Geçende, Yayla civârında bir ufak cevelân
Bahânesiyle, bizim eski âşinâlardan
Bir attarın azıcık gitmek istedim yanına,
Ki her zaman beni da’vet ederdi dükkânına.
Biraz müsâhabeden sonra söktü müşteriler:
— Ver ordan on paralık zencefil, çöroğtu, biber.
Seni bir nûra çıkarsam, diye, koştum durdum,
Ey, bütün dalgalı ömrümde, hayat arkadaşım!
Dağ mıdır, karşı gelen, taş mı, hep aştım, lâkin,
Buruşuk alnıma çarpan bu sefer kendi taşım!
— Bu bir ma’bedse, çırçıplak yakışmaz, sonra gâyet loş;
Gelen: Ma’bûd; ışık bul, yaygı bul, git başka yerden, koş!
Hemen bir kandil aldım komşulardan, bir de seccâde;
Dedim: «Gel şimdi mihmânım, sa’âdet-gâhın âmâde.»
— İki gün sonra —
Beyaz entârisiyle kar gibi kız,
Sanki Cennet’ten inme zâde-i hûr;
Ya seher-pâredir ki perrandır
Dûş-i nâzında bir sehâbe-i nûr.
Safahât’ımda, evet, şi’r arayan hiç bulamaz;
Yalınız, bir yeri hakkında «Hazîn işte bu! » der.
Küfe? Yok. Kahve? Hayır. Hasta? Değil. Hangisi ya?
Üç buçuk nazma gömülmüş koca bir ömr-i heder!
Kasr-ı Gülşen’sin evet, lâkin gönüller şen değil.
Durduğum, mâzîne hürmet, yoksa neşvemden değil.
Var mı loş sînende cânandan kalan nûr izleri?
Ey yeşil yurt, istenen senden odur, sînen değil...
Kahire, 20 Haziran 1935
Şair Eşref
Asırlardır ki «insâniyyet»in olmuş da mahkûmu,
Asırlar var ki, İslâm’ın hederdir hûn-i mazlûmu...
«Ne gördün, Şark’ı hep gezdin? » deyip sor. Gördüğüm: Yer yer
Yıkılmış hânümanlar; devrilip gitmiş hükûmetler;
«Nasıl dört İngiliz dünyâyı oynatmakta, hayrettir,
Bunun elbette var bir sırrı? » derler. İngiliz der ki:
«Sefîl evlâdı şâyed ırkımın cür’etli şeylerse,
Necîb evlâdı onlardan cerîdir elli kat belki.»
Ankara, 1922
Haberdâr olmamışsın kendi zâtından da hâlâ sen,
«Muhakkar bir vücûdum! » dersin ey insan, fakat bilsen...
Senin mâhiyyetin hattâ meleklerden de ulvîdir:
Avâlim sende pinhandır, cihanlar sende matvîdir:
Zeminlerden, semâlardan taşarken feyz-i Rabbânî,
Olur kalbin tecellî-zâr-ı nûrâ-nûr-i Yezdânî.
Başlattığı gün mektebe, duydum ki, diyordu,
Rahmetli babam: «Âdem olur oğlum ilerde.»
Annemse, oturmuş, paşalıklar kuruyordu...
Âdemliği geçtik! Paşalık olsun, o nerde?
Âmâli tezâd üzre giderken ebeveynin,
Hep böyle harâb olmada etfâl ara yerde!
ALLAH gani gani rahmet eylesin.
Üstadım senin gibi edebiyatçı bir daha zor gelir. Sen bu milleti irşad etmeye çalıştıysan da biz senin kıymetini bilemedik. Bugün saçma sapan yazanlar,edebiyatçı diye geçinenler lüks villalarda otururken, sen fakir bir hayat sürdün. Eserleriyle hep bu milleti diriltmeye çalıştın. Mekanın Cennet Ols ...
Umar mıydın ki: ma'betler, ibâdetler yetîm olsun?
Ezanlar arkasından ağlasın bir nesl-i me’yûsun?
Umar mıydın: cemâat bekleyip durdukça minberler,
Dikilmiş dört direk görsün, serilmiş bir yığın mermer?
Umar mıydın: tavanlar yerde yatsın rahneden bîtâp?
Eşiklerden yosun ...