Romantik ekolün ortaya çıkışını doğrudan olmasa da dolaylı olarak hazırlayan Kant’tır. Düşünürün öznenin nesneyi doğrudan bilemeyeceğine dair görüşleri etkendir. Kant transandantal bir alandan bahseder. Yani aklın aşıldığı, artık aklın yetmediği, kendinde hakikatlerin bulunduğu bir sırlar düzlemi mevcuttur. Bu da pek çok şair-düşünürün bakış açısını etkilemiştir.
Oradaki cehalet seçimi güvenlik sorununu unutmayı seçmeye dayalıdır oysa hakiki güvenlik bilerek kaynaklarına inip kişinin alanını genişletmesidir! Bilgi güveni hayata mandallar , aydın bakabilmeyi becerenler için..
Korku filmlerine giderler insanlar sinemaya. Korkmak için para verilir mi? Bu mantıklı mı diye düşünmüş kimileri. Bunun sebebi haz olasılığı. Korkudan gelen değişik bir haz. Nerede bir haz kaynağı, hatta hazzın kırıntısı varsa oraya gidebilir insanoğlu.
Sevgili Anna. En güvendiğin insanlardan kötülük görüp üzülmen güçsüz biri olduğun anlamına gelmez. Fizik kurallarına göre sırtını dayadığın bir nesne birdenbire giderse sen de o yöne devrilirsin. Bunun güçsüzlükle alakası yoktur. (Sigmund Freud)
Proto-philosophia yani ilk felsefe etik olmalıdır. Çünkü felsefe aslında ‘’Başka’’ ile aramızdaki sorumluluk ilişkisini araştırır. Felsefe, hayata tutunmayan konuları ilk plana almamalıdır. Ontoloji ve epistemoloji daha soyut, daha kavramsal meselelerdir. Etik ise doğrudan hayata temas eden bir yapıdadır. (Emmanuel Levinas-Zaman ve başka)
Ezilenlerin bazısı ezilmeyi önemsememekte, bazısı ezilmeyi hak ettiğini düşünmekte, bazısı ise ezildiğinin farkında bile değil! Eğitim kurumları ezilenlere ezmeyi ve ezilenler kervanından çıkmayı değil, ezmekten de ezilmekten de uzak nesiller yetiştirmeyi ilke edinmelidir. Bu mücadeleye eğitimciler kadar ezilenler de destek vermelidir ve dünyayı yeniden yaşanılır, yeniden dengeli hale getirmelidir. (Paulo Freire-Ezilenlerin pedagojisi)
Helenistik felsefede, Aristoteles ve Platon’da olduğu gibi sistemli bir felsefe söz konusu değildir. Bunun sebebi, ahlak felsefesini nihai ürün üreten felsefe olarak görmeleridir. Ahlak felsefelerinde toplumla ilişkilendirilmiş bir ahlak kuramı yerine daha çok kişinin içsel mutluluğuna odaklanan bir ahlak kuramıyla karşılaşırız. Ekolleri ahlak kuramları bakımından ayrı ayrı değerlendirmek gerekirse Epikurosçuluk ile stoa arasında farklar olduğunu görürüz.
Yaşam kaliteniz hayatın içine, onun derinliklerine ne kadar girdiğinize bağlıdır. Bu derinliği belirleyen de kendinize karşı ne kadar dürüst olduğunuzdur. Başkalarına karşı dürüst olmayanlar yalnız kalır ya da bir sahtelik havuzunda yüzerler. Kendilerine karşı dürüst olmayanlar ise hiç olurlar.
