Hesiodos’un eserlerine baktığımızda kendimizi adeta bir tiyatro sahnesinde oynanan bir oyunu izlerken buluruz. Kaostan kozmosa doğru esneyen o kocaman yarıktan düzenli evrene nasıl geçildiğini adım adım görürüz. Başlangıçta sahne bomboştur. Henüz hiçbir tanrı ve insan yoktur. Ne yunanlıların olimpos dini vardır ne de kahramanlar. Hesiodos eserlerinde kaostan sonra ortaya çıkan ikinci öğe Gaia’dır. Halk dilinde toprak anlamına da gelir. Gaia bir nevi toprak anadır. Gaia göğe ve yeraltına uzanırken zıtlıkları da beraberinde getirir. Karanlık ve aydınlık arasındaki gerilim de bu anlatıyla birlikte oluşur. Gaia kendi içinden Uranos’u çıkarır. Bu onun hem oğlu hem de eşidir.
Yüce tanrı size yaşamın biricik gönül çelme aracını, sevdayı bağışlamış! Buna şu kısacık ömrümüzün biricik eğlencesi olan tatlı sözlerle övmeyi eklemiş. Siz ise kalkıp buna kezzabı, tabancayı karıştırıyorsunuz! Tıpkı güzelim bir İspanya şarabına çamur katar gibi! (Guy de Maupassant-Bir zamanlar)
Geçmiş günlere inat taşıyordum sırtımda yükleri Olanca sabrımla, hayat ağacının dallarına tutunuyordum Gökyüzüne bakmak, o turuncu güneşe Yol bulmak gerek dedim kıvranan gönlüme Serseri kurşunlar gibi yağıyordu etraftan dertler Besleniyor, büyüyordu içimde yeni düşler Başarmaktan vazgeçmek, yaşamı seçmek sadece En büyük zevk, En gerçek tutku tanıtır kendini Varoluş içimi eritirken Yeni bir yere doğar insan büsbütün kurumuşken Çaresizlikten akan çarelerle kuruyordum hayatı İmkansızlıklarla dolduruyordum yemyeşil dünyayı O sevgiler şelale olup dökülmekte içime Bu nasıl bir cömertliktir düşünürken Yeni sevinçlere sarılıyordum Kaynağı bilinmeyen serin sular dolardı bilinmezliğe O bilinmezlik, kanatlanıp dalardı en derinime Şimdi bendim kaybolan, yok olan Yüzleşme devam ederdi her an! Artık bitmez bu serüven, anlamıştım Yolun varlığıydı aslolan
‘’İçtenliksizliğinizi suç olarak ileri sürmek istemiyorum. Lafın gelişi söyledim bunları. İnsanın içtenliksiz olması çok doğaldır. Onun yaratılışında vardır bu. Eğer tüm insanlar el birliği edip içten konuşmaya başlasalardı her şey tepetaklak olup güme giderdi.’’ Felsefe yapmak gibi bir isteği yoktu Sofia Petrovna’nın. Gene de konunun değişmesine memnun kalarak: ‘’Nasıl güme giderdi?’’ diye sordu. ‘’Çünkü içten olanlar yalnızca ilkel insanlarla hayvanlardır.'' (Anton Çehov-Mutsuzluk)
Nadir rastlanan bir güzelliği hep yanında görmek ister şair de filozof da, Güçlüyüm diyenin ruhu göç eder bilinmezliğe, dur diyemezsin bu gidişe hiçbir şekilde, Kalp de akıl da o güneşi tutmak ister, her akıntı uzaklaştırmasın diye! Paylaşılan sözler, gidilen yollar birleştirir en sapkın benlikleri! Düşünür savrulmak ister en derin alemlere, yeter ki yanında olsun nadir rastlanan sevgili! O parlak ışık gücüne güç katar ansızın, Kendini kaybetmesinde dahi sır vardır o an arayıcının. Ne aradığını, ne sorduğunu ancak yanındaki nadirle bilir. Çünkü o nadirin bakışları artık kendi algısı ile birdir.
