyelerime gelirsek:
    1. Kitaba korku ile başlamayın ( "Yok bu kadar insan iyi kitabı neden yarım bıraksın ki?" gibi)
    2. Hiçbir olumsuz yorum sizi yıldırmasın;
    3. Kitabın kalınlığı, sayfa sayısı gözünüzde dağ olmasın;
    4. Kitaba başlamadan önce akıcı bir roman olacak diye düşünmeyin;
    5. Ve sonda yeni ve hiç bilmediğin türden kapılar açmak senin elinde..

    İlk başlarda okuduğumda biraz afallamıştım. Bir çok okurun dediği "anlaşılmamazlık, akıcılık" kısmı bende yoktu. Ama bunlar güzel günlerimdi. Kitap bir yerden sonra karmakarışık olmaya başladı. Karakterler belleğimde kayboldular. Kitabın gelgitleri beni yormaya başladı. Okuduğum kısımların üzerinden iki kere geçmek zorunda olduğum bile oldu.

    Sonra yavaş yavaş taşlar yerinde durmaya başladı.
    * Okumadığım zamanlarda okumak için içimden gelen talep;
    * Her an Selim`in yerine kendimi koymam;
    * Bir okumaya başladım mı ne kadar çok okuduğuma kendimin bile şaşması, vs.vs.

    Bir süre sonra kendinizden geçiyor, ara sıra Turgut çokça Selim oluyorsunuz. Altını çizdiğiniz alıntıları okudukça anlıyorsunuz ki aslında bu çaba boşuna değildi.

    Kitabı akıcı bir roman olarak değil, piskolojik ve felsefik yönden ele alırsak daha az hata yapmış olur, daha çok okumak için yol kat etmiş oluruz.

    *En sıkıldığım nokta (1 ay o bölüm yüzünden aksadım) Günseli`in Selim hakkında konuştuğu bölümdü. İlk kez kitapta o bölümde sıkıldım. Paragraf boyunca bir tek virgül, nokta işaretine rastlamadım. Bu beni yıldırmadı desem yalan olur.

    Bundan başka,
    * "Tutunamayanlar Ansklopedisi" ilginçti;
    * Karekter analiz ve seçimi başarlıydı;
    * Yazarın kelime cambazlığı harükuladeydi;
    * Alıntılar mükemmeldi;
    * Olric fikri orjinaldi benim alemimde (en azından isim konusunda)

    *En akıcı nokta: Selim`in günlükleriydi. Selimi en iyi anladığımız kısımlar o kısımlardı çünkü.

    Bir puanı- Günseli`nin anlatım biçimi ve bir de bende saklı kalacak bir sebep yüzünden kesiyorum. Bunlardan başka okumanız için elinizde mükemmel bir roman mevcut.

    Hiçbir şey için değilse bile, merakımı giderdiğim için bile değer diye düşünüyorum.:)
    Mükemmel bir dibe vuruş hikayesi için kolları sıvayın derim.
    Tabiri caiz ise:
    "Ben iç dünyama dönüyorum. Orada hayal kırıklığına yer yok." diyenlerin romanı.

    "Tanrı, tutunamayanlardan rahmetini esirgemesin..."
    Kitaba ve hayata tutunmanız dileği ile..

  • Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim
    Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim







    j

  • Abdullah Artaç Arslan
    Abdullah Artaç Arslan

    Alttaki yazıyı yazma sebebim şudur.
    17 Nisan Cuma günü, namazda imam Çanakkale Deniz Zaferi ile ilgili hutbe okuyup orda şehit ve gazi olan Mehmetçiklerimize hayır dualar etti.
    Akabinde gece bir tartışma programında Chp li bir vekil , vay anam ne diye Mustafa Kemal Atatürk'ün adı bu hutbede geçmedi diye feveran etti.
    Ki namaza gitseydi o vekil efendi bilecekti Mustafa Kemal ve silah arkadaşları dediğini imamın :-)
    Velev ki dememiş olsun. İyi de kardeşim Mustafa Kemal, deniz savaşında yoktu ki zaten çünkü o bir kara subaydır.
    Harbiden bu insanlar neyin kafasını yaşıyor şaşıyorum.
    Mustafa Kemal Atatürk'ün yaptıkları harika şeylerdir. Üzerinde yaşamaktan onur duyduğum bu ülkenin Önderidir. Ama çaya çorbaya limon der gibi Atatürk'ü herşeye sokma ve katma gayretinden vazgeçin artık.
    Allah'tan ki Fatih Sultan Mehmet Han'ın yaşadığı döneme yakın yaşamamış Atatürk. Ez kaza öyle bir şey olsa idi ne yapar eder bu zihniyet Atatürk'ü oraya da katardı. :-)))
    Yapmayın böyle Allah aşkına.
    Atatürk ne sizin yazdıklarınızla büyük olacaktır. Ne de başkalarının ona sövmesi ile küçülecektir.
    Allah mekanını cennet eylesin.

