hüzünlü güz rüzgarlarının sürüklediği,
çınar yaprağı misali;
kuş uçmaz, kervan geçmez
ıssız bir ormanın ortasındayım...
artık ne güneşe
yola çıktığım
limandan,
çok Uzaktayım.
dön deseler de,
dönemem!
ufuk hayli yakın.
Aş/k/ın gramı rekor üstüne rekor
Kırarken,
Tüm his/se/lerim çift dip,
Huzursuzluk volatilite endeksim
Öl/ç/ümsüz,
Gözlerimde uyku,içimde bir
Bu yaşıma gelene kadar hiç düşünmedim;
Bir altmış yıla kaç insanın ömrünü sığdırdığımı.
Belki beş, belki on, belki otuz? Bilemem!
Saymadım, altmışını doldurmadan göçüp gidenleri.
Göğsümün sağ üst kısmında hissettiğim ağrı nedeniyle,Trabzon Göğüs Hastalıkları Hastanesi'ne gittim.
Muayene sıramı beklerken,arka sırada bekleyen bir baba ve kızı ile küçük bir sohbet anım oldu...Baba tıraşsız bembeyaz sakal ve başında bir takke,kız ise saçının telinden ayak parmaklarına kadar tesettür içindeydi..!
Baba; 49 yaşında olduğunu,yıllarca inşaatlarda ustalık yaptığını ancak sigortasının eksik yatırıldığı için bir türlü emekli olamadığını; bir kızı ve dört erkek evladının olduğunu ve hepsini de,dinimizin emrettiği gibi dindar yetişmeleri için İmam Hatip Lisesine gönderdiğini; oğlanların okulu bitirip,namazlarında niyazlarında yaşadıklarını,ancak ne var ki işsiz güçsüz olduklarını; yanında muayeneye getirdiği kızının da bu yıl İmam Hatip Lisesi Son sınıfta okuduğunu ve bitirir bitirmez de,ablasının imam olan oğlu ile er baş edip evlendireceğini, ballandıra ballandıra anlatıverdi bana...
Küçük bir soluk aldıktan sonra da bana dönüp; "Senin çocukların var mı? Okuyorlar mı? " diye sordu.
"Evet, benim 2 kızım var...Büyük kızım Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi,küçüğü de Ankara Ünv. Kimya bölümlerini bitirdiler ve her ikisi de çalışıyor." yanıtını verdim.
Benim bu yanıtımın hemen peşinden adamın kızı,babasından iki üç adım uzaklaşarak(belli ki babasının kol mesafesinin dışına çıktı) ,yüksek bir sesle babasına; "Baba bak! Çevremizde nasıl babalar da varmış,öğren! " dedi...
Açılım... saçılım derken, her nedense benim de belleğimde tarihin yakın derinliklerine doğru bir açılım sevdası başlayıverdi.
PKK'lıların ve açılımcı yandaş medyanın genlerinin tarihi geçmişini aralamaya çalışırken kendi kendime şöyle bir düşündüm ve dedim ki; " Ya, be arkadaş! İki ayaklı sacayağı olmaz. Bu tarihin üçüncü bir ayağı olmalı...yani, siyaset ayağı."
Evet... Bugün olduğu gibi, dün de bir siyasi ayağı vardı!
İnsan,akreple yelkovan arasına sıkışmış; dışındaki varlık ve olguların zinası ile zorla oluşturulan piç bir zamana mecbur değildir.Bir de iç dünyamızda, bizi biz yapan sonsuz zaman vardır.
Doğum ve ölüm saati arasına sıkıştırılmış...kendimiz için değil, çevremiz için yararlı olan bu dışsal “piç” zaman yerine,istediğimizde içinde zaman yolculuğuna çıkmamıza olanak sağlayan “iç” zamanımızın var olduğunu kabul edersek,işte o zaman insanın tanımını; ”iki zamanlı varlık”,diye yapabiliriz.
Belki de bu bağlamda zamanı da yeniden tanımlamamız gerekiyor!
Örneğin:
Dışsal (piç) zamana; içini ruhumuzun ve düşünsel dünyamızın malzeme olarak doldurduğu, beden ambalajımızın zamanı anlamına gelebilecek “Biyolojik Zaman”…
Bizi, olduğu yerde sabit yaşayan bitkilerden… Yeme, içme, üreme alanı kadar alanı algılayabilen ve o alanı korumaktan öte beceri sergileyemeyen diğer canlılardan yaratıcı hayal gücümüze ileri-geri sınırsızca hareket izni vererek ayıran iç zamanımıza da, “Varlık Zamanı” diyebiliriz.
Aradan uzun zaman geçti.
Dün gece rüyamda gördüm seni.
Şımarmak istedim, sana.
Gücüm elverdiğince, koştum yol boyu.
Düştüm!
Avuçlarım, toz toprak içinde; kan revan...
Belli mi olur.
Belki,
Menekşelerin pembeden mora çaldığı,
Bir mart sonu
Ya da, nisan başı...
Belki,
Bizde;
Kazanç asgari,
harcama askeri.
Beynimiz askeri,
aklımız asgari.
Sözlerimiz askeri,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!