Gençliğinle yaşlılığını kesin çizgilerle ayıramazsın. Akan hayatın içinde ikisi birbirine girer. İnsan iki tarafa da gelir gider. Sevdiğin zaman da yaşarsın benzerini. Karşında duranın aşkıyla karakterini ayrıştıramazsın. Bu iç içeliğin ömür boyu sürmesi kimini deli eder kimini asi!
Kendi hayatlarını ilgiye değer bulmayanlar, içlerindeki kapanmayan boşluğu starların hayatına dalarak kapatmaya çalışırlar. Medyanın her gün beslemeyi pek iyi bildiği tuhaflıklar karşısında büyülenmemiz, sıkıntılı bilincimizin meyvesidir. Durmaksızın haz peşinde koşmamız, bizi çevreleyen boşluk karşısındaki kaygımızı açıkça ortaya koyar. (Lars Svendsen)
Bütün vaktini yanlış birtakım tahminlerde bulunmakla geçiren kıskançlığın, gerçeği keşfetmeye gelince ne yoksul bir hayal gücü sergilediği şaşılacak şeydir. Sadece kazanmanın önemli olduğu iskambil oyunlarında ve savaşta blöfe karşı durabilsek de aşkın ve kıskançlığın, hele hele acının yarattığı koşullar çok farklıdır. Seni unutmaya çalışmak, tüm mevsimleri unutmak kadar zordu! (Marcel Proust)
Sokaklarda arabalar, ayı kürkü serili kızaklar bir o yana bir bu yana koşturuyordu. Yaya kaldırımlarından da birbirine karışmış bir halde basit halkla birlikte tüccarlar, hanımefendiler geçiyordu. Hem zenginlik hem yoksulluk aynı derecede kötü gözüküyordu Fyodor’un gözüne. Kimisi arabalara kurulmuş gidiyor, kimi avazı çıktığınca türkü söylüyor ya da armonika çalıyordu. Ölümden sonra herkesi bekleyen yer aynı gömüklüktü. Şeytana değil ruhunun tümünü yarısını vermeye değecek şey yoktu yeryüzünde. (Anton Çehov-Kunduracı ile iblis)
Kitle: Kendisinden başka derdi olmayan insanlardan oluşan yığına kitle denir. Kitlelerin toplumsal duyarlılığı yok denecek kadar azdır. Kitleler kendilerinden başka oluşumları düşünmezler. Ahlaki kaidelerini yeterli bulur, geliştirmeye gerek duymazlar. Kitleler kısa vadede belli bir standardı yakalayan kendini muhafaza eden ancak uzun vadede patlayan bir balon gibidir. Kendisinden başka şeyleri de kafasına takan, dert edinen, toplumsal gelişime destek vermek isteyen, ihtiyaçlar piramidinin tepesine çıkıp artık başkaları için de bir şeyler yapma çabasına giren kişilere ise seçkin denir.
Çevrenize şöyle bir bakıverin. Kan nehir gibi akıyor. Hem de neşe ile! Şampanya gibi. En zarif kan dökücülerin hemen hepsi en uygar beyefendiler deniyor. İsimlerinin bilinmemesi çokça olmalarındandır. (Fyodor Dostoyevsky)
Bir düşünür; ‘’Ölüme bu korkunç görünümü getiren hekimlerle papazlardır!’’ der. Onu hayalimizin korkunçlaştırdığı dehşetlerden soyarak incelemeliyiz. Kendisinden önce can çekişme acılarından ölüm sorumlu değildir. Bütün hastalıklar gibi bu son işkenceler de hayata aittir. Ölüme yenilmemek için sırnaşıp duruverir. Bizi dehşete düşüren işte bu didişmenin seyredilmesidir. Can çekilince acılar birden kesiliverir. Ondan ötede bir şey yok. Bazı çaresiz olaylarda acı çekenleri kurtarmak için öldürmek istemiyorlar mı? Ölümün gerektiğinde kurtarıcı bir kuvvet olarak başvurulduğunu görüyoruz. (Hüseyin Rahmi Gürpınar-Hayat ve ölüm)
Belirsizlik insanın en doğal durumudur. Ama insan bu belirsizliğin içinde alan yaratmak yerine başkalarına sığınır. Bu bir tür kaçıştır. (Soren Kierkegaard-Ya ya da)
Rahatlamanın birinci şartı, hiçbir şeyi kişisel algılamamaktır. Herkes kendi zihninde olup bitenlere göre eyler, kendi savaşını verir, kendini suçlar, cezalandırır ya da ödüllendirir. Etraftakiler o an sadece sahneyi renklendiren görüntülerden ibarettir.