  • Abdullah Artaç Arslan
    Abdullah Artaç Arslan

    Mustafa Kemal Atatürk'e selam olsun.
    Lakin Paşam günümüz de seni olmadığın yerlere koyanlar var. Tarihi bilmeyenler tarih yazıp içine seni katar olmuş.
    18 Mart 1915 deniz savaşları zaferidir. Ve Yarbay Mustafa Kemal bir piyade olduğu için denizde değil kara da bulunan bir subaydir. Hani bilmeyenler öğrensin diye yazıyorum. Yani bahriyeli değildir. Deniz ile bir konumda bulunmaz en mantıklı sunumla.
    Ve ki Yarbay Mustafa Kemal 25 Nisan'da 27. Alay ile beraber, komutanı olduğu tümenle beraber Arıburnu'nda Anzakların ilerleyişini önlemiştir.
    Yani savaşa ilk dahli 18 Mart sonrasıdır.
    Hani en azından tarihi bilmiyorsunuz bunu anladık. İyi de kardeşim Mart ile Nisan ayının da hangi sırada olduğunu da mı bilmiyorsun?
    :-)

  • Maria Puder
    Maria Puder

    İkiyüzlülükle en akıllı yetişkinleri bile kandırabilirsiniz, fakat çok zeki olmayan küçük bir çocuk bile ne kadar iyi saklanmış olursa olsun ikiyüzlü bir insanı hemen tanır ve ondan tiksinir.

    Tolstoy

  • Delir Banane
    Delir Banane 20.03.2018 - 11:47

  • Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim
    Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim

    ruhuma bir ervahı ezelden oku be duvar........

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Evrime göre insanla amip arasında büyüklenme sebebi yoktur. Eşek ki çok değerli bir hayrandır. Ha bazı insanları kendi türleri ile mukayese edebiliriz belki. Onda bile tesadüfler, doğal seçilim ve DNA suçlu olur . :)

  • Sevgili Darvin
    Sevgili Darvin

    Ah maria maria... eşşeğin kulağına yasin oku oku, eşşek yine eşşek. Sen tutmuş zır cahile evrim anlatmaya kalkıyorsun.
    Ormanda eşekle tilki anlaşmazlığa düşmüşler. Eşek, renk körüymüş ve yediği otun kahverengi olduğunu söylüyormuş. Tilki de ısrarla 'O ot yeşil.' diyormuş. En sonunda kavga etmeye başlamış ve mahkemelik olmuşlar.
    Eh, ormanda hakim kim?
    Aslan. Ormanlar kıralı onları dinlemiş ve demiş ki:
    - Tilki haklı. O ot yeşildir.
    Tilki sevinip eşeğe dönmüş.
    - Bak, gördün mü?
    Aslan tilkiye demiş ki:
    - Hemen sevinme. Cezayı sana verdim.
    - Nasıl olur efendim? Hani ben haklıydım?
    - Haklısın ama cezayı eşekle tartıştığın için verdim.

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Okumayı sevmeyen bir halk olduğumuz için haklı olabilirsin.

  • Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim
    Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim

    iyisin hoşsun da çok uzunca konuşuyon sanki, sonuna varana dek başı mazi oluyor.....
    uzun laf hane dağıtır diyodu anaanam doğruluk payı olabilir mi sence de???????????¿

  • Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim
    Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim

    ruh halim stiletosunun topuğu çime saplanmış försleydi kibin duvar.......

