Entüisyonistler(Sezgiciler) subjektiviteye çok açıktır yani onlar ahlakın sezgisel olarak bilinebileceğini varsaymışlardır. Bu, Mill ve Bentham’ın yani utilitaryanistlerin hiç istemediği bir durumdur. Mill ve Bentham ahlak alanında nesnelliği yakalamaya çalışmışlardır. Bu ikiliye göre insan eylemleri gözlendiğinde karşımıza tek bir saik çıkmaktadır. Bu da hazdır. O halde hazzın merkeze yerleşmesi gerektiğini savunmuşlardır. İnsan başta olmak üzere duygulu varlıkların tamamı hazza yönelip acıdan kaçar. Ahlaki fail haz konusunda kendine özel bir önem atfetmemelidir. Kişi herkesi kendisi ile eşit kabul etmelidir ve ne kadar çok insan hazdan yararlanırsa toplum için o kadar iyi olur.
Her bilgi, algı ile başlar ama algıdan akla geçişte hatalar olur. İşte tam burada düşüncelerimizin doğruluğunu ölçmek için zihinsel bir cetvele ihtiyacımız olduğunu fark ederiz. Bu cetvelin ilk bölümü önermelerdir. Bir önerme şeylerin nasıl olduğunu iddia eder. ‘’Bu masa kahverengidir.’’ gibi. Ama tabi ki bu iddialardan daha fazlasına ihtiyacımız vardır.
Felsefenin ödevi varlığın özünü kavramaktır. Felsefede kavramak dışarıdan geleni, duyumların getirdiğini kavramak değildir. Kavramak, kavramın kendi içindeki etkinliğidir. Kendi başına işlemesidir. (Hegel-Tinin fenomenolojisi)
Siyaset bilmek başka, siyaset yapmak başkadır. Bu ikisi zihnin iki ayrı kısmına dayanır. Teori yapmak için noesis, siyaset yapmak için phronesis lazımdır. Bazı şeyler hemen, bazı şeylerse zamanla öğrenilir.
Hegemonya bir sınıfın kendi dünya görüşünü, kendi değerlerini, kendi normlarını toplumun geneline kabul ettirmeyi başarmasıdır. Doğal olmayanı doğal, masal olanı gerçek, ebedi olmayanı ebedi, evrensel olmayanı da evrensel kabul ettirmektir. Hegemonya tesis etme sürecinin en önemli araçları medya, aile ve eğitim kurumlarıdır. Siyasi aktörler, bu aygıtlar vasıtasıyla toplumsal bilinci hamur gibi yoğurarak yeniden ve yeniden üretirler.
Bazen gayret yıkıcı şekle bürünür. İşte insan anlamalıdır o an o işin kendisine uygun olmadığını. Anlamalıdır yıkıcılığa rağmen devam etmenin anlamsızlığını.
Birbirini örseleyen ruhlar görüyorum. Talihsiz bir tanıklığın içinde eziliyor vicdanım. Ne yapsak, ne söylesek kandıramayız kendimizi. Tüm haykırışlarımız kendi içimize mi kapanacak? Hep böyle kendimizi tekrar mı edeceğiz? Sahi kim çizdi bizi buraya? Kimin şakasıyız? Kimin kime anlattığı bir masalız biz? Modern insanlar görüyorum. Modern yükselişte tırmandığımız bütün merdivenler üzerimize katlanıyor birer birer. Duvarlar içinde sıkışıyor, boğuluyoruz. Kurtarın bizi çığlığı atamayacak kadar kısık sesimiz! Modern insanlarız biz. Sessizliğimiz kadar yokuz. Postmodern sayıklamalar, ve postişli kaçışlarla avunuyoruz. Romantizm perisini akıl sevdasıyla kaçıralı epey oluyor. (Ursula Le Guin-Mülksüzler)
Cumhuriyet salt monark yokluğu değil, kamusal alanın yurttaşlarca paylaşılması, denetim mekanizmasının kurulması, yargı ve hukuk güvencesinin sağlanması şeklinde anlam kazanmıştır.
Cumhuriyet denince akla öncelikle; ''Hep birlikte başarılmış bir iş, ortak bir ruh.'' gelmelidir. Zihinlerin bunu bir an önce özümsemesi gereklidir. İdeal yaşam aktif bir vatandaşlık deneyimi ile olur. Vatandaş cumhuriyette idarenin içinde yer alır. Kurumlara katılmak, kurumların denetlenmesini sağlamak, kurumların işleyişini kontrol etmek önemlidir. Böylece belli bir zümrenin egemenliğine meydan verilmez.