Büyük yönetmen Lars Von Trier’in ‘’Antichrist’’ filminde tevazu ve merhamet konularına değinilir aslında. (Dogville’de de kurcalanır mevzu) Bu Filmlerde olduğu gibi fazla tevazunun kibir olduğu yönünde pek çok düşünür de görüş belirtmiştir tarih boyunca. Oradan akla hemen itidal ve Aristoteles gelir. Aristoteles orta yolcudur bilindiği üzere. Orta yolcuların en eskilerindendir. Mesele şu ki haklı olarak bazı düşünürler ortaya, fazlaya ya da aza kimin neye göre karar verdiğini sorgularlar. Kararında ya da ideal olarak nitelenenin evrensel olup olmadığı düşünülmelidir. Fazla tevazuya nasıl kibir, az tevazuya nasıl kibir değil deriz. Neye göre? Miktarı kim belirliyor? Bir ile beşin ortası üçtür ama tevazu, vicdan, merhamet, arzu, öfke gibi kavramlar matematik değildir ki! Çağlar geçmiş ama belli ki bu pilav daha çok su kaldırır.
Büyük resmi görmediği durumlarda değerlendirme yapmamalıdır insan. Aksi takdirde doğruyu bildiğini iddia eden kurnazların tuzağına düşer. İnsanı etkileyen küçük görüntü, resmin bütününü temsil etmeyebilir. Küçük görüntüleri gözlerin içine sokmaya çalışanlar, insanları bilinçlendirmek değil sadece kullanmak isterler.
Bilgiyi sadece episteme ya da doxa boyutlarından ele almamalıyız. Eğer felsefi bir yolculuk yapacaksak bilgi ile dönüşerek, bilginin de dönüştüğünü kavrayarak yapabiliriz. Kavramak dönüşenle dönüşerek olur. (Michel Foucault- College de France Notları)
Gerçekte hayat alabildiğine saçma ve bir o kadar da mümkündür. Yaşam ve onun en ilginç öğelerinden olan aşk rasyonel değildir. Rasyonalize edilmemelidir. Bizlerin ideale ve ideal olana ihtiyacımız olduğu düşüncesi fazla saplantılıdır. İdeal olmayan, saçma olan kafi olabilir. Biraz dağınık bir odada dinlenmek, aşırı düzenli bir odada dinlenmekten daha keyiflidir. Otantik, salaş bir balıkçı restoranı, steril bir fast-food restoranından daha keyiflidir. Selülitli bir cilt, mükemmel hatlardan daha erotiktir. Birlikte saçmalayabildiğin inişli çıkışlı bir aşk, sözleşmeli, aşırı mantıklı bir ilişkiden çok daha evladır. (Jean François Lyotard-Ayrışma)
Kediler zevk sahibidir. Keyif etmeyi severler. Bu hayatın tadının koşturarak, çalışarak değil biraz da miskinlik yaparak çıkarılacağını anlatan öznelerdir kediler. Güzelliklerine de düşkündürler. Çöpleri de kurcalasalar, bir şatoda da yaşasalar aynı asalete sahiptirler.
Viktor Frankl’a göre birey içsel çatışmalardan tamamen azade olmamalıdır. Ona göre her çatışma bir rahatsızlık değildir. Bir miktar çatışma, bireyin ileri gitmesi için yararlıdır.
Hiçbir hastalık tamamen bir tek organa münhasır kalmaz. Hekimleri her hastalıktan bir ihtisas işi çıkarmaya sevk eden şey, canlı varlık hakkındaki eski anatomi anlayışıdır. İnsanı kısımları ve bütünüyle anatomik, fizyolojik ve biyolojik görünüşleri ile bilenler, ancak onu hasta olunca anlayabilirler. (Alexis Carrel-İnsan denen meçhul)
Anlam, amaç ve araç kavramları birbirine girmiş durumda 21.asırda. Araçlar birilerinin amacı olmuş. Dünya artık pek kurak! Anlam ise gökteki yıldız kadar uzak. Mezara gireceğini unutanlar için hayatın her anı olmuş başka bir tuzak!
İşçi olmak kötü bir şey değildir. Ezberletilen işçi zihniyeti ve davranışları kötüdür. Yukardakilerin gözüne girmek için çalışma arkadaşının canına okumaktır kirli olan...