  • Maria Puder
    Maria Puder

    TARIHI BILMEMEK MI TARIHI YALNIŞ AKTARMAK MI DAHA BÜYÜK AYIPTIR?

    ANAFARTALAR KAHRAMANI


    “Bir tümen komutanının üç ayrı yerde tek başına giriştiği hareketlerle bir savaşın, hatta bir ulusun kaderini değiştirecek yücelikte bir zafer kazandığı tarihte pek nadirdir.” (İngiliz Aspinall Oglander)

    9-10 Ağustos, Anafartalar ve Conkbayırı zaferlerinin 102. yıl dönümüydü. Bu vesileyle Çanakkale'deki Atatürk'ü, daha doğrusu son yıllarda silinmek, unutturulmak istenen “Anafartalar Kahramanı”nı anlatacağım.

    ARIBURNU ZAFERİ

    18 Mart 1915 deniz zaferinden sonra düşman bu sefer karadan Çanakkale'yi zorlamaya karar verdi.
    25 Nisan 1915'te İngiliz-Fransız birleşik donanması Seddülbahir ve Arıburnu sahillerine çıktı. Sabah saat 05.30 civarında Arıburnu sahillerine ayak basan düşman çıkarma birliklerini ilk olarak o bölgeyi savunmakla görevli 27. Alay karşıladı. Onun yardımına, sabah 9.45, 10.00 civarında 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal'in komutasındaki 57. Alay yetişti. Mustafa Kemal, komutanlara, “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve komutanlar geçebilir” diyerek 57. Alay'ı düşmanın üzerine sürdü. Conkbayırı sırtlarında gün boyun devam eden boğaz boğaza çatışma sonunda düşman çıkarması sonuçsuz kaldı.
    İsmet Görgülü, şöyle diyor: “Yarbay Mustafa Kemal, düşmana taarruz etmek için Ordu Komutanından gerekli izni almayı bekleseydi, düşman muharebenin ilk saatlerinde, bölgenin en hâkim tepeleri olan Conkbayırı ve Kocaçimen'i ele geçirecek ve Boğaz yolunu açmış olacak, Seddülbahir'i de savunan Türk kuvvetlerini de kuzeyden kuşatmış olacaktı. Aynı zamanda düşmanın çıkarma yaptığı Arıburnu ve Seddülbahir bölgelerine, muharebenin ilk gününde müdahale edebilecek mesafede Türk birliği bulunmadığından (M. Kemal'in tümeni hariç) Mustafa Kemal'in bu tarihi müdahalesi olmasaydı Çanakkale Muharebeleri, 25 Nisan günü kaybedilebilirdi.” (İsmet Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu, (1912-1922), Ankara, 1993, s.83,84)

    MADALYALAR, NİŞANLAR, TERFİ

    Mustafa Kemal, bu başarısından dolayı “Arıburnu Kuvvetler Komutanlığı”na getirildi ve 25 Nisan 1915'ten 16 Mayıs 1915'e kadar, bölgedeki tüm kuvvetleri komuta etti.
    3. Kolordu Komutanı Esat Paşa, 30 Nisan 1915'te Mustafa Kemal'e bir kutlama telgrafı çekti: “Geceli gündüzlü devam eden harbi, başarı ile yöneterek her an bir başka surette belirmekte olan fedakâr hizmetlerinizin devamını bekler, sizi yürekten kutlarım” dedi.
    Mustafa Kemal, Çanakkale'deki başarılarından dolayı 30 Nisan 1915'te Gümüş İmtiyaz Madalyası aldı, bunu Altın ve Gümüş Liyakat Madalyaları izleyecekti.
    10 Mayıs'ta, Mustafa Kemal'in Arıburnu muharebelerini yönettiği tepeye 3. Kolordu Komutanlığı'nın günlük emriyle “Kemalyeri” adı verildi.
    17 Mayıs'ta Mustafa Kemal'e, padişah adına “Muharebe Altın Liyakat Madalyası” verildi.
    23 Mayıs'ta, Alman İmparatoru tarafından “Demir Haç” nişanıyla ödüllendirildi.
    1 Haziran'da albaylığa terfi etti.
    15 Temmuz'da da, “Takfon” (nikel, bakır, çinko alaşımı) Harp Madalyası verildi.

