Mustafa Keleş Şiirleri - Şair Mustafa Keleş

9 Mart 1988 tarihinde normal doğumuna henüz 2 ay olmasına rağmen sabredememiş ve ikiz kardeşlerden ilk doğanı olmuştur..Ailenin yedi çocuğundan en küçüğü olarak kabul edilmektedir.İlkokulu ve ortaokulu Aksaray Hacı Cevriye Ünsal İlköğretim okulunda tamamladı.Liseyi Aksaray'da Somuncu Baba Lisesi'nde bitirmiştir. Üniversite öğreniminin ilk yılını Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği bölümünde tamamlayan şair ikinci sınıftan itibaren eğitimini Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliğ ...

Mustafa Keleş

Güneşin bütün güzelliğini sunmaya başladığı ılık bir Haziran sabahı… Önceki gün yaşanan ve bütün kitapseverleri derinden sarsan bir olayın sebep olduğu gergin hava, tüm ülke genelinde etkisini sürdürüyordu. İnsanlar günün sıcaklığına inat, huzursuzluğun hüküm sürdüğü bir çehreye bürünmüştü. Mehmet Sefer Arslanoğlu adlı ünlü bir yazarın “İçimdeki Gerçekler” adlı yeni çıkan kitabındaki denemeler, yıllardır onu ilgiyle takip eden okurlarını derinden üzmüş, akrabalarını ve arkadaş çevresini anlam veremedikleri bir belirsizliğin içine sürüklemişti. Kitaplarını çıkarttığı yayınevi sahibi ve çalışanları öfke içinde olanlara anlam vermeye çalışıyordu. Ama en çokta ünlü yazarın eşi Rüveyda Hanım yaşananların tarifsiz sancısını yaşıyordu. Yazarın çevirisi yapılmış kitaplarını okuyan ülke dışında ki insanlarda aradan geçen zaman içinde “İçimdeki Gerçekler” kitabına karşı hoşnutsuzluklarını dile getiren mesajlar yollamıştı. Arslanoğlu ise yaşananlar karşısında sessiz kalmaktan başka hiçbir şey yapmamıştı.
Mehmet Sefer Arslanoğlu yirmi bir yaşında başladığı profesyonel yazarlık serüveninin yirminci yılındaydı. Yirmi yıla roman, öykü, şiir ve denemelerden oluşan on altı kitap sığdırmış, zamanla ülke içinde ve ülke dışında adından sıkça bahsedilen bir yazar haline gelmişti. Çocukluğundan beri ünlü bir yazar olup topluma yön veren insanlardan olmayı hayal etmişti. Gerçekleştirdiği hayalinin yanı sıra, Ankara’da okuduğu üniversitede öğretim görevlisi olarak etrafındaki gençleri de kendisine hayran bırakmayı başarıyordu. Edebiyat çevrelerindeki insanların görüşlerine göre ülkenin en değerli yazarıydı. Bunun karşıtı olarak fikir beyan edenlere onun ilk çıkardığı “Hayal’e İlk Adım” kitabından, son çıkardığı “Avuçlarımdaki Gözler” adlı kitabına kadar bütün kitaplarının birbiriyle yarışırcasına gördüğü ilgiyi kanıt olarak gösteriyorlardı. Ülkede ödül denilince akla ilk gelen oydu. Konferanslarda, özel programlarda ve imza günlerinde yer alması istenen yazarların en başında gelen isimdi. Katıldığı bir televizyon programında “İçimdeki Gerçekler” adlı yeni kitabının gelecek haftalarda okurlarla buluşacağını müjdelemişti.