Felsefe gerçek bilgiye ulaşmak için çok inatçı bir çabadan doğar. Günlük hayatta bilgi olarak kabul edilen şeyin üç kusuru vardır. Kendinden emindir, belirsizdir ve kendisiyle çelişir. Felsefeye doğru giden yolda ilk adım, bu kusurların farkına varmaktır. Amaç tembel bir kuşkuculukla huzur içinde oturmak değil, deneme türünden, kesin ve kendi içinde tutarlı olan düzeltilmiş bir tür bilgiyi getirmektir. (Bertrand Russell-Felsefe sorunları)
Sanat ne tam olarak akla ne de tam olarak duygulara dayanır. Bu yüzden Kant imgelem (hayal gücü) diye yeni bir kavram geliştirir. İmgelem akılla duygu arasında köprüdür. İmgelem ikisinden de faydalanır. Sanat eseri fikirle duygunun sentezi olmalıdır. Sanat bir fikrin duygular yoluyla açığa vurulmasıdır. Sanatta duygu düşünce dengesi sağlanmalıdır.
Eğer bir toplumda para kazanmak herşeyin ölçütü haline gelmişse bazı insanlar hayatta kalabilmek için bazı değerlerinden tavizler verirler. Bazıları ise tüm değerlerini hiçe sayar hale gelir. (Theodor Adorno-Minima moralia)
Dilek ile isteğin farkı, dileğin sadece temenniden ibaret olmasıdır. Bir şeyin olmasını dilersiniz. Bunun ötesine insan geçemez. İnisiyatifi yoktur insanın dilerken. Dilek harekete geçirici değildir. İstekte ise irade devrededir. Dileyen tek hayvan insandır çünkü kendisini harekete geçirmeyecek bir temennide bulunabilir.
İnsan herşeyin ölçüsüdür. Var olan şeylerin var olduklarının ve var olmayan şeylerin var olmadıklarının ölçüsüdür. Rüzgar, üşüyen için soğuk eser. Üşümeyen için soğuk esmez. İkisi de haklıdır. (Platon-Protagoras)
Az gelişmiş topluluklarda gruplar ya da kişiler arası ilişkiler sevgi ya da nefretle kurulur. Çizgiler bu tür duygusallıklarla şekillenir. Sanatla, felsefeyle, bilimin incelikleri ile yani yüksek yetilerle ilişki tesis etmek böyle yerlerde hayalden ibarettir.
Canlı ya da cansız bir nesne ile karşılaştığınızda ve de onunla bağ kurduğunuzda onun sadece eylemi çağrıştıran yönünü görürsünüz. O nesnenin derinliği ile bağ kuramazsınız. şişe gören insan su ya da şarap içmeyi getirir aklına. Ağlayan birini görense onu sakinleştirmeyi düşünür. Tıpkı ot gören bir koyunun sadece o otu yemeyi düşünmesi gibi. Hayatı belirsiz, zor ve karmaşık kılan tam da budur. (Gilles Deleuze-Anlamın mantığı)
Kabul etmeliyiz ki hepimiz az ya da çok kusurluyuz. Hayatın yapısında vardır bu. Tekamül kusurların kapatılması üzerine kuruludur ama tam bir kusursuzluk hali devinimi gereksiz kılacağından varlık, kusurlarıyla yola devam eder. Bazı insanlar ise kusurlarını görmezden gelir ya da onların varlığından bihaberdir. İşte buna gölge denir. Gölge, kişiliğin ego ideali uğruna bastırılan kısmına denir.
Kötülüğün sıradanlığı, düşünme beceriksizliğinden ileri gelir. Kişi yaptıklarının gerçek anlamda iyi mi yoksa kötü mü olduğunu anlayamaz. Kötülük yapan şahıs yaptığı eylemin canavarca olduğunun farkında değildir. İyiyle kötüyü ayırt edemeyen düşünme yoksunu insanlar yeni tip suçlulardır. (Hannah Arendt-İnsanlık durumu)
Romantik ekolün ortaya çıkışını doğrudan olmasa da dolaylı olarak hazırlayan Kant’tır. Düşünürün öznenin nesneyi doğrudan bilemeyeceğine dair görüşleri etkendir. Kant transandantal bir alandan bahseder. Yani aklın aşıldığı, artık aklın yetmediği, kendinde hakikatlerin bulunduğu bir sırlar düzlemi mevcuttur. Bu da pek çok şair-düşünürün bakış açısını etkilemiştir.
