Atatürk dil konulu 252 adet kitap okumuştur. O, dil mevzuuna büyük önem veriyordu çünkü dilin iyi kullanımı, iletişimin güçlü ve sağlıklı olması, aynı dili konuşanların o dil ile ilgili düşünce geliştirirken yeni kavramları da meydana getirmeleri, dili derinleştirmeleri üzerinden yeni fikirler üretmeleri demekti. Dil aynı zamanda toplumsal bütünleşmenin en önemli unsurlarındandı.
Albert Banduranın meşhur öğrenilmiş çaresizlik kavramı önemlidir. Bireyler, içlerinde bulundukları durumu değiştiremeyeceklerine inandıklarında pasif ve çaresiz hale gelirler. Bu durum bireylerin etik seçimlerini ve sosyal etkileşimlerini derinden etkiler.
Sistem sizi sadece kontrol etmez. Bir tür kontrol malzemesi olarak da kullanır. Yani siz sadece kontrol edilen değilsinizdir, aynı zamanda kontrol eden ve tahakkümün elini güçlendirensinizdir. (Michel Foucault)
1940-1970 yılları arasında ABD'de lise düzeyindeki gençlerin eleştirel düşünme yetilerinin geliştirilmesi için hummalı çalışmalar yapılmıştı. Başını John Dewey'in çektiği psikologlar ve eğitim bilimcilerden oluşan devasa bir ekip uzun süre boyunca hem siyasi karar alma süreçlerine sağlıklı katılım hem de ekonomik istikrarın sağlanması için bireyde ne gibi özelliklerin geliştirilmesi gerektiği, nasıl akıl yürütmeleri gerektiği ile ilgili araştırmalar yapmışlardır.
Zamanımızın nüktesi, amaçlılığın intiharıdır. Bunu en gevrek anlatabilen kışı kendi gaddarlık hesapları da hayli kabarık olan bir kahkahacılar kolektifine kabul edilmekle ödüllendirilir. Böyle nükteleri düşünerek anlamaya çabalayan kişiyse, olayların dörtnala temposunun gerisine düşer çaresizce: En basit karikatürde bile tıpkı çizgi filmlerin sonu gibi çılgın bir hızla olup biliyordur her şey. Gerileyici iler-eme karşısında akıllılık da aptallığa dönüşür. Düşünceye kalan tek kavrayış, kavranmaz olan karşısında duyulan dehşettir. (Theodor Adorno-Minima Moralia)
Kendimizin eleştirel ontolojisi, kesinlikle bir teori, bir doktrin, hatta biriken kalıcı bir bilgi gövdesi olarak değil; bir tutum, bir ethos, olduğumuz şeyin eleştirisinin aynı anda hem bize dayatılan sınırların tarihsel analizi hem de bunların ötesine geçme olasılığına dair bir deney olduğu felsefi bir yaşam olarak düşünülmelidir.
Platon’a göre tam anlamıyla bilmek insan tabiatı için mümkün değildir. Gerekçelendirilmiş bir doğru inanca sahip olmak ve bunu zayıf inançlardan ayırmak ise mümkündür.
İspanya’nın Barcelona kentinde binalar denize diktir. Yani denizden karaya ve iç kesimlere doğru uzun koridorlar oluşturulmuştur ki tüm şehir o deniz havasını solusun! Böyle bir aklı, böyle bir mimariyi, böyle bir empatiyi üçüncü dünya ülkelerinde görmek mümkün değildir.
En iyi yatağı satın alabilirsin ama uykuyu satın alamazsın diyenler bile, o en iyi yatağın kulu kölesi durumundadır. Gecelerini gündüzlerini o pahalı yataklar, kıyafetler ve otomobiller için harcayanlar ne gerçek bir uykuyu, ne gerçek bir yemeği, ne gerçek bir düşünceyi ne de gerçek bir buseyi umursarlar.
Orwell'in 1984 romanında Emniyet müdürü O’Brien sorguda Winston’a şunları söyler: Biz sizi zor kullanarak kendimize benzetmeyeceğiz. Sizi değiştirmek için dayatmalar yapmayacağız. Size düşünme fırsatı vermeyeceğiz. Siz sabah işe gidip akşama kadar eşek gibi çalışacaksınız. Eve çok yorgun döneceksiniz. Okumaya, öğrenmeye, tazelenmeye, gelişmeye, serpilmeye zaman bulamayacaksınız. Bazen barlara, bazen de benzer eğlence yerlerine gideceksiniz. Orada dağıtacaksınız kafanızdaki dumanı. Ama asla gerçek sorunlarınızı çözmek için vakit bulamayacaksınız. Sonunda içinizi boşaltacağız. Boşalan içinize biz kendi istediklerimizi dolduracağız.
