Savaşların,yoksulluğun,kıyımların hız kesmediği günlerden geçiyoruz.
Tekinsiz bir yurtta yaşıyoruz .Yığınlarca sorun var. Kaygılara her geçen gün bir yenisi ekleniyor.
Nereye gidiyoruz?
Şimdi'nin en başat sorusu ' bu tünelden nasıl çıkacağız?' olmalı.
başka zaman konuşalım aşktan,sevgili
şu açılışa dikkatlice bakalım
şu celallenmelere kulak verelim bu kez
gerçekle gerçekliğin uyumlu haline
bu kaçıncısı ? yazmak için uğraş veriyor ve sonra bir çırpıda silip atıyorum. Oysa buraya gelirken günlük tutmayı kararlaştırmıştım. Sekiz günde on sekiz günlüğün üzerine çizgi çekmişim.
Bir başka uğraş alıp götürüyor beni. Gecenin ilerleyen saatlerine doğru uyku basıyor , sesini kısarak dinlediğim radyoyu kapatıyor, okuduğum kitabı bir yana bırakıp harcanacak düşlerin ülkesine uykunun eşiğinden geçtiğimi belli belirsiz anımsıyorum.
Uyku benim çok gizemli coğrafyam ; imgelerimin ışkın verdiği yurt.
Genellikle orada biriktiriyorum yazacaklarımı ve oradan devşirdiklerimi dolduruyorum metinlerime.
kendime ikram ettiğim demli çayla beraberim. Bardak bana bakıyor ben bardağa bakıyorum.
dehşetli bir dürtüyle koşullandığım her şey kaybolup gitti.
''İnsanlar kitapları başka hiçbir şeyi tutmadıkları,özel bir tarzda tutar.Cansız değil de uyuyorlarmış gibi.
Çocuklar da çoğu zaman oyuncaklarını öyle taşır.''
O büyülü yapıtı ;Bento'nun Eskiz Defteri'nde böyle der John BERGER.
Acaba , diyorum Spinoza'nın anılan defterini aramaya koyulurken başka bir derdi mi vardı BERGER'in; bilemiyorum.
Wittgeenstein'in ''Dünyanın nasıl olduğu değildir gizemli olan, olmasıdır'' sözünden mi esinlendi kim bilir?
Sonsuzluktan nasıl ayrılır acaba yollar? Biz neresinde ayrılırız sonsuzluktan?
Biraz korkutucu gelmesin bu sorular. Hangi zavallı durumumla ayrı bir yere koyacağım kendimi? Bu olmaz işte.
‘Yaşama tutunma ‘ ve ‘düşünme’ olgularının uyumunu yazınsal bir birliktelikle ; her ikisinin iç içe geçen karşıtlığıyla ; hata ritmiyle kurgulanmasına yoğunlaşıyorum.
Bir süre sonra sınırları aşmaya zorlanan vurgularına takılıp kalıyorum.
Felaketle yüzleşme korkusundan olsa gerek daha ilerisini merak etmeyişim. Öyle bir kaygı taşımasam ‘ben anlatıcı’ olmaya soyunurdum.Sürerlik durumunu alan bu iki olguya yol açardım.
Böyle bir ikilem içinde ‘söz’süz kalmak da katlanılabilir bir durum değil.
Öteki kırılmalarımız ne zaman sonlanacak bilmiyorum. Bu nedenle kâbuslarımızın eksik olduğunu düşünüyorum. Kırılmaları ve kâbusları yan yana dizilen taştan noktalara benzetiyorum.
yan yana dizildikleri halde birbirleriyle kesişiyorlar. Birbirlerini 'öteki' durumuna getirmek için direniyorlar.
Onların neliğini ve nasıllığını duyumsamalardan yola çıkarak çok iyi biliyoruz biz.
Tanık olduğumuz değişimlerin, başkalaşmaların ve dayatılan içselleştirmelerin bu iki olgudan kaynaklandığını söylemek olası.
İçinde kırılmaların ve kâbusların olmadığı ya da ayırdında olmadığımız yok ediliş sürecinden payımıza düşeni almaktayız.
Yaşamı özgün kılan bambaşka bir kamaşma sorunsalı bu. Herkesi en zor olan gündeme kavuşturma uğraşıyla mı beslemek istiyorlar.
derelerin derinliklerine bastık narin mührümüzü
yüreklerimiz yabancı bir gökyüzünde şimdi daha da yabanıl
zılgıtlar yankılanır zılgıtlar susar nefretlerimiz gariban
tüm geçmiş zaman bahçelerinde şimdi kanlı bir düğün dernek
sesin nerdeyse serilir deniz
o kulaçlarla dalgalardan , hırıltılı sözcükler de
sınırından çarpar görüntüler
sessizliğin dalın en ucundaki yarılmış mor incir
aslında sıçrayışı o hırçınlığın
Muhteşem şiirin usta kalemini yürekten kutluyorum saygılarımla
Dayanılmazlıkların yüklerini taşır..bir tebessüm karşılığına..
imgeler kondurur içinden
kayıtlara geçmemiş şiirlerin..o aranan. arzulanan tebessüm
dev dalgaların arasında gün ışığı...yaladıkca sevdalı yürek atışını..başlar yaşamsal adımların en soylusu..
değerli dostum sayın ...
Kül oldu zaman
Kül oldu deniz.
Çözemedim beyaza iz bırakan dolambaçların zincirlerini
Hayatın labirenti