‘’Bu iskemle üzerine oturanı aptala çevirir.’’ şeklinde bir inanış ortaya atılsa ve bu inanışı ortaya atanlar hakikaten o iskemleye hiç oturmasa, sonraki nesiller o iskemlenin oturanı aptala çevireceğine yönelik bir inanış geliştirirler. Kısa süre sonra o iskemle ile ilgili kabuslar görenler bile olur. Kimisi o lanetli iskemleyi yok etmek isteyecek, kimisi de o iskemleye dokunmanın çok daha büyük bir lanet getireceğine inanacaktır. İşte insanlık tarihi bu tarz inançlarla gelmiştir günümüzde. Yalana inanırsak, yalancılar tarafından felaketlere sürükleniriz. Büyük savaşlar bile bu yalanlalarla, bu kötülemelerle başlar. (Don Miguel Ruiz)
Hegel, Kant’ın diyalektik hakkındaki görüşlerine katılıyordu ancak onları eksik buluyordu. Bu yüzden diyalektiği, değişimin kendi iç çelişkileriyle açıklayan bir kavram haline getirdi. Böylece söylemsel diyalektiğin yerini doğal süreç diyalektiği aldı. Hegelci diyalektik aslında Herakleitos’un karşıtların birliği ilkesine dayanır.
En uzak durduğunuz, en korktuğunuz, aklınıza ya da ruhunuza en itici gelen, bazen de en görmezden geldiğiniz şeyler, aslında hayat kitabının üniteleridir.
İçsel çatışmalar dönüştürücü, geliştiricidir. Onları doğru yorumladığınız takdirde... 21.asırda bu kadar yıkım, bu kadar zulüm ve bu kadar çaresizliğin tekrar tekrar yaşanması onları nasıl işleyeceğini bilememiş benliklerden ötürüdür.
Hangi filozof hakikat budur diyerek nokta koymuştur ki arayışına! Koymamıştır. Dememiştir. Böyle bir güce, böyle bir yetiye sahip olmamıştır. Bedenen ve zihnen müsait değildir belki de insan hakikati bütünüyle yutmaya, içinde tutmaya, içinden dışarı çıkarmaya! Ama bizi çağırır filozof. Özellikle çağırır. Mutluluk ve zevk-i sefa diyarına olmasa da hakikate yolculuğa!
İnsan, kontrol kapasitesi gücünün çok altında olan bir varlıktır.
Hesiodos’un eserlerine baktığımızda kendimizi adeta bir tiyatro sahnesinde oynanan bir oyunu izlerken buluruz. Kaostan kozmosa doğru esneyen o kocaman yarıktan düzenli evrene nasıl geçildiğini adım adım görürüz. Başlangıçta sahne bomboştur. Henüz hiçbir tanrı ve insan yoktur. Ne yunanlıların olimpos dini vardır ne de kahramanlar. Hesiodos eserlerinde kaostan sonra ortaya çıkan ikinci öğe Gaia’dır. Halk dilinde toprak anlamına da gelir. Gaia bir nevi toprak anadır. Gaia göğe ve yeraltına uzanırken zıtlıkları da beraberinde getirir. Karanlık ve aydınlık arasındaki gerilim de bu anlatıyla birlikte oluşur. Gaia kendi içinden Uranos’u çıkarır. Bu onun hem oğlu hem de eşidir.