    GERÇEKLEŞEN ÖNGÖRÜ

    Mustafa Kemal, düşmanın yeni taarruzunun Arıburnu'nun kuzeyinden olacağını üst makamlara tam üç kez söyledi: 1 Haziran'da Ordu Kurmay Başkanı Yarbay Kazım'a söyledi; 3 Haziran'da Kuzey Grubu Komutanlığı'na, Esat Paşa'ya yazdı; 9 Haziran'da da telefonla Yarbay Kazım'ı arayarak Liman Paşa'ya söyledi. Ancak bu istekleri sonunda bölgeye sadece bir tabur verildi. Mustafa Kemal, Arıburnu cephesinin, bunun kuzeyinin ve Kabatepe bölgesinin ayrı ayrı komuta edilmesini istiyordu. Bunu, 1 Haziran'da Ordu Kurmay Başkanı'na anlattığı gibi, 9-12 Haziran arasındaki yazışmalarla da gündeme getirdi. Sonunda Kuzey Grubu Komutanı Esat Paşa ile Kurmay Başkanı Yarbay Fahrettin, Mustafa Kemal'in Düztepe'deki komuta yerine gelerek arazi üzerinde tartışıp onu ikna etmek istediler. Mustafa Kemal'in ısrarla önemini vurguladığı Sazlıdere'nin yatağı tam ayaklarının dibinden başlıyordu. Hemen sağ taraflarında ise Sarıbayır silsilesinin üç önemli tepesi yükseliyordu. Bir süre Düztepe'den altlarındaki manzarayı seyrettiler. Sonra Yarbay Fahrettin, “Bu arazide ancak çeteler yürüyebilir” dedi. Esat Paşa Mustafa Kemal'e dönerek, “Düşman nereden gelecek?” diye sordu. Mustafa Kemal eliyle Arıburnu bölgesini göstererek “Buradan!” yanıtını verdi ve eliyle Arıburnu'ndan başlayıp Kocaçimentepe'ye kadar olan alanı göstererek “Düşman buradan hareket edecek” dedi. Kolordu Komutanı Esat Paşa gülüp Mustafa Kemal'in omzunu okşayarak, “Merak etme beyefendi, gelemez!” dedi. Artık daha fazla konuyu uzatmanın bir işe yaramayacağını anlayan Mustafa Kemal, “İnşallah sizin dediğiniz gibi olur” demekle yetindi.
    Mustafa Kemal'in uyarılarını Esat Paşa dikkate almadı, ancak Albay Mustafa Kemal'in, Tümgeneral Esat Paşa ile yaptığı tartışmada söylediği her şey gerçekleşti: Anzakların geleceği yönü bildi, bu hattı tutamayan Türk ordusu, tam da öngördüğü gibi, gerileyip Şahinsırt'a kadar çekildi ve Anzak kuvvetleri Türk hatlarının gerilerine sarktı.
    Lord Kinross şöyle diyor: “Seferin başından beri ikinci kez, Mustafa Kemal'in görüşü doğru, üslerininki ise yanlış çıktı. 6 Ağustos'ta düşman, tam Esat Paşa'ya söylemiş olduğu çizgi üzerinden saldırıya geçti…”

