sen say ki ben hiç ağlamadım hiç ateşe tutmadım yüreğimi geceleri, koynuma almadım ihaneti ve say ki bütün şiirler gözlerini bütün şarkılar saçlarını söylemedi hele nihavent hele buselik hiç geçmedi fikrimden ve hiç gitmedi bir topak kan gibi adın içimin nehirlerinden evet yangın evet salaş yalvarmanın korkusunda talan evet kaybetmenin o zehirli buğusu evet nisyan evet kahrolmuş sayfaların arasında adın sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı bu sevda biraz nadan biraz da hıçkırık tadı pencere önü menekşelerinde her akşam
"1985 yıllarında İran'da yaşanmış gerçek bir yaşam öyküsü... Ziba ile Muhammed üniversite yıllarında tanışmış, uzun süren bir arkadaşlık döneminden sonra yeni evlenmiş bir çifttir... Muhammed, sığır ticaretiyle uğraşmakta, Ziba ise bir özel hastanede hemşirelik yapmaktadır. Bir aylık evli çift, balayına çıkma planları yapmaktadırlar... Muhammed, bütün formaliteleri yerine getirerek esine ve kendisine on beş günlük bir balayı programı hazırlar... Ve özel otomobilleriyle balaylarını geçirmek için Benderabbas şehrine hareket ederler... Ziba ile Muhammed yaklaşık 600 km lık bir yol katederler. İran devrim muhafızları Pasdar'lar kara yolu üzerinde araçları durdurarak kimlik kontrolü yapmaktadırlar. Ziba ile Muhammed'in araçlarını da durdururlar. Ziba'dan evlilik cüzdanı istenir. Ziba çantasını karıştırır, valizlerine bakınır ama evlilik cüzdanı yoktur. Cüzdanı evde unutmuştur. Muhammed yeni evli olduklarını ve balayına gittiklerini devrim muhafızlarına anlatmaya çalışır.. Devrim kuralları kesindir. Evlilik cüzdanı olmayan kadın erkeğin yanında bulunuyor ise fahişedir. Cezalandırılmalıdır. Ziba ile Muhammed evli olduklarina dair yeminler eder... Yalvarırlar... Nafile, Ziba Karakola götürülüp fahişe suçundan seri mahkemeye çıkartılacaktır. Muhammed, "Evlerinin 600 km uzakta olduğunu müsade ederlerse karısıyla gidip evlilik cüzdanını getireceğini" söyler. Devrim muhafızları Ziba'yi bırakmaz. "Evlilik cüzdanını getir kadını götür.." denir.. Muhammed Evlilik cüzdanlarını almak için geri döner... Şoke olmuştur. Biran evvel eve gitmeli cüzdanı getirip karısını kurtarmalıdır.. Yollar uzadıkça uzar, viraja suratli giren Muhammed direksiyon hakimiyetini kaybederek yol kenarındaki uçuruma yuvarlanır.. Kazadan üç-dört saat sonra, Muhammet ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılır.. Muhammed yoğun bakımda ölüm ile yaşam arasında gidip gelmektedir... On beş gün şuursuzca yatar. Kendine geldiğinde ilk Ziba'yi sorar. Kabus bitmemiştir. Ziba canilerin elinde kalmıştır. "Cüzdanı götürüp karımı kurtarmalıyım..." der. Bu düşüncelerle hastaneden kaçar. Evine gider... Evlilik cüzdanlarını alır... Ziba'yı alıkoyan karakola gider... -"Ziba nerde?... Evlilik cüzdanımı getirdim. Karımı serbest bırakın." Buz gibi bir cevap alır.... "-Seni bir hafta bekledik gelmeyince, kaçtığını düşündük, bu kadının fahişe olduğunu kabul ettik ve astık...." Ziba'nin morgdaki cesedini Muhammed'e verirler... (1985 yıllarında İran'da yaşanmış gerçek bir yaşam öyküsü ) Alıntı.
Onu sesinden bildim Aşk dı, ayak tıpırtılarını aynaya tuttum, belleğimi suya ve ateşe, gözleri nasıl da parlaktı, nasıl da siyah ve masum, onu sesinden bildim Aşk dı, sefih,aciz,ama yüce, kendini saklayamayacak kadar ketum, aşka benden daha muhtaçtı, ölmeye, ölesiye sevmeye.
Hüseyin FERHAD, ŞAİR, 1954
ÇÖKME,
Diz çökmeden besmeleyle, nasıl anlatılır tufan, lal bir o kadar sağır, üstelik içimdeki ben, arkaya tara saçlarını, sonra ortadan ikiye ayır, mehil doldu, Yulug itili geriye çağır, hecin ve çakal sesiyle, uzun yağmurlar yağdı, Balasagunu sel aldı, bahadırlar kısrak yerine kendi kadınlarını sağdı, Türkistan, ama, eski, çekik ve kibirli gözleriyle, tarihteki yerine ağdı, Artık konuşma sırası ondadır, ceylan ve kurt sesiyle, arkaya tara saçlarını, sonra ortadan ikiye ayır.