Arslanoğlu “İçimdeki Gerçekler” kitabının önsüzünde “Bu kitapta okuyacaklarınız benim sizler hakkındaki gerçek düşüncelerimin en net göstergesidir” demişti. Kitapta ilk olarak eşi Rüveyda Hanım’dan bahsetmişti. Eşini aslında sevmediğini, lise yıllarında çok sevdiği birine benzettiği için kendisiyle evlenmek istediğini ve onun kendi gözünde değersiz bir insan olduğunu uzun bir biçimde tasvir etmişti. Şaşırtıcı itiraflarla doldurduğu kitapta ikinci olarak kitaplarını basan yayınevi sahibi Erol Bey hakkındaki düşüncelerini açıklamıştı. Erol Bey’i kitaplardan anlamayan, çok cimri, kibirli ve zevk-sefa düşkünü bir mahlûk olarak nitelendirmişti. Edebiyat çevrelerinde kendinden sonra anılan yazarları teker teker isimleriyle anlatmış, onları kalem tutmaktan aciz, ne yazdığını bilmeyen ahmaklar olarak anlatmıştı. Akrabalarını birer birer seviyesizlik, görgüsüzlük yağmurlarıyla ıslatmış, katıldığı programları düzenleyenleri çıkarcı, bilgi yoksunu insanlar olarak sunmuştu okurlara. Okurları ise, kendileri yazamadığı için kitapları alan paralı köleler olarak kitabında yer vermişti. Kitabı henüz okumamış olanlar söyleyenlere gülen gözlerle bakmış, söyleyenleri şaka yapıyor zannetmişti. Ama kitabı alıp okuduklarında kendilerine de dokunan yazılarla karşılaşmışlar ve yazılanlara karşı gösterilen tepkilere destek vermişlerdi.
Haftalarca Arslanoğlu’nun neden böyle bir kitap yazmış olduğuna dair tartışma programları düzenlenmiş, yapılan tartışmalara kitapta ismi geçen ve ağır hakaretlere maruz kaldığını düşünen kişilerde ortak edilmişti. Bütün tartışmaların sonucu aynı yerde buluşuyordu: “Şöhretin, zenginliğin, el üstünde tutulmanın sorumluluğunu ve ağırlığını taşıyamamasının sonucu olarak kişiliğinde onulmaz bir sarsıntı meydana gelmiştir.” Herkes bu kitabın onun yazarlık hayatının sonunu hazırladığını söylüyordu. Eşi Rüveyda Hanım evlendikten sonra çıkardığı bütün kitapları önce kendisinin okuduğunu ve kendisinin görüşlerine göre küçük değişiklikler yapıp son halini verdiğini söylemişti. Son kitabında ise kendisinin okumak istemesine rağmen eşinin izin vermediğini ve herkesten yaşananlardan dolayı özür dilediğini söylemişti. Daha önce Arslanoğlu’nun kitaplarının basılmadan önceki ilk okuyucularından olan yayınevi sahibi Erol Bey, Arslanoğlu’nun yeni kitabının basım için hazır olduğunu fakat kendisine hiçbir şekilde piyasaya çıkmadan okutamayacağını söylediğini belirtmiş ve kendisinin ona güvendiği için tereddütsüz bunu kabul ettiğini söylemişti. Ayrıca basımdan anlayan Arslanoğlu’nun kitabı çalışanların olmadığı saatlerde sadece kendisinin basmak istediğini ve bunu da aynı şekilde kabul ettiğini söylemişti. Bütün bu olanlar karşısında onun insanların duygularıyla oynayan büyük bir yalancı olduğu toplum tarafından iyice benimsenmişti.