    ANAFARTALAR GRUP KOMUTANI

    General Hamilton'un “Anzak Planı”na göre General Goodly emrine verilen 20 bin kişi -tam da Atatürk'ün tahmin ettiği gibi- Arıburnu kuzeyinden yürüyerek Kocaçimen-Conkbayırı-Düztepe hattını ele geçirip Türk savunma hattını çökertecekti.
    6 Ağustos 1915'te Conkbayırı-Kocaçimen'e yönelik düşman taarruzu başladığında Esat Paşa'nın bütün dikkati Kanlısırtta'ki düşman taarruzundaydı. Bu nedenle kuzeydeki taarruza müdahale edememişti.
    Conkbayırı'ndaki düşman taarruzuna ilk olarak 19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal müdahale etti. Mustafa Kemal, düşman taarruzunu duyar duymaz kendisine gönderilen 14. Alay 1. Tabur'dan bir bölüğü gece yarısı Conkbayırı'na ve 72. Alay'dan iki bölüğü de Şahinsırt'a gönderdi. Böylece Conkbayırı'nda ilk direniş hattını oluşturdu.
    8 Ağustos 1915'te, Conkbayırı, İngilizlerin eline geçti. Mustafa Kemal, saat 19:00'da Kuzey Grubu Komutanı Esat Paşa'ya, Conkbayırı bölgesindeki kritik durumu anlatarak 5. Ordu Komutanı Liman von Sanders'i ikaz etmesini istedi. Durumun iyice kötüleşmesi üzerine, 5. Ordu Komutanı adına Kurmay Başkanı Albay Kazım (İnanç), Mustafa Kemal'i telefon başına çağırarak “Durumu nasıl gördüğünü?” sordu. Mustafa Kemal, “Bütün mevcut kuvvetlerin, komutam altına verilmesinden başka çare kalmamıştır!” diye cevap verince, şaşıran Kurmay Başkanı, “Çok gelmez mi?” dedi. Mustafa Kemal, “Az gelir!” karşılığını verdi. İşte o kritik aşamada Mustafa Kemal, gece saat 21.50'de Mareşal Liman von Sanders'in emriyle Anafartalar Grubu Komutanlığı'na getirildi.
    Mustafa Kemal, böyle bir görevi severek isteyerek kabul etmişti. Kendi ifadeleriyle, “Böyle bir sorumluluğu yerine getirmek, basit bir iş değildir. FAKAT BEN VATANIM MAHVOLDUKTAN SONRA YAŞAMAMAYA KARAR VERDİĞİM İÇİN kemali iftiharla bu sorumluluğu üstüme aldım. Ve hemen, saatlerce uzakta bulunan Çamlıtekke Karagahı'na atla hareket ettim.” (Ruşen Eşref, Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal İle Mülakat, s. 15)

    555
    BİRİNCİ ANAFARTALAR ZAFERİ

    Gece yarısı yola çıkarken Fırka doktoru Hüseyin Bey'i de yanına aldı, çünkü o sırada hastaydı. Kendi anlatımıyla: “Yaverim Kazım Efendi, o gün şehit olmuştu. Rasim Efendi adında diğer bir süvari zabitini de aldım. Dört aydır o yerde, yani ateş hattından üç yüz metre geride cesetlerin çürümesiyle bozulmuş bir hava teneffüs etmekte idim. O gece saat on birde zindan gibi zifiri karanlıklar içinde oradan çıkınca ilk defa temiz bir hava karşısında bulundum. Fakat bu güzel havayı zulüm ve şüphe içinde teneffüs etmek nasip oluyordu.” (Ruşen Eşref, age, s. 15)

    88
    Kaç gecedir uyumamıştı. Hem yorgunluktan hem sıtma nöbetinden dolayı halsizdi. Avurtları çökmüş, benzi sararmış, iki derin çukura yuvarlanmış gibi duran mavi gözleri kızarmıştı. Ancak kendine güveni tamdı. Lord Kinross'un ifadesiyle “sorumluluk onda uyarıcı bir ilaç etkisi yapıyordu”. Ne de olsa bölgedeki tüm kuvvetler emrine verilmişti.
    Gece karanlığında saat 01.30'da grup karargâhına vardı. Gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra sabah 04.30'da atına binip savaşı yöneteceği tepeye gitti.
    9 Ağustos günü, 7. ve 12. Tümenlerin sabaha karşı başlayan taarruzunu, Anafartalar bölgesindeki bir tepeden başından sonuna kadar yönetti. Sayıca çok daha kalabalık olan düşman bozguna uğrayarak kaçtı. Böylece Birinci Anafartalar Zaferi kazanıldı.