Hüseyin, FERHAD.
Şirazı sor, balasagunu, yırtılışını tarihi coğrafyanın hadım edilmiş ruhunu, bencileyin bir ateşperestin, berberi değilim hayır, borcum yok arap diline, özenir imrenirim lakin, çöle kalam üşürenlere, kalbimin miadı doldu, çiçek açması yakındır, mavi lotus, semire, faslı baharı bile yanıltır.
Aşk ölümden doğar, fakat, doğumumuzla birlikte biz bu ölümü terk etmişizdir, bu ölmek ve yeniden doğmaktır, - Kadın - der Machado - varlığn öteki yüzüdür - saf şimdi olan varlık çıkar ve kendisini ona sunar, ve ona gömülür ve onda gizlenir, yani aşk aynı zamanda hem varlığın kendini ortaya sermesi de hiçliktir. Edilgen bir kendini ortaya seriş değil, gözümüzün önünde yapılan ve bozulan bir şey. Bizim de katıldığımız, kendimiz için bir şeyler yaptığımız bir tiyatro oyunu gibi, Aşk varlığın yaratılmasıdır, ve o varlık bizim varlığımızdır, biz varlığımızı yaratırken, onu tüketir ve tüketirken onu yaratırız.
Octavio PAZ, ŞAİR, DAHİ, 1998, ve Nobel Ödülü, 1990
Çev.. Ömer SARUHANLIOĞLU, - Çeviri de gayet iyi, belirtiyim, teşekkürler emeğine -
Şimdİ çocuklar Dahi nasıl oluyor, fay kırığına benziyor mu, siz tabii, kırılmayın, ama, aşk o değil, kafanı gözünü kırsın diye var, öyle bir yetişme, yetiştirme dönemi o da sınavın bir parçası, ve kallavi, onun çevresinde de kendi kozanızı öreceksiniz, ama, her üstünüze gelende, iyisini yapma iradesini göstererek, anlaşıldı mı, o beyazlar giyinmiş Osmanlı Kadını, neden yeni olmüş eşinin üzerine kapanarak hıçkırarak ağlıyordu, işte o Türk Kalitesiydi. Bir de şuna bakalım, İbn Hazm nerdeyse bin yıl önce kayda değer, İslam Filozoflarından, Allahın sözlerinden başkasını tanımam diye ilk dile getirenleren, Endülüste, aşk üzerine de döktürüyor, ve herkes gibi sizlere ömür eşine haber veriyorlar - onun ölüsünü kitapları kaldırsın - diyor, sen o kadar cambazlık yap, hepsi anında çöp. Öyle Aşk deyip geçme, bakmışın içinden geçer, anladın mı Osmanlı Türkü neydi. Geçmiş olsun.
Gönül gözleriyle bakıldığında her şeyin özünde bir ve bütün olduğunu fark etmektir. Aşk, kalbin sınırlarını aşan, ruhu yücelten ve her anı kutsayan bir yolculuktur.
Mutluyum, seviyorum, seviliyorum. İyi ki varsın canım sevgilim, Günümü, gecemi güzelleştirenim, Yüzümü güldürenim, Gönlümü fethedenim, Hep iyi ol, hep mutlu ol, hep yüzün gülsün. Ateşim, güneşim, kalbim, Aşkımız sonsuza kadar sürsün.
01.05.2024 Çarşamba İstanbul 19:24 Güliz Ardilli
Dinlemekten keyif aldığım bu hareketli şarkı da mutluluğumun, neşemin bir ifadesi. :))
Oduna, ruhsuza, hödüğe, halden anlamaza aşık olmayın arkadaş, en önemli mevzu bu.! Öyle bir mahluğa aşık olacağınıza gidin dağa, kuşa, çiçeğe, denize, ormana aşık olun daha iyi .
özleyipte gurur yapmamaktır aşk, sevdikçe ona gurursuzlaşmaktır. hasretiyle yanım tutuştuğun her vakit ona varacağın zamanı düşünmektir. seneler dahi geçse onu gördüğün yerde mıh gibi her şeyin aklında kalmasıdır
Hepsi de kederden kurtulup yöneliyorlar, günlük yaşayışlarına gelişen şafağında sesinin, oysa adın onların arasında yasak bana. Adın yasaklanınca bana, uzak, uzak o uzak bahçelerden, kıpkızıl karanfiller açtırıp, Mihriban derim birine, Mihriban derim sana, sığınıp sesinin sürekli şafağına. Ve sen bana gülerek - gizlice ağlayan biri var her gece şafağın yollarını açmak için - diye anlatsan, biliyorum ben gerçekte, kimdir ağlayan, Yani düşündüğün öluyor mu. Tam ben ayrılırken sendeleyip, elimi tutuyorsun... ne demektir bu, Ama, bilmek istiyorum gerçek mi değil mi, elini tuttuğum....