Arslanoğlu tepkilere karşı sessiz kalmaya devam etmişti. Yıllardır aynı yastığa baş koyduğu, beraber uyuyup beraber uyandığı eşi Rüveyda Hanımla kitaptaki yazdıkları yüzünden mahkeme salonunda eşinin boşanma talebi üzerine bir araya gelmiş ve on yedi yıllık evliliklerinin nihayetine yine hiçbir tepki vermemişti. Hakkında “İçimdeki Gerçekler” kitabından dolayı açılan birçok hakaret davasında davacıların konuşmalarını sessizce dinlemiş ve sadece verilen karara razı olduğunu belirtmek için konuşmuştu. Üniversitedeki görevinden de gelen yoğun tepkiler sonucunda istifa etmiş ve evinde aylarca yalnız başına yaşamıştı. Memleketi Aksaray’a gitmeyi düşündüyse de orada da yoğun bir tepkiyle karşılaşacağını bildiğinden bu düşüncesinden vazgeçmişti. Yalnızlığını sadece, ara sıra evine gelen, Ankara’da ulusal bir radyoda “Bir Şiir Yalnızlığı” adlı programı sunan kuzeni Murat Rüzgârlı susturuyordu.
Aradan geçen bir yılın ardından Arslanoğlu, eşinden ayrılmasına, arkadaşları ve akrabalarınca dışlanmasına ve ülke genelinde kötü insan olarak algılanmasına sebep olan kitabını eline almış, akşamın zifiri karanlığında kuzeni Murat’ın çalıştığı radyoya doğru yol almıştı. Murat programının başlamasına az bir süre kala gelen kuzeni Mehmet Sefer’i neden gelmiş olabileceği düşünceleri içinde buyur etmişti içeriye. Murat kuzeninin yaptığı açıklamalar karşısında şaşkınlığını gizleyemiyor ve istemeyerekte olsa programına başlayarak konuşmalarına ara veriyordu. Üç saatlik programının ardından Murat, Mehmet Sefer’i evine davet etmişti. Sabah vaktine kadar onun çoğaldıkça daha çok şaşırtan konuşmalarını dinlemiş ve uykusuz geçen gecenin ardından kahvaltı sofrasında gece boyu üzerinde durdukları sorunun çözümü için konuşmaya başlamışlardı. Çözüm kendisinin programıydı. Bugünkü programında kuzeni Mehmet Sefer’le aralarında geçen konuşmalardan bahsedecek, ertesi gün ise kendisini canlı yayına çıkarıp konuşturacaktı. İnsanların artık ona iyi gözle bakmadıklarını bildiğinden onun kitaplarında yer almayan, yeni yazmış olduğu şiirlerden okuyacak ve şiirlerin sahibinin yarın kendisinin canlı yayında konuğu olacağını aynı zamanda bu yazarın kuzeni Mehmet Sefer hakkında bilinmeyen çok önemli açıklamalar yapacağını söyleyecekti. Önce kuzeninin boşandığı eşi Rüveyda’yı sonra yayınevi sahibi Erol Bey’i, Aksaray’daki akrabalarını daha sonra ise yine kuzeninin “İçimdeki Gerçekler”’den önce çok yakın arkadaşlıkları olan yazarları telefonla teker teker arayarak, bugün ve yarın kendi programını dinlemeleri gerektiğini söylemişti.