    CONKBAYIRI TAARRUZU

    Mustafa Kemal Anafartalar Zaferi sonrasında Çamlıtekke'de, Liman von Sanders ile görüşerek akşam, Conkbayırı ile Suyatağı arasındaki 8. Tümen Karargâhı'na hareket etti. Büyük Anafarta kasabasının doğusunda tam tepelerinde bir İngiliz uçağı belirdi. Yanındakiler, hedef oluşturmamak için hemen ağaçların arasına dağılmalarına karşın Mustafa Kemal ve yanındaki bir asteğmen, hiçbir şey olmamış gibi yola devam etti. Uçağın takibinde Kurtgeçidi'ne yaklaştıkları zaman Conkbayırı tepesinden ve onun daha kuzeyinden Anzakların piyade ateşi altında 8. Tümen Karargâhı'na ulaştı. Buraya ulaştığında yanında bir tek Süvari Asteğmen Zeki (Doğan) vardı. Kurmaylarından ve yaverlerinden hiçbiri daha gelmemişti. Kötü koşullardan dolayı bir kısmı gece yarısına doğru, bir kısmı da ertesi gün karargâha gelebilecekti.
    10 Ağustos'ta sabah saat 04.30'da Mustafa Kemal'in komutasındaki Türk birlikleri ( 23, 24 ve 28. Alaylar) Conkbayırı'nda düşmana saldırdı. 4 saat süren kanlı süngü muharebeleri sonunda Conkbayırı'nıın tamamı ele geçirildi.
    Düşmana çok büyük kayıplar verdirilen bu savaş sırasında General Boldwin ve Kurmay Başkanı öldü. Mustafa Kemal de göğsündeki saate isabet eden bir şarapnel parçasıyla yaralandı.
    Mustafa Kemal, Conkbayırı'nı geri aldıktan sonra öğleden sonra 8. Tümen'e veda ederek Anafartalar Grubu Karargâhı'na döndü.
    5 gün süren Conkbayırı taarruzunda; resmi kayıtlara göre Türk tarafı 20 bin, düşman tarafı ise 25 bin kayıp verdi. Yani toplam kayıp 45 bin civarındaydı.
    10 Ağustos Conkbayırı taarruzu hakkında, Fahrettin Altay Paşa'nın yorumu şudur: “Mustafa Kemal, 10 Ağustos'ta yalnız İstanbul'un değil, bütün bir memleketin işgalini önlemişti. Artık ümitleri kalmayan İngilizler, iki ay sonra Gelibolu Yarımadası'nı boşaltıp çekilip gitmeye mecbur kalıyorlardı.”
    21 Ağustos'ta Albay Mustafa Kemal'in komutasında İkinci Anafartalar Zaferi kazanıldı.
    1 Eylül 1915'te Mustafa Kemal'e Gelibolu'daki “üstün başarılarından” dolayı Gümüş Liyakat Madalyası verildi.
    8 Ağustos 1915'te Anafartalar Gurup Komutanlığı'na getirilen Mustafa Kemal'in bu görevi, Çanakkale'den ayrılacağı 10 Aralık 1915'e kadar devem etti. Anafartalar Grup Komutanı olarak emrinde 3 kolordu (2, 15 ve 16. kolordular) vardı. Turgut Özakman'ın da belirttiği gibi, “Çanakkale Savaşı boyunca, Liman Paşa dışında hiçbir komutan, bu kadar uzun zaman, bu kadar çok birliği ve bu kadar geniş bir alanı komuta etmemiştir.”
    Demem o ki, Atatürk'süz bir Çanakkale Savaşı tarihi yazılamaz. Buna teşebbüs etmek için ya kör cehil ya nankör ya da azılı bir Atatürk düşmanı olmak gerekir.