Kısıtlılıktan kurtulan, tabuları yıkan, isyan eden kişinin kendi kendine, isteyerek ya da istemeyerek yeni kısıtlılıklar yaratması kaçınılmazdır. Sonsuz özgürlük ya da sonsuz iktidarsızlık yoktur çünkü kırılması gereken her kalıbın ardından yeni kalıpların yükseldiği görülür. İzleri silmek isteyenler gökten zembille inmezler. Hiçbir şeye el sürmeden öylece de çekip gidemezler. Kendi izlerini bırakınca yeni bir karanlık, yeni bir pranga ve yeni robotik zihinleri de peşlerinden sürüklerler.
Bilimsel araştırmaların giderek daha yüksek maliyetli olduğu açıktır. Bu yüzden bu konuda kamudan özel sektöre bir kayış vardır. Abd’de AR-GE çalışmalarının sadece beşte biri devlet tarafından karşılanmaktadır. Özel şirketler, büyük korporasyonlar belli ki bilimsel araştırmalarda gücü elinde bulundurmaktadır. Hal böyle olunca kamu yararı ya da kamu sağlığındansa şirket karlılığı ön plana çıkacaktır. Bakalım önümüzdeki yıllar neler getirecek!
İnsanlar midye gibidir. Dürüst davranırsanız kendilerini açarlar.
Romantik ekolün ortaya çıkışını doğrudan olmasa da dolaylı olarak hazırlayan Kant’tır. Düşünürün öznenin nesneyi doğrudan bilemeyeceğine dair görüşleri etkendir. Kant transandantal bir alandan bahseder. Yani aklın aşıldığı, artık aklın yetmediği, kendinde hakikatlerin bulunduğu bir sırlar düzlemi mevcuttur. Bu da pek çok şair-düşünürün bakış açısını etkilemiştir.
Paylaşım ve katkınız için teşekkür ederim sayın Sergül.
Oradaki cehalet seçimi güvenlik sorununu unutmayı seçmeye dayalıdır oysa hakiki güvenlik bilerek kaynaklarına inip kişinin alanını genişletmesidir! Bilgi güveni hayata mandallar , aydın bakabilmeyi becerenler için..
Canan SERGÜL
Kapı Duvar'a sevgilerimle bu notum muhaliflik içermez cümlenizin genişletilmiş halidir :))
Cehalet sadece bilgi değil aynı zamanda güvenlik meselesidir.
İnsanlar inandıkları şekilde yaşamadıklarına inanmazlar. (Sigmund Freud- Günlük yaşamın psikopatolojisi)
Artık sonsuz hiçlikte yolumuzu yitirmedik mi? Gündüzler daha erken karanlığa kavuşmuyor mu? (Friedrich Nietzsche- Şen bilim)
Korku filmlerine giderler insanlar sinemaya. Korkmak için para verilir mi? Bu mantıklı mı diye düşünmüş kimileri. Bunun sebebi haz olasılığı. Korkudan gelen değişik bir haz. Nerede bir haz kaynağı, hatta hazzın kırıntısı varsa oraya gidebilir insanoğlu.