Sözler ve fikirler klişeye dönüştüğünde inananları artar. Bu klişe zaman geçtikçe daha da sabit, daha da mutlak hale gelir. Başlangıçta muğlak olan, sonradan mutlak oluverir. Aksi ispatlansa ya da safsata olduğu ortaya çıksa da sabit kalır o fikrin ardından gidenler. Bunun sebebi o fikrin getirdiği rahatlıktır. Sığ beyinler, rahatlamayı hakikatin o tükenmez yolculuğuna tercih ederler.
Gösteri kendini, hem bizzat toplum olarak, hem toplumun bir parçası olarak ve hem de bir birleştirme aracı olarak sunar. Gösteri, toplumun bir parçası olarak, özellikle, bütün bakış ve bilinçleri bir araya getiren sektördür. Bu sektör ayrı olduğundan, aldatılmış bakışın ve yanlış bilincin yeridir; ve gerçekleştirdiği birleşme genelleştirilmiş ayrılığın resmî dilinden başka bir şey değildir.
Ruh, emel ve karakter kazandırmadan bir toplumu ayağa kaldırabilmeniz mümkün değildir. (Mustafa Kemal Atatürk- Zabit ve kumandan ile hasbihal)
Atatürk dil konulu 252 adet kitap okumuştur. O, dil mevzuuna büyük önem veriyordu çünkü dilin iyi kullanımı, iletişimin güçlü ve sağlıklı olması, aynı dili konuşanların o dil ile ilgili düşünce geliştirirken yeni kavramları da meydana getirmeleri, dili derinleştirmeleri üzerinden yeni fikirler üretmeleri demekti. Dil aynı zamanda toplumsal bütünleşmenin en önemli unsurlarındandı.
Albert Banduranın meşhur öğrenilmiş çaresizlik kavramı önemlidir. Bireyler, içlerinde bulundukları durumu değiştiremeyeceklerine inandıklarında pasif ve çaresiz hale gelirler. Bu durum bireylerin etik seçimlerini ve sosyal etkileşimlerini derinden etkiler.
Sistem sizi sadece kontrol etmez. Bir tür kontrol malzemesi olarak da kullanır. Yani siz sadece kontrol edilen değilsinizdir, aynı zamanda kontrol eden ve tahakkümün elini güçlendirensinizdir. (Michel Foucault)
Demokrasi size hak ettiğinizden daha iyi yönetilmeyeceğinizi garanti eden bir sistemdir. (George Bernard Shaw)
Ahlak kavramını daha geniş kapsamlı olarak ele almak lazımdır. Kamu malının korunması da ahlaklılığın gereğidir.
1940-1970 yılları arasında ABD'de lise düzeyindeki gençlerin eleştirel düşünme yetilerinin geliştirilmesi için hummalı çalışmalar yapılmıştı. Başını John Dewey'in çektiği psikologlar ve eğitim bilimcilerden oluşan devasa bir ekip uzun süre boyunca hem siyasi karar alma süreçlerine sağlıklı katılım hem de ekonomik istikrarın sağlanması için bireyde ne gibi özelliklerin geliştirilmesi gerektiği, nasıl akıl yürütmeleri gerektiği ile ilgili araştırmalar yapmışlardır.
Zamanımızın nüktesi, amaçlılığın intiharıdır. Bunu en gevrek anlatabilen kışı kendi gaddarlık hesapları da hayli kabarık olan bir kahkahacılar kolektifine kabul edilmekle ödüllendirilir. Böyle nükteleri düşünerek anlamaya çabalayan kişiyse, olayların dörtnala temposunun gerisine düşer çaresizce: En basit karikatürde bile tıpkı çizgi filmlerin sonu gibi çılgın bir hızla olup biliyordur her şey. Gerileyici iler-eme karşısında akıllılık da aptallığa dönüşür. Düşünceye kalan tek kavrayış, kavranmaz olan karşısında duyulan dehşettir. (Theodor Adorno-Minima Moralia)
Kendimizin eleştirel ontolojisi, kesinlikle bir teori, bir doktrin, hatta biriken kalıcı bir bilgi gövdesi olarak değil; bir tutum, bir ethos, olduğumuz şeyin eleştirisinin aynı anda hem bize dayatılan sınırların tarihsel analizi hem de bunların ötesine geçme olasılığına dair bir deney olduğu felsefi bir yaşam olarak düşünülmelidir.
Doğanın seslerine insanın iradesi eklenince müzik ortaya çıkar. İyi ki de çıkar.
Affetmek, gereksiz bir yükü taşımaya çalışmaktan vazgeçmektir.