Turan, Mistik
Dillendi mi yürekte yokluğun, sen yer alırsın yanımda, bu sayıklamalar bu duyduğun, tutsak çocuklar kanımda. Astım kara taştan duvarlara, yeşil altın süslerini, hazzın lavında benimle ara, sonsuzdaki ak yerini.
Hepsi de kederden kurtulup yöneliyorlar, günlük yaşayışlarına gelişen şafağında sesinin, oysa adın onların arasında yasak bana. Adın yasaklanınca bana, uzak, uzak o uzak bahçelerden, kıpkızıl karanfiller açtırıp, Mihriban derim birine, Mihriban derim sana, sığınıp sesinin sürekli şafağına. Ve sen bana gülerek - gizlice ağlayan biri var her gece şafağın yollarını açmak için - diye anlatsan, biliyorum ben gerçekte, kimdir ağlayan, Yani düşündüğün öluyor mu. Tam ben ayrılırken sendeleyip, elimi tutuyorsun... ne demektir bu, Ama, bilmek istiyorum gerçek mi değil mi, elini tuttuğum....
Turan, Mistik
Dillendi mi yürekte yokluğun, sen yer alırsın yanımda, bu sayıklamalar bu duyduğun, tutsak çocuklar kanımda. Astım kara taştan duvarlara, yeşil altın süslerini, hazzın lavında benimle ara, sonsuzdaki ak yerini.
İlk metine katıliyorum şairem. İkinci metine açıklamam şudur; Bireysel şiir ajandadan öteye gidemez. Bir şiir yazıldığı an topluma mâl olmuş ve halkındır. Sadece şiirin yazımı, imzası şairindir,duygusu halkındır. Sonsuz saygı, sevgiyle şairem.
Elbette öyledir tıpkı hayat gibi, ömür seçimlerimiz doğrultusunda yol almaz mı zaten. Aşk da bunlardan biri. Hoyrattır aşk, yıpratır. Bunu psikolojik sebeplere dayandırırız, hormonlarımız sayesinde oluşan patolojik bir durum olarak açıklıyorum bu duyguyu ve kontrolü de çok zordur. Çoğu zaman pişmanlıklarla sonuçlanır. İşte bu yüzden de denetleme mekanizmamızı yani (irade) hiçbir zaman, zamana ve şansa bırakmamalıyız. Burada duygular ağar basarsa ve sadece kişi o duyguyu yaşamaya karar verirse işte bu seçimdir. Kötü bir şey mi? Burada da ahlak kavramı devreye giriyor. Bu da sorgulanabilir çoğu çevrede makul sayılan bazı yaşam tarzları, bazıları için absürt karşılanabilir. Lakin, kişisel tercihler , diğer kişiler tarafından saygıyla karşılanmalı. Yargılamadan kaçınılmalı. Yine bu ahlak anlayışını benimseyen kişilere de, bu seçimi yapanlar saygı duymalı. Bakın her kural ve seçimler nasıl birbirini bağlıyor ve nasıl birbirimizi etkiliyor değil mi? Ama her seçim sonuçta sevgiye, anlayışa, saygıya bağlanıyor.
Yazdıklarımıza gelince; yazar dediğimiz kişi kendi duygularını anlatırken, gözlemlerini de anlatır. Yeryüzünde milyonlarca beden, milyonlarca bedel varken normal olan da her türlü duygunun ve gözlemin yazar tarafından dile getirilmesi değil midir zaten? İyi bir yazarın iyi bir gözlemci olması şarttır. Sevgilerimle… :)
Aşk iradedir aslında... Mükemmel tespit şairem. Hasılında seçimdir ister seçer ister seçmezsin. Ama nacizane yazınlarımız duygumuz kanısıma varılıyor ; oysaki şair halkın ortak duygusunu yazar... Her yazdiğımızı yaşamayız ;lakin toplumumuz genel çerreye ulaşma seviyesine henüz ulaşmamış. Sevgi ve saygıyla şairem.
Öz güven en büyük aşktır, ailede kazanılır. Yağmurda ıslanmayı babasından öğrenen kız çocukları pişman olacağı şemsiyeye siper etmez başını. Aşk som altın yağsın isterse.
Pişmanlık olduğu kanısına yaş ilerleyince fark ettim acı gerçeklerle yüzleşmek her sevene nasip olmuyor .işi arsızlığa vurup deli gibi sevmek diyesim var ama dedim ya pişmanlık..
Sevmek için “yürek” Sürdürmek için “emek” gerek. Sevgi ne boğazda, ne mum ışığında yemek yemek, ne de pahalı bir pırlanta demek. Sevgi; bir lokmada iki mutlu insan demek.