Yoksula yardım, yoksulun durumunun düzeltilmesi için değil yoksulun isyan etmemesi, toplumun başına sonradan bela olmaması içindir. (Georg Simmel)
Yüce tanrı size yaşamın biricik gönül çelme aracını, sevdayı bağışlamış! Buna şu kısacık ömrümüzün biricik eğlencesi olan tatlı sözlerle övmeyi eklemiş. Siz ise kalkıp buna kezzabı, tabancayı karıştırıyorsunuz! Tıpkı güzelim bir İspanya şarabına çamur katar gibi! (Guy de Maupassant-Bir zamanlar)
Geçmiş günlere inat taşıyordum sırtımda yükleri
Olanca sabrımla, hayat ağacının dallarına tutunuyordum
Gökyüzüne bakmak, o turuncu güneşe
Yol bulmak gerek dedim kıvranan gönlüme
Serseri kurşunlar gibi yağıyordu etraftan dertler
Besleniyor, büyüyordu içimde yeni düşler
Başarmaktan vazgeçmek, yaşamı seçmek sadece
En büyük zevk, En gerçek tutku tanıtır kendini
Varoluş içimi eritirken
Yeni bir yere doğar insan büsbütün kurumuşken
Çaresizlikten akan çarelerle kuruyordum hayatı
İmkansızlıklarla dolduruyordum yemyeşil dünyayı
O sevgiler şelale olup dökülmekte içime
Bu nasıl bir cömertliktir düşünürken
Yeni sevinçlere sarılıyordum
Kaynağı bilinmeyen serin sular dolardı bilinmezliğe
O bilinmezlik, kanatlanıp dalardı en derinime
Şimdi bendim kaybolan, yok olan
Yüzleşme devam ederdi her an!
Artık bitmez bu serüven, anlamıştım
Yolun varlığıydı aslolan
(Himself)
‘’İçtenliksizliğinizi suç olarak ileri sürmek istemiyorum. Lafın gelişi söyledim bunları. İnsanın içtenliksiz olması çok doğaldır. Onun yaratılışında vardır bu. Eğer tüm insanlar el birliği edip içten konuşmaya başlasalardı her şey tepetaklak olup güme giderdi.’’ Felsefe yapmak gibi bir isteği yoktu Sofia Petrovna’nın. Gene de konunun değişmesine memnun kalarak: ‘’Nasıl güme giderdi?’’ diye sordu. ‘’Çünkü içten olanlar yalnızca ilkel insanlarla hayvanlardır.'' (Anton Çehov-Mutsuzluk)
Yanı sıra: Doğru
Yanısıra: Yanlış
Nadir rastlanan bir güzelliği hep yanında görmek ister şair de filozof da, Güçlüyüm diyenin ruhu göç eder bilinmezliğe, dur diyemezsin bu gidişe hiçbir şekilde, Kalp de akıl da o güneşi tutmak ister, her akıntı uzaklaştırmasın diye! Paylaşılan sözler, gidilen yollar birleştirir en sapkın benlikleri! Düşünür savrulmak ister en derin alemlere, yeter ki yanında olsun nadir rastlanan sevgili! O parlak ışık gücüne güç katar ansızın, Kendini kaybetmesinde dahi sır vardır o an arayıcının. Ne aradığını, ne sorduğunu ancak yanındaki nadirle bilir. Çünkü o nadirin bakışları artık kendi algısı ile birdir.
Türkiye'de sosyolojinin kullanım biçimi, ütüyle tost yapmaya benzemektedir. (Besim Dellaloğlu)
Üretim ve tüketim çarkının bir parçasıyken özgür kalmak, değer üretmek ve değer üzerine düşünmek zordur.