Oradaki cehalet seçimi güvenlik sorununu unutmayı seçmeye dayalıdır oysa hakiki güvenlik bilerek kaynaklarına inip kişinin alanını genişletmesidir! Bilgi güveni hayata mandallar , aydın bakabilmeyi becerenler için..
Korku filmlerine giderler insanlar sinemaya. Korkmak için para verilir mi? Bu mantıklı mı diye düşünmüş kimileri. Bunun sebebi haz olasılığı. Korkudan gelen değişik bir haz. Nerede bir haz kaynağı, hatta hazzın kırıntısı varsa oraya gidebilir insanoğlu.
Sevgili Anna. En güvendiğin insanlardan kötülük görüp üzülmen güçsüz biri olduğun anlamına gelmez. Fizik kurallarına göre sırtını dayadığın bir nesne birdenbire giderse sen de o yöne devrilirsin. Bunun güçsüzlükle alakası yoktur. (Sigmund Freud)
Proto-philosophia yani ilk felsefe etik olmalıdır. Çünkü felsefe aslında ‘’Başka’’ ile aramızdaki sorumluluk ilişkisini araştırır. Felsefe, hayata tutunmayan konuları ilk plana almamalıdır. Ontoloji ve epistemoloji daha soyut, daha kavramsal meselelerdir. Etik ise doğrudan hayata temas eden bir yapıdadır. (Emmanuel Levinas-Zaman ve başka)
Entüisyonistler(Sezgiciler) subjektiviteye çok açıktır yani onlar ahlakın sezgisel olarak bilinebileceğini varsaymışlardır. Bu, Mill ve Bentham’ın yani utilitaryanistlerin hiç istemediği bir durumdur. Mill ve Bentham ahlak alanında nesnelliği yakalamaya çalışmışlardır. Bu ikiliye göre insan eylemleri gözlendiğinde karşımıza tek bir saik çıkmaktadır. Bu da hazdır. O halde hazzın merkeze yerleşmesi gerektiğini savunmuşlardır. İnsan başta olmak üzere duygulu varlıkların tamamı hazza yönelip acıdan kaçar. Ahlaki fail haz konusunda kendine özel bir önem atfetmemelidir. Kişi herkesi kendisi ile eşit kabul etmelidir ve ne kadar çok insan hazdan yararlanırsa toplum için o kadar iyi olur.
Her bilgi, algı ile başlar ama algıdan akla geçişte hatalar olur. İşte tam burada düşüncelerimizin doğruluğunu ölçmek için zihinsel bir cetvele ihtiyacımız olduğunu fark ederiz. Bu cetvelin ilk bölümü önermelerdir. Bir önerme şeylerin nasıl olduğunu iddia eder. ‘’Bu masa kahverengidir.’’ gibi. Ama tabi ki bu iddialardan daha fazlasına ihtiyacımız vardır.
Felsefenin ödevi varlığın özünü kavramaktır. Felsefede kavramak dışarıdan geleni, duyumların getirdiğini kavramak değildir. Kavramak, kavramın kendi içindeki etkinliğidir. Kendi başına işlemesidir. (Hegel-Tinin fenomenolojisi)
Siyaset bilmek başka, siyaset yapmak başkadır. Bu ikisi zihnin iki ayrı kısmına dayanır. Teori yapmak için noesis, siyaset yapmak için phronesis lazımdır. Bazı şeyler hemen, bazı şeylerse zamanla öğrenilir.
Hegemonya bir sınıfın kendi dünya görüşünü, kendi değerlerini, kendi normlarını toplumun geneline kabul ettirmeyi başarmasıdır. Doğal olmayanı doğal, masal olanı gerçek, ebedi olmayanı ebedi, evrensel olmayanı da evrensel kabul ettirmektir. Hegemonya tesis etme sürecinin en önemli araçları medya, aile ve eğitim kurumlarıdır. Siyasi aktörler, bu aygıtlar vasıtasıyla toplumsal bilinci hamur gibi yoğurarak yeniden ve yeniden üretirler.