------Kalbin, düşünebilme ve fikir üretebilme özelliği yoktur. Kalp, kan dolaşımını sağlar. Ve natriüretik-peptif salgılama gibi işlevleri haricinde başka bir işlevi yoktur. Bu yüzden Kalbin kapakları ve ya tam kendisini yapay olarak değiştirmek mümkündür. İnanç Tüc- carları ve kuantumcu sahtekârlar Kalbin duygulardan sorumlu ve bağımsız düşünebilen organ olduğu yalanını Halkın içerisin de fısıldayıp durmuşlardır. Günümüz de fetbaz sahtekârların yalanları sürüp gitmektedir. ------Ayrıca bunu Din ve mezhep adına yapanlar Sübhaneke duasının anlamını bile bilmeyenlerdir. Osmanlı geleneğinde Vatandaş kavramı yoktu. Bütün Vatandaşlar Padişahın Kullarıydı. Kullar Yaradandan çok Hünkâr ve Dinden korkarlardı. Bu durum Payıtahtın işine gelmekteydi. Din ve Mezhepsel korkularla bir çeşit kölelik sistemi oluşturmuşlardı. Dönemin Şeyhülislam-ı Devlet-ü Aliyye'nin Zülfükârıydı. Kanuni Sultan Süleyman, şehzade Mustafa'yı Şeyhülislam fetvasıyla idam etmiştir. ------Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyeti kurunca, beraberinde Hilafeti de kaldırmıştır. Laiklik ilkesiyle Din ve Devlet işlerini ayırmıştır. Yüce Türk ulusu kul ve kölelikten Vatandaşlığa terfi etmiştir. 1923 ile 1955 yılları arası Ülkemizde Din ve Mezhepler usulune uygun icralarına devam etmiştir. Ancak 1955 ten sonra iyice güçlenen Menderes Hükümeti seçim kürsülerinde Dini siyasete alet etmiştir. Ve-ve-ve halada devam etmek- tedir. Son zamanlarda Siyaset okul ve Cami kürsülerinde yapılır olmuştur...VESSELAM.
yazıklar olsun, yapılır mı bu koskoca bir ümmete, bunca nesle nasıl kıydınız... aklımızı yele verdirdiniz ulema sıfatlarınız altında...
kalp ile akledilmez, kulak ve gözlerin asistanlığında kalple "düşünülür"... hasılı, müslüman, "pratik" akılla düşünmek zorundadır ve yaptıklarının ya da yapmadıklarının sonuçlarını, iyiyi kötüden temyiz etmeyi\ayıklamayı... işittikleri ve gördüklerinin yardımıyla kalbiyle idrak eden insandır...
teorik akılla debelenip durmaz... netice; kuranı bir "bilim" kitabı olarak algılatma gayretkeşlikleri, bizi allaha yaklaştıramaz... allaha yaklaşmanın aşktan başka yolu, aramızda kalsın ama; yoktur...
aşktır evet, allahı kula "bildirecek"... dücane mealine "küçük" bir katkı...
hay\dan gelenin, hû\ya gitmekten başka hiç bir şeçeneği yoktur ve bu yolda kula "burak" olacak olan aştır... o da sitretul muntehaya kadar... ondan sonraki verayı bilmeyi ise; sadece sevgilisine verdi... du yu andırsssten'd mi... ;)
kendini tanıyan, rabbini tanır; bilir değil, vesselam... bilmek sadece o\na mahsus... cümleten hayırlı sabahlar...
sen say ki
ben hiç ağlamadım
hiç ateşe tutmadım yüreğimi
geceleri, koynuma almadım ihaneti
ve say ki
bütün şiirler gözlerini
bütün şarkılar saçlarını söylemedi
hele nihavent
hele buselik hiç geçmedi fikrimden
ve hiç gitmedi
bir topak kan gibi adın
içimin nehirlerinden
evet yangın
evet salaş yalvarmanın korkusunda talan
evet kaybetmenin o zehirli buğusu
evet nisyan
evet kahrolmuş sayfaların arasında adın
sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
bu sevda biraz nadan
biraz da hıçkırık tadı
pencere önü menekşelerinde her akşam
- İbrahim Sadri, Bir Adın Kalmalı
"1985 yıllarında İran'da yaşanmış gerçek bir yaşam öyküsü...
Ziba ile Muhammed üniversite yıllarında tanışmış, uzun süren bir arkadaşlık döneminden sonra yeni evlenmiş bir çifttir...
Muhammed, sığır ticaretiyle uğraşmakta,
Ziba ise bir özel hastanede hemşirelik yapmaktadır.
Bir aylık evli çift,
balayına çıkma planları yapmaktadırlar...