Gençliğinle yaşlılığını kesin çizgilerle ayıramazsın. Akan hayatın içinde ikisi birbirine girer. İnsan iki tarafa da gelir gider. Sevdiğin zaman da yaşarsın benzerini. Karşında duranın aşkıyla karakterini ayrıştıramazsın. Bu iç içeliğin ömür boyu sürmesi kimini deli eder kimini asi!
Kendi hayatlarını ilgiye değer bulmayanlar, içlerindeki kapanmayan boşluğu starların hayatına dalarak kapatmaya çalışırlar. Medyanın her gün beslemeyi pek iyi bildiği tuhaflıklar karşısında büyülenmemiz, sıkıntılı bilincimizin meyvesidir. Durmaksızın haz peşinde koşmamız, bizi çevreleyen boşluk karşısındaki kaygımızı açıkça ortaya koyar. (Lars Svendsen)
Bütün vaktini yanlış birtakım tahminlerde bulunmakla geçiren kıskançlığın, gerçeği keşfetmeye gelince ne yoksul bir hayal gücü sergilediği şaşılacak şeydir. Sadece kazanmanın önemli olduğu iskambil oyunlarında ve savaşta blöfe karşı durabilsek de aşkın ve kıskançlığın, hele hele acının yarattığı koşullar çok farklıdır. Seni unutmaya çalışmak, tüm mevsimleri unutmak kadar zordu! (Marcel Proust)
Sokaklarda arabalar, ayı kürkü serili kızaklar bir o yana bir bu yana koşturuyordu. Yaya kaldırımlarından da birbirine karışmış bir halde basit halkla birlikte tüccarlar, hanımefendiler geçiyordu. Hem zenginlik hem yoksulluk aynı derecede kötü gözüküyordu Fyodor’un gözüne. Kimisi arabalara kurulmuş gidiyor, kimi avazı çıktığınca türkü söylüyor ya da armonika çalıyordu. Ölümden sonra herkesi bekleyen yer aynı gömüklüktü. Şeytana değil ruhunun tümünü yarısını vermeye değecek şey yoktu yeryüzünde. (Anton Çehov-Kunduracı ile iblis)
Yalnızlık tanık olduğunuz şeyi bir başkasının da tanık olmasını sağlayamamak, deneyimlediğiniz hisse bir başkasını ortak edememektir.
Kitle: Kendisinden başka derdi olmayan insanlardan oluşan yığına kitle denir. Kitlelerin toplumsal duyarlılığı yok denecek kadar azdır. Kitleler kendilerinden başka oluşumları düşünmezler. Ahlaki kaidelerini yeterli bulur, geliştirmeye gerek duymazlar. Kitleler kısa vadede belli bir standardı yakalayan kendini muhafaza eden ancak uzun vadede patlayan bir balon gibidir. Kendisinden başka şeyleri de kafasına takan, dert edinen, toplumsal gelişime destek vermek isteyen, ihtiyaçlar piramidinin tepesine çıkıp artık başkaları için de bir şeyler yapma çabasına giren kişilere ise seçkin denir.
İnsan öyle karışıktır ki insanlar, insanı kendi oluşturdukları insan tasarımlarına indirgeyememektedir.
Çevrenize şöyle bir bakıverin. Kan nehir gibi akıyor. Hem de neşe ile! Şampanya gibi. En zarif kan dökücülerin hemen hepsi en uygar beyefendiler deniyor. İsimlerinin bilinmemesi çokça olmalarındandır. (Fyodor Dostoyevsky)
Bir düşünür; ‘’Ölüme bu korkunç görünümü getiren hekimlerle papazlardır!’’ der. Onu hayalimizin korkunçlaştırdığı dehşetlerden soyarak incelemeliyiz. Kendisinden önce can çekişme acılarından ölüm sorumlu değildir. Bütün hastalıklar gibi bu son işkenceler de hayata aittir. Ölüme yenilmemek için sırnaşıp duruverir. Bizi dehşete düşüren işte bu didişmenin seyredilmesidir. Can çekilince acılar birden kesiliverir. Ondan ötede bir şey yok. Bazı çaresiz olaylarda acı çekenleri kurtarmak için öldürmek istemiyorlar mı? Ölümün gerektiğinde kurtarıcı bir kuvvet olarak başvurulduğunu görüyoruz. (Hüseyin Rahmi Gürpınar-Hayat ve ölüm)
Belirsizlik insanın en doğal durumudur. Ama insan bu belirsizliğin içinde alan yaratmak yerine başkalarına sığınır. Bu bir tür kaçıştır. (Soren Kierkegaard-Ya ya da)
Rahatlamanın birinci şartı, hiçbir şeyi kişisel algılamamaktır. Herkes kendi zihninde olup bitenlere göre eyler, kendi savaşını verir, kendini suçlar, cezalandırır ya da ödüllendirir. Etraftakiler o an sadece sahneyi renklendiren görüntülerden ibarettir.