Bazen gayret yıkıcı şekle bürünür. İşte insan anlamalıdır o an o işin kendisine uygun olmadığını. Anlamalıdır yıkıcılığa rağmen devam etmenin anlamsızlığını.
Birbirini örseleyen ruhlar görüyorum. Talihsiz bir tanıklığın içinde eziliyor vicdanım. Ne yapsak, ne söylesek kandıramayız kendimizi. Tüm haykırışlarımız kendi içimize mi kapanacak? Hep böyle kendimizi tekrar mı edeceğiz? Sahi kim çizdi bizi buraya? Kimin şakasıyız? Kimin kime anlattığı bir masalız biz? Modern insanlar görüyorum. Modern yükselişte tırmandığımız bütün merdivenler üzerimize katlanıyor birer birer. Duvarlar içinde sıkışıyor, boğuluyoruz. Kurtarın bizi çığlığı atamayacak kadar kısık sesimiz! Modern insanlarız biz. Sessizliğimiz kadar yokuz. Postmodern sayıklamalar, ve postişli kaçışlarla avunuyoruz. Romantizm perisini akıl sevdasıyla kaçıralı epey oluyor. (Ursula Le Guin-Mülksüzler)
Cumhuriyet salt monark yokluğu değil, kamusal alanın yurttaşlarca paylaşılması, denetim mekanizmasının kurulması, yargı ve hukuk güvencesinin sağlanması şeklinde anlam kazanmıştır.
Cumhuriyet denince akla öncelikle; ''Hep birlikte başarılmış bir iş, ortak bir ruh.'' gelmelidir. Zihinlerin bunu bir an önce özümsemesi gereklidir. İdeal yaşam aktif bir vatandaşlık deneyimi ile olur. Vatandaş cumhuriyette idarenin içinde yer alır. Kurumlara katılmak, kurumların denetlenmesini sağlamak, kurumların işleyişini kontrol etmek önemlidir. Böylece belli bir zümrenin egemenliğine meydan verilmez.
Felsefe gerçek bilgiye ulaşmak için çok inatçı bir çabadan doğar. Günlük hayatta bilgi olarak kabul edilen şeyin üç kusuru vardır. Kendinden emindir, belirsizdir ve kendisiyle çelişir. Felsefeye doğru giden yolda ilk adım, bu kusurların farkına varmaktır. Amaç tembel bir kuşkuculukla huzur içinde oturmak değil, deneme türünden, kesin ve kendi içinde tutarlı olan düzeltilmiş bir tür bilgiyi getirmektir. (Bertrand Russell-Felsefe sorunları)
Sanat ne tam olarak akla ne de tam olarak duygulara dayanır. Bu yüzden Kant imgelem (hayal gücü) diye yeni bir kavram geliştirir. İmgelem akılla duygu arasında köprüdür. İmgelem ikisinden de faydalanır. Sanat eseri fikirle duygunun sentezi olmalıdır. Sanat bir fikrin duygular yoluyla açığa vurulmasıdır. Sanatta duygu düşünce dengesi sağlanmalıdır.
Eğer bir toplumda para kazanmak herşeyin ölçütü haline gelmişse bazı insanlar hayatta kalabilmek için bazı değerlerinden tavizler verirler. Bazıları ise tüm değerlerini hiçe sayar hale gelir. (Theodor Adorno-Minima moralia)
Dilek ile isteğin farkı, dileğin sadece temenniden ibaret olmasıdır. Bir şeyin olmasını dilersiniz. Bunun ötesine insan geçemez. İnisiyatifi yoktur insanın dilerken. Dilek harekete geçirici değildir. İstekte ise irade devrededir. Dileyen tek hayvan insandır çünkü kendisini harekete geçirmeyecek bir temennide bulunabilir.
İnsan herşeyin ölçüsüdür. Var olan şeylerin var olduklarının ve var olmayan şeylerin var olmadıklarının ölçüsüdür. Rüzgar, üşüyen için soğuk eser. Üşümeyen için soğuk esmez. İkisi de haklıdır. (Platon-Protagoras)
BİR NEHİRDE İKİ KEZ YIKANDIM
Az gelişmiş topluluklarda gruplar ya da kişiler arası ilişkiler sevgi ya da nefretle kurulur. Çizgiler bu tür duygusallıklarla şekillenir. Sanatla, felsefeyle, bilimin incelikleri ile yani yüksek yetilerle ilişki tesis etmek böyle yerlerde hayalden ibarettir.
