Son gördüğümde on dokuzundaydım
Uzaktan demirlemiştik
Ufak tahta kayıkların altından deniz akıyor
Jan Mayen uzaktan fosforlu bir bulut gibi
Sis bir uçundan bir diğerine
Martini taşıyorduk
Bir öğlen üstat Rikyu’nun
Sofrasından gelen koku
Cha-no-yu
Ve rahip Duhara’nın gözkapakları
Bir ritüel gibi akarken doğanın mistik şevkine
Ellerini yıkayıp loş ışıklı çay evinin alçak kapısından eğilerek içeriye girdiler…
Gel onu birde bana sor
Nasıl yürüdü demir lokomotifler
Bir biri ardı sıra…
Taijan ormanından ağaçları öldürerek
Ölüler tedavi edilmez gülüm;
Onlar sadece ölürler…
Duydum İzmir’de imisin…
L€ bon€it€’de dolaşıyormuşsun
Karşıyaka gözlerine doyuyormuş
Baharın gelmiş
İzmir’deymişsin…
“bab-ba j-j-ııı”
Bu bir askeri şifre değil
Ondan daha zor
Daha zor…
Hiçbir sözlük bilmez bu dili
Hiçbir ansiklopediye girmemiştir
Birde kaça bilsen
Sıyrılıp kurgularından
Telaşsız yürüye bilsen
Çırpınmadan...
İçin her zaman sevgili hevesinde olsa
Yok, bu şehrin sokakları
Üryan yalnızlığımda
Çıplak günahlarımı örtecek bir barınak.
Hayalleri düşleri yok bu kentin.
Lanet olsun;
Tarihin bir sayfasında kendi cehennemini yaratıyorum…
Dedem derdi
Olmasa başımda şu karı
Olurdun 70’de bile
Yirmi yaşında delikanlı…
Ben buldun
“Gölümü sığındıra bileceğim limanlar artık yok bu şehirde
Her liman kayıp kendi düşüncelerinin içinde”
Artık geride bıraktığın magazin dergileri ve anlam dolu sıfatlar
Sonsuzluğun ortasında yanan aşk-i meşalenin
Kesik parmağımdan kan aktı
Kan tutar benim
Canım çok yandı
Açıldı yaralarım
Ruhum ruhunun tadına vardı…
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!