Sevgili Anna. En güvendiğin insanlardan kötülük görüp üzülmen güçsüz biri olduğun anlamına gelmez. Fizik kurallarına göre sırtını dayadığın bir nesne birdenbire giderse sen de o yöne devrilirsin. Bunun güçsüzlükle alakası yoktur. (Sigmund Freud)
Proto-philosophia yani ilk felsefe etik olmalıdır. Çünkü felsefe aslında ‘’Başka’’ ile aramızdaki sorumluluk ilişkisini araştırır. Felsefe, hayata tutunmayan konuları ilk plana almamalıdır. Ontoloji ve epistemoloji daha soyut, daha kavramsal meselelerdir. Etik ise doğrudan hayata temas eden bir yapıdadır. (Emmanuel Levinas-Zaman ve başka)
Ezilenlerin bazısı ezilmeyi önemsememekte, bazısı ezilmeyi hak ettiğini düşünmekte, bazısı ise ezildiğinin farkında bile değil! Eğitim kurumları ezilenlere ezmeyi ve ezilenler kervanından çıkmayı değil, ezmekten de ezilmekten de uzak nesiller yetiştirmeyi ilke edinmelidir. Bu mücadeleye eğitimciler kadar ezilenler de destek vermelidir ve dünyayı yeniden yaşanılır, yeniden dengeli hale getirmelidir. (Paulo Freire-Ezilenlerin pedagojisi)
Helenistik felsefede, Aristoteles ve Platon’da olduğu gibi sistemli bir felsefe söz konusu değildir. Bunun sebebi, ahlak felsefesini nihai ürün üreten felsefe olarak görmeleridir. Ahlak felsefelerinde toplumla ilişkilendirilmiş bir ahlak kuramı yerine daha çok kişinin içsel mutluluğuna odaklanan bir ahlak kuramıyla karşılaşırız. Ekolleri ahlak kuramları bakımından ayrı ayrı değerlendirmek gerekirse Epikurosçuluk ile stoa arasında farklar olduğunu görürüz.
Yaşam kaliteniz hayatın içine, onun derinliklerine ne kadar girdiğinize bağlıdır. Bu derinliği belirleyen de kendinize karşı ne kadar dürüst olduğunuzdur. Başkalarına karşı dürüst olmayanlar yalnız kalır ya da bir sahtelik havuzunda yüzerler. Kendilerine karşı dürüst olmayanlar ise hiç olurlar.
Kitabı okuduğumda hissettigim acıyı ve yoksunluğu hatırlıyorum, o gün anladım beklediğin hiçliktir ve o gün bugündür kalbim hep derinlerde...
Büyük yönetmen Lars Von Trier’in ‘’Antichrist’’ filminde tevazu ve merhamet konularına değinilir aslında. (Dogville’de de kurcalanır mevzu) Bu Filmlerde olduğu gibi fazla tevazunun kibir olduğu yönünde pek çok düşünür de görüş belirtmiştir tarih boyunca. Oradan akla hemen itidal ve Aristoteles gelir. Aristoteles orta yolcudur bilindiği üzere. Orta yolcuların en eskilerindendir. Mesele şu ki haklı olarak bazı düşünürler ortaya, fazlaya ya da aza kimin neye göre karar verdiğini sorgularlar. Kararında ya da ideal olarak nitelenenin evrensel olup olmadığı düşünülmelidir. Fazla tevazuya nasıl kibir, az tevazuya nasıl kibir değil deriz. Neye göre? Miktarı kim belirliyor? Bir ile beşin ortası üçtür ama tevazu, vicdan, merhamet, arzu, öfke gibi kavramlar matematik değildir ki! Çağlar geçmiş ama belli ki bu pilav daha çok su kaldırır.
Büyük resmi görmediği durumlarda değerlendirme yapmamalıdır insan. Aksi takdirde doğruyu bildiğini iddia eden kurnazların tuzağına düşer. İnsanı etkileyen küçük görüntü, resmin bütününü temsil etmeyebilir. Küçük görüntüleri gözlerin içine sokmaya çalışanlar, insanları bilinçlendirmek değil sadece kullanmak isterler.
Entelektüel her şeyi bilen değil nerede neyi bulacağını bilendir. (Umberto Eco-Neredeyse aynı şeyi söylemek)
Az gelişmiş topluluklarda yönetici kesimin halka yaptığı, ölümü gösterip sıtmaya razı etmektir.