Muhammed, bütün formaliteleri yerine getirerek esine ve kendisine on beş günlük bir balayı programı hazırlar...
Ve özel otomobilleriyle balaylarını geçirmek için Benderabbas şehrine
hareket ederler...
Ziba ile Muhammed yaklaşık 600 km lık bir yol katederler.
İran devrim muhafızları Pasdar'lar kara yolu üzerinde araçları durdurarak
kimlik kontrolü yapmaktadırlar.
Ziba ile Muhammed'in araçlarını da
durdururlar.
Ziba'dan evlilik cüzdanı istenir. Ziba çantasını karıştırır, valizlerine bakınır ama evlilik cüzdanı yoktur.
Cüzdanı evde unutmuştur.
Muhammed yeni evli olduklarını ve balayına gittiklerini devrim muhafızlarına
anlatmaya çalışır..
Devrim kuralları kesindir.
Evlilik cüzdanı olmayan kadın erkeğin yanında bulunuyor ise fahişedir. Cezalandırılmalıdır.
Ziba ile Muhammed evli olduklarina dair yeminler eder...
Yalvarırlar...
Nafile, Ziba Karakola götürülüp fahişe suçundan seri mahkemeye çıkartılacaktır.
Muhammed, "Evlerinin 600 km uzakta olduğunu müsade ederlerse karısıyla gidip evlilik cüzdanını getireceğini" söyler.
Devrim muhafızları Ziba'yi bırakmaz.
"Evlilik cüzdanını getir kadını götür.." denir..
Muhammed Evlilik cüzdanlarını almak için geri döner...
Şoke olmuştur.
Biran evvel eve gitmeli cüzdanı getirip karısını kurtarmalıdır..
Yollar uzadıkça
uzar, viraja suratli giren Muhammed direksiyon hakimiyetini kaybederek
yol kenarındaki uçuruma yuvarlanır..
Kazadan üç-dört saat sonra,
Muhammet ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılır..
Muhammed yoğun bakımda ölüm ile yaşam arasında gidip gelmektedir...
On beş gün şuursuzca yatar.
Kendine geldiğinde ilk Ziba'yi sorar. Kabus bitmemiştir.
Ziba canilerin elinde kalmıştır.
"Cüzdanı götürüp karımı kurtarmalıyım..." der.
Bu düşüncelerle hastaneden kaçar.
Evine gider...
Evlilik cüzdanlarını alır...
Ziba'yı alıkoyan karakola
gider...
-"Ziba nerde?... Evlilik cüzdanımı getirdim. Karımı serbest bırakın."
Buz gibi bir cevap alır....
"-Seni bir hafta bekledik gelmeyince, kaçtığını düşündük, bu kadının fahişe olduğunu kabul ettik ve astık...."
Ziba'nin morgdaki cesedini Muhammed'e verirler...
(1985 yıllarında İran'da yaşanmış gerçek bir yaşam öyküsü )
Alıntı.
Sen orada
Ben burada
Göçmen kuşlara mı öykündü
Sevdamız
Onu sesinden bildim Aşk dı, ayak tıpırtılarını aynaya tuttum,
belleğimi suya ve ateşe, gözleri nasıl da parlaktı, nasıl da siyah
ve masum, onu sesinden bildim Aşk dı, sefih,aciz,ama yüce,
kendini saklayamayacak kadar ketum, aşka benden daha muhtaçtı,
ölmeye, ölesiye sevmeye.
Hüseyin FERHAD, ŞAİR, 1954
ÇÖKME,
Diz çökmeden besmeleyle, nasıl anlatılır tufan,
lal bir o kadar sağır, üstelik içimdeki ben, arkaya
tara saçlarını, sonra ortadan ikiye ayır, mehil doldu,
Yulug itili geriye çağır, hecin ve çakal sesiyle, uzun
yağmurlar yağdı, Balasagunu sel aldı, bahadırlar
kısrak yerine kendi kadınlarını sağdı, Türkistan, ama,
eski, çekik ve kibirli gözleriyle, tarihteki yerine ağdı,
Artık konuşma sırası ondadır, ceylan ve kurt sesiyle,
arkaya tara saçlarını, sonra ortadan ikiye ayır.
Hüseyin, FERHAD.
Şirazı sor, balasagunu, yırtılışını tarihi coğrafyanın
hadım edilmiş ruhunu, bencileyin bir ateşperestin,
berberi değilim hayır, borcum yok arap diline,
özenir imrenirim lakin, çöle kalam üşürenlere,
kalbimin miadı doldu, çiçek açması yakındır,
mavi lotus, semire, faslı baharı bile yanıltır.