Devamını Oku
Mustafa Keleş

Yalnızım odamda,gurbet yüklü duvarlar arasında. Birkaç parça umut, birkaç sayfa kağıt ve ağlamaya hazır,sahibinden koparılmış mavi suretli bir kalem. Geceye yaslandı mı gün demleniveriyor hüzün de en koyu haliyle... Dağınık elbiselerim anlatıyor sanki halimi. Yalnızlığıma yoldaş iki çiçek de olmasa,sulamasam onları,konuşmasam en içten çaresizce nasıl biter günler bilmiyorum. Boynu bükük,utangaç mor menekşe ile solgun suretini ta ciğerlerinden gelen mis gibi bir kokuyla anlatan fesleğen... Olmasanız ikinizde kim dinler beni ihtiyar suretli duvarlardan başka. Bir bardak su alıyorum,bir bardak da çay. Suyu mor menekşeme,fesleğenime veriyorum; çayı sıcaklığa hasret durgunluğuma. İki tepenin arasından akan suyun iki tepenin ayrılığından kalma soğuk gözyaşları olduğunu düşünüyorum. Ellerim titriyor yüreğimden gelen iniltilerle ve ağlıyor işte sahibinden koparılmış mavi suretli kalem...

Devamını Oku
Mustafa Keleş

Sahi nerde şimdi varlığın?
Daha seninle Karadenizin rüzgarında
Dalgaları seyredecektik
Şiirler fısıldayacaktı martılar
Dalgalar ortak olacaktı bu renge...
Başın omzumda,

Devamını Oku
Mustafa Keleş

Bir anı yaktım bu gece
Duman duman çektim içime hayalini
Duvarlarını dinledim odaların
Kapattım ışıklarını büsbütün
Perdelerini çektim sükutumun.
Sana dair ne varsa serip yüreğime

Devamını Oku
Mustafa Keleş

Yüreğimde kar topu oynuyor acılar.
Kavuşmalar
Siyah karlarla örülmüş sokaklarımda
Çürümüş ceset sessizliğinde...
Güneşim donmuş,
Solmuş hayallerim, çaresiz...

Devamını Oku
Mustafa Keleş

Çırpınışlar hoyrat artık
Adımlar yorgun ve sensiz…
Arayışlar sağır, buluşlar âmâ
Kaybedişler olabildiğine kolay;
Sancılar daha dertli ve derin
Hasretler daha hüzünlü …

Devamını Oku
Mustafa Keleş

Yüreğimdeki bit pazarlarının tozlu raflarında rastladım,
Şiirleşmeye yüz tutmuş hüzün dolu yüzüne…
Yılların doyumsuzluğu ve yolların sonsuzluğu,
Sağır etti gözlerimdeki bebekleri.
Her gece aynı saatte başlayan
Ve sabah ezanlarına dek süren

Devamını Oku
Mustafa Keleş

Herkes var güncemde sevgili
Bir tek sen yoksun şehrimde
Ve hüzün müptela yüreğime,sensiz...

Duvarlar soğuk nefesler tüketmekte
Puslu şiirler dinlemekte odalar

Devamını Oku
Mustafa Keleş

Hüzün renginde bir çiçekti mor menekşe.Küçümen bir saksıda masumca su bekleyen bu narin ve sevimli menekşe kaç zamandır değmemişti ellerime, gözlerime, yüreğime… Yolculuk sebebiyle boş bir odanın seyre durulacak
pencere kıyısında bırakılmıştı. Mordu rengi ve hüznün en keskin, en acıklı rengine sahipti benim için. Aradan geçen onca günün ardından geriye kurumuş, yorulmuş, tükenmiş ve rengini yitirmiş bir yaprak kalıntısıyla karşılaştım. İşe yaramayan bir fazlalık oluvermişti mor menekşeye kucak açmış küçümen saksı. Hüznün rengi tanınmamış bir halde kimliğinden çoktan kopmuştu. Uzun uzun düşündüm; dokunmaya bile cesaret edemeden öylece seyre daldım. Sahi hüzün kurur muydu, yorulup tükenir miydi ya da rengini yitirir miydi? Sorular ve ortaya çıkmaya korkan cevaplar arasında bu minvale sundum sessizliğimi. Aradan geçen zamanın ardından mor menekşenin sessizliği sarmıştı düşüncelerimi. Sanırım mor menekşe susmuştu ve artık hüzün renginde değildi. Bunun adı olsa olsa ölümdü ve anladım ki hüznün ötesi ölümdü. Ne yazık ki bunun en büyük sebebi benim mor menekşeyi ihmal etmemdi. Kim bilir daha kaç mor menekşe kimlerin sebep olmasıyla hüznün ötesine geçip çaresizce ölüme ulaşacaktı.
.../

Devamını Oku
Mustafa Keleş

Sahi kaç zaman oldu varlığına sarılıp
Bir tepenin yamacında demlenmeyeli?
Biliyorum,
Ne sen hoşça kaldın
Ne de ben hoşça gidebildim.
Çaylar soğuk şimdi;

Devamını Oku