Bilgiyi sadece episteme ya da doxa boyutlarından ele almamalıyız. Eğer felsefi bir yolculuk yapacaksak bilgi ile dönüşerek, bilginin de dönüştüğünü kavrayarak yapabiliriz. Kavramak dönüşenle dönüşerek olur. (Michel Foucault- College de France Notları)
Gerçekte hayat alabildiğine saçma ve bir o kadar da mümkündür. Yaşam ve onun en ilginç öğelerinden olan aşk rasyonel değildir. Rasyonalize edilmemelidir. Bizlerin ideale ve ideal olana ihtiyacımız olduğu düşüncesi fazla saplantılıdır. İdeal olmayan, saçma olan kafi olabilir. Biraz dağınık bir odada dinlenmek, aşırı düzenli bir odada dinlenmekten daha keyiflidir. Otantik, salaş bir balıkçı restoranı, steril bir fast-food restoranından daha keyiflidir. Selülitli bir cilt, mükemmel hatlardan daha erotiktir. Birlikte saçmalayabildiğin inişli çıkışlı bir aşk, sözleşmeli, aşırı mantıklı bir ilişkiden çok daha evladır. (Jean François Lyotard-Ayrışma)
Kediler zevk sahibidir. Keyif etmeyi severler. Bu hayatın tadının koşturarak, çalışarak değil biraz da miskinlik yaparak çıkarılacağını anlatan öznelerdir kediler. Güzelliklerine de düşkündürler. Çöpleri de kurcalasalar, bir şatoda da yaşasalar aynı asalete sahiptirler.
Cahil, deneyimle literatürü birleştiremeyendir.
Viktor Frankl’a göre birey içsel çatışmalardan tamamen azade olmamalıdır. Ona göre her çatışma bir rahatsızlık değildir. Bir miktar çatışma, bireyin ileri gitmesi için yararlıdır.
Hiçbir hastalık tamamen bir tek organa münhasır kalmaz. Hekimleri her hastalıktan bir ihtisas işi çıkarmaya sevk eden şey, canlı varlık hakkındaki eski anatomi anlayışıdır. İnsanı kısımları ve bütünüyle anatomik, fizyolojik ve biyolojik görünüşleri ile bilenler, ancak onu hasta olunca anlayabilirler. (Alexis Carrel-İnsan denen meçhul)
Kinik okuldan Antisthenes, fakir olduğu halde ben zenginim diye ortalıkta dolaşan bir filozoftur. Yani nasıl baktığı önemlidir insanın.
Düşünmenin eylem karşısında hastalıklı bir zayıflık olarak görünmesinin bir nedeni vardı.
Anlam, amaç ve araç kavramları birbirine girmiş durumda 21.asırda. Araçlar birilerinin amacı olmuş. Dünya artık pek kurak! Anlam ise gökteki yıldız kadar uzak. Mezara gireceğini unutanlar için hayatın her anı olmuş başka bir tuzak!
İşçi olmak kötü bir şey değildir. Ezberletilen işçi zihniyeti ve davranışları kötüdür. Yukardakilerin gözüne girmek için çalışma arkadaşının canına okumaktır kirli olan...
Kısıtlılıktan kurtulan, tabuları yıkan, isyan eden kişinin kendi kendine, isteyerek ya da istemeyerek yeni kısıtlılıklar yaratması kaçınılmazdır. Sonsuz özgürlük ya da sonsuz iktidarsızlık yoktur çünkü kırılması gereken her kalıbın ardından yeni kalıpların yükseldiği görülür. İzleri silmek isteyenler gökten zembille inmezler. Hiçbir şeye el sürmeden öylece de çekip gidemezler. Kendi izlerini bırakınca yeni bir karanlık, yeni bir pranga ve yeni robotik zihinleri de peşlerinden sürüklerler.
Bilimsel araştırmaların giderek daha yüksek maliyetli olduğu açıktır. Bu yüzden bu konuda kamudan özel sektöre bir kayış vardır. Abd’de AR-GE çalışmalarının sadece beşte biri devlet tarafından karşılanmaktadır. Özel şirketler, büyük korporasyonlar belli ki bilimsel araştırmalarda gücü elinde bulundurmaktadır. Hal böyle olunca kamu yararı ya da kamu sağlığındansa şirket karlılığı ön plana çıkacaktır. Bakalım önümüzdeki yıllar neler getirecek!