Canlı ya da cansız bir nesne ile karşılaştığınızda ve de onunla bağ kurduğunuzda onun sadece eylemi çağrıştıran yönünü görürsünüz. O nesnenin derinliği ile bağ kuramazsınız. şişe gören insan su ya da şarap içmeyi getirir aklına. Ağlayan birini görense onu sakinleştirmeyi düşünür. Tıpkı ot gören bir koyunun sadece o otu yemeyi düşünmesi gibi. Hayatı belirsiz, zor ve karmaşık kılan tam da budur. (Gilles Deleuze-Anlamın mantığı)
Kabul etmeliyiz ki hepimiz az ya da çok kusurluyuz. Hayatın yapısında vardır bu. Tekamül kusurların kapatılması üzerine kuruludur ama tam bir kusursuzluk hali devinimi gereksiz kılacağından varlık, kusurlarıyla yola devam eder. Bazı insanlar ise kusurlarını görmezden gelir ya da onların varlığından bihaberdir. İşte buna gölge denir. Gölge, kişiliğin ego ideali uğruna bastırılan kısmına denir.
Kriz, kritik ve kriter Yunanca aynı kökten gelir. Kriter eleme aleti, kritik eleme işlemi, kriz ise aletin kırılıp eleme işlemi yapamama durumudur.
Kötülüğün sıradanlığı, düşünme beceriksizliğinden ileri gelir. Kişi yaptıklarının gerçek anlamda iyi mi yoksa kötü mü olduğunu anlayamaz. Kötülük yapan şahıs yaptığı eylemin canavarca olduğunun farkında değildir. İyiyle kötüyü ayırt edemeyen düşünme yoksunu insanlar yeni tip suçlulardır. (Hannah Arendt-İnsanlık durumu)
İnsanlar midye gibidir. Dürüst davranırsanız kendilerini açarlar.
Romantik ekolün ortaya çıkışını doğrudan olmasa da dolaylı olarak hazırlayan Kant’tır. Düşünürün öznenin nesneyi doğrudan bilemeyeceğine dair görüşleri etkendir. Kant transandantal bir alandan bahseder. Yani aklın aşıldığı, artık aklın yetmediği, kendinde hakikatlerin bulunduğu bir sırlar düzlemi mevcuttur. Bu da pek çok şair-düşünürün bakış açısını etkilemiştir.
Paylaşım ve katkınız için teşekkür ederim sayın Sergül.
Oradaki cehalet seçimi güvenlik sorununu unutmayı seçmeye dayalıdır oysa hakiki güvenlik bilerek kaynaklarına inip kişinin alanını genişletmesidir! Bilgi güveni hayata mandallar , aydın bakabilmeyi becerenler için..
Canan SERGÜL
Kapı Duvar'a sevgilerimle bu notum muhaliflik içermez cümlenizin genişletilmiş halidir :))
Cehalet sadece bilgi değil aynı zamanda güvenlik meselesidir.
İnsanlar inandıkları şekilde yaşamadıklarına inanmazlar. (Sigmund Freud- Günlük yaşamın psikopatolojisi)
Artık sonsuz hiçlikte yolumuzu yitirmedik mi? Gündüzler daha erken karanlığa kavuşmuyor mu? (Friedrich Nietzsche- Şen bilim)
Korku filmlerine giderler insanlar sinemaya. Korkmak için para verilir mi? Bu mantıklı mı diye düşünmüş kimileri. Bunun sebebi haz olasılığı. Korkudan gelen değişik bir haz. Nerede bir haz kaynağı, hatta hazzın kırıntısı varsa oraya gidebilir insanoğlu.
Sevgili Anna. En güvendiğin insanlardan kötülük görüp üzülmen güçsüz biri olduğun anlamına gelmez. Fizik kurallarına göre sırtını dayadığın bir nesne birdenbire giderse sen de o yöne devrilirsin. Bunun güçsüzlükle alakası yoktur. (Sigmund Freud)
Proto-philosophia yani ilk felsefe etik olmalıdır. Çünkü felsefe aslında ‘’Başka’’ ile aramızdaki sorumluluk ilişkisini araştırır. Felsefe, hayata tutunmayan konuları ilk plana almamalıdır. Ontoloji ve epistemoloji daha soyut, daha kavramsal meselelerdir. Etik ise doğrudan hayata temas eden bir yapıdadır. (Emmanuel Levinas-Zaman ve başka)