‘’Bu iskemle üzerine oturanı aptala çevirir.’’ şeklinde bir inanış ortaya atılsa ve bu inanışı ortaya atanlar hakikaten o iskemleye hiç oturmasa, sonraki nesiller o iskemlenin oturanı aptala çevireceğine yönelik bir inanış geliştirirler. Kısa süre sonra o iskemle ile ilgili kabuslar görenler bile olur. Kimisi o lanetli iskemleyi yok etmek isteyecek, kimisi de o iskemleye dokunmanın çok daha büyük bir lanet getireceğine inanacaktır. İşte insanlık tarihi bu tarz inançlarla gelmiştir günümüzde. Yalana inanırsak, yalancılar tarafından felaketlere sürükleniriz. Büyük savaşlar bile bu yalanlalarla, bu kötülemelerle başlar. (Don Miguel Ruiz)
Kurtuluşun failini dışarıda arayanlar, kulluk etmeye mahkumdurlar. Özgürlük de mutluluk gibi içeride bulunan gücün, güneşin, ışığın yansımalarıdır.
Hegel, Kant’ın diyalektik hakkındaki görüşlerine katılıyordu ancak onları eksik buluyordu. Bu yüzden diyalektiği, değişimin kendi iç çelişkileriyle açıklayan bir kavram haline getirdi. Böylece söylemsel diyalektiğin yerini doğal süreç diyalektiği aldı. Hegelci diyalektik aslında Herakleitos’un karşıtların birliği ilkesine dayanır.
Ne düşündüğümüz sorusuyla o denli meşgulüzdür ki bilinçaltımızın bizim hakkımızda ne düşündüğünü sormayı tamamen unutmuşuzdur. (Carl Gustav Jung)
En uzak durduğunuz, en korktuğunuz, aklınıza ya da ruhunuza en itici gelen, bazen de en görmezden geldiğiniz şeyler, aslında hayat kitabının üniteleridir.
İçsel çatışmalar dönüştürücü, geliştiricidir. Onları doğru yorumladığınız takdirde... 21.asırda bu kadar yıkım, bu kadar zulüm ve bu kadar çaresizliğin tekrar tekrar yaşanması onları nasıl işleyeceğini bilememiş benliklerden ötürüdür.
Nasıl zarar verdiğini, nasıl yıktığını anlamamış bilinçsiz varlık, nasıl kurtaracağını, nasıl tamir edeceğini anlamış bilinçli bir varlığa evrilemez.
Mal, ömrün huzur ve asayişi içindir. Ömür, mal cem eylemek için değildir.(Sadi Şirazi)
Hangi filozof hakikat budur diyerek nokta koymuştur ki arayışına! Koymamıştır. Dememiştir. Böyle bir güce, böyle bir yetiye sahip olmamıştır. Bedenen ve zihnen müsait değildir belki de insan hakikati bütünüyle yutmaya, içinde tutmaya, içinden dışarı çıkarmaya! Ama bizi çağırır filozof. Özellikle çağırır. Mutluluk ve zevk-i sefa diyarına olmasa da hakikate yolculuğa!