Doğdum, dağların zirvesinden
Bir nehir misali,
Acılar kaya oldu, yolumu kesti.
Gün güneşli, mevsim yaz
Saat ayrılık vakti
Elin kurtuluyor, ellerimden
Terli avuçlarım, buz tuttu
Gözlerim buğulandı sis kapladı heryeri
Hava sıcak, ben ayaz da kaldım
Bir salonda gördüm seni
Duvara asılan dışı çerçeveli
Protokolün şeref konuğuydun
Sabahın serpildiği, kadife koyu kırmızı gülün yaprağında
Oturan çiğ damlasının içindeydi, sevgi
Lacivert gecenin koynundan, ay ışının buluştuğu; gri denizin sularında
Yoruldum,
Etrafımdaki bencil kalabalığın içindeki yalnızlıktan
Sigaranın dumanını üflediğim gecenin sessizliğinden
Seni ilk gördüğüm o gül bahçesinde
Yüzünün şavkıyla solgun kalan pembe gül
Ellerinin şefkatiyle sana eğilen
Dudaklarının rengini kıskanan
Yüzünde güneşe gereksinim duymayan
Sevginle beslenen pembe gül
SEN…
Sen, şavkına bakamadığım, güneşsin sabahın
Sen, karanlığı yırtıp yüzümle buluşan, demetsin ışığın
Yine gece ve sensizliğin koynundayım
Gökyüzüyle kadeh tokuşturuyoruz
Zira oda yıldızlardan yoksun
Şimdi sigarasız dudaklarımda
Senin ismin olan heceler
Birer birer dökülüyor
Meraklı bakışlarda fincan tabağının durduğu minik ellerin
Beyaz pamukla beraber getirilen iki adet fasulye tanesinin
Yoğunlaşan sevgi duygusunun ve sabırsızlığın
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!