FERHAD, 54
Aklını
Şüpheden
Kudurtur
Siyah beyaz solgun bir resmi
Çapraz bir fişeklik gibi
Asar da göğsüne
Öyle tutar
Dağ yollarını aşk
Aşk ölümden doğar, fakat, doğumumuzla birlikte biz bu ölümü terk etmişizdir, bu ölmek ve yeniden doğmaktır,
- Kadın - der Machado - varlığn öteki yüzüdür - saf şimdi olan varlık çıkar ve kendisini ona sunar, ve ona gömülür ve onda gizlenir, yani aşk aynı zamanda hem varlığın kendini ortaya sermesi de hiçliktir. Edilgen bir kendini ortaya seriş değil, gözümüzün önünde yapılan ve bozulan bir şey. Bizim de katıldığımız, kendimiz için bir şeyler yaptığımız bir tiyatro oyunu gibi, Aşk varlığın yaratılmasıdır, ve o varlık bizim varlığımızdır, biz varlığımızı yaratırken, onu tüketir ve tüketirken onu yaratırız.
Octavio PAZ, ŞAİR, DAHİ, 1998, ve Nobel Ödülü, 1990
Çev.. Ömer SARUHANLIOĞLU, - Çeviri de gayet iyi, belirtiyim, teşekkürler emeğine -
Şimdİ çocuklar Dahi nasıl oluyor, fay kırığına benziyor mu, siz tabii, kırılmayın, ama, aşk o değil, kafanı gözünü
kırsın diye var, öyle bir yetişme, yetiştirme dönemi o da sınavın bir parçası, ve kallavi, onun çevresinde de
kendi kozanızı öreceksiniz, ama, her üstünüze gelende, iyisini yapma iradesini göstererek, anlaşıldı mı, o beyazlar giyinmiş Osmanlı Kadını, neden yeni olmüş eşinin üzerine kapanarak hıçkırarak ağlıyordu, işte o Türk Kalitesiydi. Bir de şuna bakalım, İbn Hazm nerdeyse bin yıl önce kayda değer, İslam Filozoflarından, Allahın
sözlerinden başkasını tanımam diye ilk dile getirenleren, Endülüste, aşk üzerine de döktürüyor, ve herkes gibi
sizlere ömür eşine haber veriyorlar - onun ölüsünü kitapları kaldırsın - diyor, sen o kadar cambazlık yap, hepsi
anında çöp. Öyle Aşk deyip geçme, bakmışın içinden geçer, anladın mı Osmanlı Türkü neydi. Geçmiş olsun.
Aşk yüregin kendini patlatma meselesidir
Yok olacagını bilse de o heyecan için yokluga razı gelmesıdır
Gönül gözleriyle bakıldığında her şeyin özünde bir ve bütün olduğunu fark etmektir. Aşk, kalbin sınırlarını aşan, ruhu yücelten ve her anı kutsayan bir yolculuktur.
Senin çiçeğini kopardım, ey dünya!
Yüreğime bastırdım, dikeni battı.
Sonsuza Kadar
Mutluyum, seviyorum, seviliyorum.
İyi ki varsın canım sevgilim,
Günümü, gecemi güzelleştirenim,
Yüzümü güldürenim,
Gönlümü fethedenim,
Hep iyi ol, hep mutlu ol, hep yüzün gülsün.
Ateşim, güneşim, kalbim,
Aşkımız sonsuza kadar sürsün.
01.05.2024 Çarşamba İstanbul 19:24
Güliz Ardilli
Dinlemekten keyif aldığım bu hareketli şarkı da mutluluğumun,
neşemin bir ifadesi. :))
Oduna, ruhsuza, hödüğe, halden anlamaza aşık olmayın arkadaş, en önemli mevzu bu.!
Öyle bir mahluğa aşık olacağınıza gidin dağa, kuşa, çiçeğe, denize, ormana aşık olun daha iyi .
özleyipte gurur yapmamaktır aşk, sevdikçe ona gurursuzlaşmaktır. hasretiyle yanım tutuştuğun her vakit ona varacağın zamanı düşünmektir. seneler dahi geçse onu gördüğün yerde mıh gibi her şeyin aklında kalmasıdır
aşk mı?
köküne kibrit suyu...
ne zaman bana denk gelse öldürüyor içimdeki çocuğu.!
"A.A.A"
Hepsi de kederden kurtulup yöneliyorlar,
günlük yaşayışlarına gelişen şafağında
sesinin, oysa adın onların arasında yasak
bana. Adın yasaklanınca bana, uzak, uzak
o uzak bahçelerden, kıpkızıl karanfiller açtırıp,
Mihriban derim birine, Mihriban derim sana,
sığınıp sesinin sürekli şafağına. Ve sen bana
gülerek - gizlice ağlayan biri var her gece
şafağın yollarını açmak için - diye anlatsan,
biliyorum ben gerçekte, kimdir ağlayan,
Yani düşündüğün öluyor mu. Tam ben
ayrılırken sendeleyip, elimi tutuyorsun...
ne demektir bu, Ama, bilmek istiyorum
gerçek mi değil mi, elini tuttuğum....