Platon’a göre tam anlamıyla bilmek insan tabiatı için mümkün değildir. Gerekçelendirilmiş bir doğru inanca sahip olmak ve bunu zayıf inançlardan ayırmak ise mümkündür.
Kapitalizmin itici gücü karınca ile ağustos böceği hikayesidir.
Rene Descartes: Temiz bir zihinle, mantığımı kullanarak hakikati bulurum.
John Locke: Ancak kazık yiye yiye bulursun hakikati.
İspanya’nın Barcelona kentinde binalar denize diktir. Yani denizden karaya ve iç kesimlere doğru uzun koridorlar oluşturulmuştur ki tüm şehir o deniz havasını solusun! Böyle bir aklı, böyle bir mimariyi, böyle bir empatiyi üçüncü dünya ülkelerinde görmek mümkün değildir.
Derin yoksulluk, kuşaktan kuşağa aktarılan yoksulluktur. Yoksulluğun kronikleşmesi, kaçınılmaz hale gelmesi durumudur.
Mesele yoksulluğu bitirmek değil önlemektir.
İç dünyasında ne tür çatışmalar olduğunu bilmeyenler, dış dünyalarını iyi bir şekilde kuramazlar.
Kendi kendinize politik bilinç aşılayamaz iseniz birileri size politik ideoloji aşılayıverir.
Benliğindeki onur ihtiyacı ekmek ihtiyacından daha fazla olanlar sistemleri çökertebilecek, insanlığa nefes aldırabilecek insanlardır.
En iyi yatağı satın alabilirsin ama uykuyu satın alamazsın diyenler bile, o en iyi yatağın kulu kölesi durumundadır. Gecelerini gündüzlerini o pahalı yataklar, kıyafetler ve otomobiller için harcayanlar ne gerçek bir uykuyu, ne gerçek bir yemeği, ne gerçek bir düşünceyi ne de gerçek bir buseyi umursarlar.
Sokrates’in amacı insanlara bilgi vermek, yeni bir şey öğretmek değil öncelikle neyi bilmedikleri konusunda bir farkındalık yaratmaktı.
Hayvan her an yaşamayı düşünür. İnsan ise sadece köşeye sıkıştığında!
Orwell'in 1984 romanında Emniyet müdürü O’Brien sorguda Winston’a şunları söyler: Biz sizi zor kullanarak kendimize benzetmeyeceğiz. Sizi değiştirmek için dayatmalar yapmayacağız. Size düşünme fırsatı vermeyeceğiz. Siz sabah işe gidip akşama kadar eşek gibi çalışacaksınız. Eve çok yorgun döneceksiniz. Okumaya, öğrenmeye, tazelenmeye, gelişmeye, serpilmeye zaman bulamayacaksınız. Bazen barlara, bazen de benzer eğlence yerlerine gideceksiniz. Orada dağıtacaksınız kafanızdaki dumanı. Ama asla gerçek sorunlarınızı çözmek için vakit bulamayacaksınız. Sonunda içinizi boşaltacağız. Boşalan içinize biz kendi istediklerimizi dolduracağız.
Kötülerin kaybetmediği bir ülke, çocuklarına ahlakı öğretemez. (Slavoj Zizek)
Raphaello gibi resim yapmak dört yılımı aldı. Bir çocuk gibi resim yapmaksa bütün ömrümü… (Pablo Picasso)
Sözler ve fikirler klişeye dönüştüğünde inananları artar. Bu klişe zaman geçtikçe daha da sabit, daha da mutlak hale gelir. Başlangıçta muğlak olan, sonradan mutlak oluverir. Aksi ispatlansa ya da safsata olduğu ortaya çıksa da sabit kalır o fikrin ardından gidenler. Bunun sebebi o fikrin getirdiği rahatlıktır. Sığ beyinler, rahatlamayı hakikatin o tükenmez yolculuğuna tercih ederler.
Cahil insan kendisi ile hemfikir olunduğunda sevinç naraları atan, fikirlerine karşı çıkıldığında akılsallığı çöpe atıp duygulara sarılandır.
Hayatın absürtlüğü ile baş etmenin tek yolu gevşemektir. (Samuel Beckett)
Gösteri kendini, hem bizzat toplum olarak, hem toplumun bir parçası olarak ve hem de bir
birleştirme aracı olarak sunar. Gösteri, toplumun bir parçası olarak, özellikle, bütün bakış ve
bilinçleri bir araya getiren sektördür. Bu sektör ayrı olduğundan, aldatılmış bakışın ve yanlış bilincin
yeridir; ve gerçekleştirdiği birleşme genelleştirilmiş ayrılığın resmî dilinden başka bir şey değildir.
(Guy Debord-Gösteri toplumu)