    Demirden bir kitlenin aslanca saldırısı
    Mustafa Kemal, hatıralarında, Conkbayırı Taarruzu'nu nasıl başlattığını şöyle anlatır:
    “Gün doğmak üzereydi. Çadırımın önüne çıktım. Hücum edecek askeri görüyordum. Oradan hücumun yapılmasını bekleyecektim. Gecenin karanlık perdesi tamamen kalkmıştı. Artık hücum anıydı. Saatime baktım. Dört buçuğa geliyordu. Birkaç dakika sonra ortalık tamamen ağaracak ve düşman askerlerimizi görebilecekti. Düşmanın piyade, mitralyöz ateşi başlarsa ve kara ve deniz toplarının mermileri bu sıkı düzende duran askerlerimiz üzerinde bir defa patlarsa hücumun imkânsızlığından şüphe etmiyordum. Hemen ileri koştum. Tümen kumandanına rastladım. O da ve her ikimizin refakatimizde bulunanlar beraber olduğu halde hücum safının önüne geçtik. Gayet kısa ve seri bir teftiş yaptım. Önünden geçerek yüksek sesle askerlere selam verdim ve dedim ki: ‘Askerler! Karşımızdaki düşmanı mağlup edeceğimize hiç şüphe yoktur. Fakat siz acele etmeyin. Evvela ben ileri gideyim. Siz, ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birden atılırsınız.' Kumandan ve subaylara da işaretimle askerlerin dikkatini çekmelerini emrettim. Ondan sonra hücum safının önünde bir yere kadar gidildi ve oradan kırbacımı havaya kaldırarak hücum işaretini verdim. Bütün askerler, subaylar, artık her şeyi unutmuşlar, bakışlarını, kalplerini, verilecek işarete yöneltmiş bulunuyorlardı. Süngüleri ve bir ayakları ileri uzatılmış askerlerimiz ve onların önünde tabancaları, kılıçları ellerinde subaylarımız kırbacımın aşağı inmesiyle demirden bir kitle halinde aslanca bir saldırıyla ileri atıldılar. Bir saniye sonra düşman siperleri içinde gökyüzüne yükselen bir sesten başka bir şey işitilmiyordu. Allah, Allah, Allah… Düşman silah kullanmaya vakit bulamadı. Boğaz boğaza kahramanca mücadele sonunda ilk hatta bulunan düşman tümüyle imha edildi”.
    Çanakkale her şeyden önce Türk milletinin, bütün komutanlarıyla Türk ordusunun zaferidir. Ancak 8.5 ay süren Çanakkale kara savaşlarının en önemli anlarında, en büyük zaferlerinde Mustafa Kemal vardır. Mustafa Kemal eğer 25 Nisan'da Arıburnu'nda, 9 Ağustos'ta Anafartalar'da, 10 Ağustos'ta Conkbayırı'nda, 21 Ağustos'ta 2. kez Anafartalar'da o büyük zaferleri kazanmasa ne anlamı kalırdı 18 Mart Deniz Zaferi'nin? Mustafa Kemal'in kurtarıcı hamleleri olmasa, Çanakkale Savaşı 3 günde; 25 Nisan'da, 9 Ağustos'ta veya 10 Ağustos'ta kaybedilir; İstanbul düşer, Türkiye daha 1915'te paramparça olurdu.
    Mustafa Kemal Atatürk “Anafartalar Kahramanı” olarak hep hatırlanacak ama bugün Atatürk'süz Çanakkale Savaşı tarihi yazmak isteyenleri yarın hiç kimse hatırlamayacak.


    SINAN MEYDAN

    ( ALINTI YAZI)

  • Mirii Mirann
    Mirii Mirann

    Gün adlarının kökeni:
    PAZAR: Farsça “bâzâr (çarşı)”
    PAZARTESİ: Farsça-Türkçe karışımı.
    SALI: Arapça “selase (üçüncü gün)”
    ÇARŞAMBA: Farsça “çahar+şanba (dördüncü gün)”
    PERŞEMBE: Farsça “panc-şanba (beşinci gün)”
    CUMA: Arapça “cuma (toplantı)”
    CUMARTESİ: Arapça-Türkçe karışımı.

  • Tunc Ergene
    Tunc Ergene

    Gun gelir gun gelmez olur
    Dusersin rahmine mahserin

  • İki Baharın Valsi
    İki Baharın Valsi

    Kimim Ben?
    Yazın bana ''sirius'tan gelen kurbağa'' kitap karakterlerini anımsattı.
    Gwen, kariyeriyle ilgili düşün eşiğindeyken birden bire hayatına Larry girmişti.
    Gwen'in ilk karşılaştığındaki Larry'e hissettiği çekim gücü yazında gözlemledim..
    Larry, Gwen'e asıl önemli olanın şeyin, ip uçlarını veriyordu..
    Kimim Ben? yolunun başında Larry sabırla, şefkatle ve tutkuyla Gwen'i bekliyordu

    Düşündüren yanı ve espri alışı çok güzel. Okuyunucu sıkmadan, eğlendirerek bir şeyler veriyorsun ve bunda başarılısın;))

    Sevgili Maria Başarılar