Turan, Mistik
Dillendi mi yürekte yokluğun, sen
yer alırsın yanımda, bu sayıklamalar
bu duyduğun, tutsak çocuklar kanımda.
Astım kara taştan duvarlara, yeşil altın
süslerini, hazzın lavında benimle ara,
sonsuzdaki ak yerini.
Turan, Mistik.
Ahiret yurdunu kazanmaya gayret edin, ama, dünyadan da nasibinizi unutmayın. - KURAN, KENDİ.
Hepsi de kederden kurtulup yöneliyorlar,
günlük yaşayışlarına gelişen şafağında
sesinin, oysa adın onların arasında yasak
bana. Adın yasaklanınca bana, uzak, uzak
o uzak bahçelerden, kıpkızıl karanfiller açtırıp,
Mihriban derim birine, Mihriban derim sana,
sığınıp sesinin sürekli şafağına. Ve sen bana
gülerek - gizlice ağlayan biri var her gece
şafağın yollarını açmak için - diye anlatsan,
biliyorum ben gerçekte, kimdir ağlayan,
Yani düşündüğün öluyor mu. Tam ben
ayrılırken sendeleyip, elimi tutuyorsun...
ne demektir bu, Ama, bilmek istiyorum
gerçek mi değil mi, elini tuttuğum....
Turan, Mistik
Dillendi mi yürekte yokluğun, sen
yer alırsın yanımda, bu sayıklamalar
bu duyduğun, tutsak çocuklar kanımda.
Astım kara taştan duvarlara, yeşil altın
süslerini, hazzın lavında benimle ara,
sonsuzdaki ak yerini.
Turan, Mistik.
Ahiret yurdunu kazanmaya gayret edin, ama, dünyadan da nasibinizi unutmayın. - KURAN, KENDİ.
İlk metine katıliyorum şairem.
İkinci metine açıklamam şudur;
Bireysel şiir ajandadan öteye gidemez.
Bir şiir yazıldığı an topluma mâl olmuş ve halkındır.
Sadece şiirin yazımı, imzası şairindir,duygusu halkındır.
Sonsuz saygı, sevgiyle şairem.
Sevgi saygı benden de size gelsin sevgili Hamiye Gül,
Hamiye Gül; “Hasılında seçimdir ister seçer ister seçmezsin.”
Elbette öyledir tıpkı hayat gibi, ömür seçimlerimiz doğrultusunda yol almaz mı zaten. Aşk da bunlardan biri. Hoyrattır aşk, yıpratır. Bunu psikolojik sebeplere dayandırırız, hormonlarımız sayesinde oluşan patolojik bir durum olarak açıklıyorum bu duyguyu ve kontrolü de çok zordur. Çoğu zaman pişmanlıklarla sonuçlanır. İşte bu yüzden de denetleme mekanizmamızı yani (irade) hiçbir zaman, zamana ve şansa bırakmamalıyız. Burada duygular ağar basarsa ve sadece kişi o duyguyu yaşamaya karar verirse işte bu seçimdir. Kötü bir şey mi? Burada da ahlak kavramı devreye giriyor. Bu da sorgulanabilir çoğu çevrede makul sayılan bazı yaşam tarzları, bazıları için absürt karşılanabilir. Lakin, kişisel tercihler , diğer kişiler tarafından saygıyla karşılanmalı. Yargılamadan kaçınılmalı. Yine bu ahlak anlayışını benimseyen kişilere de, bu seçimi yapanlar saygı duymalı. Bakın her kural ve seçimler nasıl birbirini bağlıyor ve nasıl birbirimizi etkiliyor değil mi? Ama her seçim sonuçta sevgiye, anlayışa, saygıya bağlanıyor.
Yazdıklarımıza gelince; yazar dediğimiz kişi kendi duygularını anlatırken, gözlemlerini de anlatır. Yeryüzünde milyonlarca beden, milyonlarca bedel varken normal olan da her türlü duygunun ve gözlemin yazar tarafından dile getirilmesi değil midir zaten? İyi bir yazarın iyi bir gözlemci olması şarttır.
Sevgilerimle… :)
Aşk iradedir aslında...
Mükemmel tespit şairem.
Hasılında seçimdir ister seçer ister seçmezsin.
Ama nacizane yazınlarımız duygumuz kanısıma varılıyor ; oysaki şair halkın ortak duygusunu yazar...
Her yazdiğımızı yaşamayız ;lakin toplumumuz genel çerreye ulaşma seviyesine henüz ulaşmamış.
Sevgi ve saygıyla şairem.
Aşk, legal de olur illegal de olur. Yani Aşkın içinde karaktersizlik de barınır. Mesele aşk değil iradedir aslında.
Aşk bir karakter meselesidir. Karakteriniz bozuksa Aşk sandığınız duygu da bozuk olur.
Öz güven en büyük aşktır, ailede kazanılır. Yağmurda ıslanmayı babasından öğrenen kız çocukları pişman olacağı şemsiyeye siper etmez başını. Aşk som altın yağsın isterse.
Pişmanlık olduğu kanısına yaş ilerleyince fark ettim acı gerçeklerle yüzleşmek her sevene nasip olmuyor .işi arsızlığa vurup deli gibi sevmek diyesim var ama dedim ya pişmanlık..
Sevmek için “yürek”
Sürdürmek için “emek” gerek.
Sevgi ne boğazda, ne mum ışığında yemek yemek, ne de pahalı bir pırlanta demek.
Sevgi; bir lokmada iki mutlu insan demek.
Nazım Hikmet
Varlığı ile öldürür , yokluğu ile öldürür
Aşk bu cihanın en sevimli zehiridir
aşk iyidir
------Kalbin, düşünebilme ve fikir üretebilme özelliği yoktur. Kalp, kan dolaşımını sağlar.
Ve natriüretik-peptif salgılama gibi işlevleri haricinde başka bir işlevi yoktur. Bu yüzden
Kalbin kapakları ve ya tam kendisini yapay olarak değiştirmek mümkündür. İnanç Tüc-
carları ve kuantumcu sahtekârlar Kalbin duygulardan sorumlu ve bağımsız düşünebilen
organ olduğu yalanını Halkın içerisin de fısıldayıp durmuşlardır. Günümüz de fetbaz
sahtekârların yalanları sürüp gitmektedir.
------Ayrıca bunu Din ve mezhep adına yapanlar Sübhaneke duasının anlamını bile
bilmeyenlerdir. Osmanlı geleneğinde Vatandaş kavramı yoktu. Bütün Vatandaşlar
Padişahın Kullarıydı. Kullar Yaradandan çok Hünkâr ve Dinden korkarlardı. Bu durum
Payıtahtın işine gelmekteydi. Din ve Mezhepsel korkularla bir çeşit kölelik sistemi
oluşturmuşlardı. Dönemin Şeyhülislam-ı Devlet-ü Aliyye'nin Zülfükârıydı. Kanuni Sultan
Süleyman, şehzade Mustafa'yı Şeyhülislam fetvasıyla idam etmiştir.
------Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyeti kurunca, beraberinde Hilafeti de kaldırmıştır.
Laiklik ilkesiyle Din ve Devlet işlerini ayırmıştır. Yüce Türk ulusu kul ve kölelikten
Vatandaşlığa terfi etmiştir. 1923 ile 1955 yılları arası Ülkemizde Din ve Mezhepler
usulune uygun icralarına devam etmiştir. Ancak 1955 ten sonra iyice güçlenen Menderes
Hükümeti seçim kürsülerinde Dini siyasete alet etmiştir. Ve-ve-ve halada devam etmek-
tedir. Son zamanlarda Siyaset okul ve Cami kürsülerinde yapılır olmuştur...VESSELAM.
kurana göre insan, kalbiyle düşünür, öyle mi...
yazıklar olsun, yapılır mı bu koskoca bir ümmete, bunca nesle nasıl kıydınız... aklımızı yele verdirdiniz ulema sıfatlarınız altında...
kalp ile akledilmez, kulak ve gözlerin asistanlığında kalple "düşünülür"... hasılı, müslüman, "pratik" akılla düşünmek zorundadır ve yaptıklarının ya da yapmadıklarının sonuçlarını, iyiyi kötüden temyiz etmeyi\ayıklamayı... işittikleri ve gördüklerinin yardımıyla kalbiyle idrak eden insandır...
teorik akılla debelenip durmaz... netice; kuranı bir "bilim" kitabı olarak algılatma gayretkeşlikleri, bizi allaha yaklaştıramaz... allaha yaklaşmanın aşktan başka yolu, aramızda kalsın ama; yoktur...
aşktır evet, allahı kula "bildirecek"... dücane mealine "küçük" bir katkı...
hay\dan gelenin, hû\ya gitmekten başka hiç bir şeçeneği yoktur ve bu yolda kula "burak" olacak olan aştır... o da sitretul muntehaya kadar... ondan sonraki verayı bilmeyi ise; sadece sevgilisine verdi... du yu andırsssten'd mi... ;)
kendini tanıyan, rabbini tanır; bilir değil, vesselam... bilmek sadece o\na mahsus... cümleten hayırlı sabahlar...
------AŞK: Bir menfaat ve bir ticarettir...
Menfaat biter, ortaklık bozulur ve Aşk'ta
biter... VESSELAM.
İki kalp sadece iki kalp
Gir kalbime çıkar seni
Aşkı ve herşeyi
İç içe bildiğin kadar
Zihnim senindir aşk.