İsmet Barlıoğlu Şiirleri - Şair İsmet Ba ...

İsmet Barlıoğlu

İlk Yanlış Adım

Hikmet Çocuk evden eşine zor rastlanır bir şaşkınlık içinde haykıra haykıra fırladı:
- Beybam osurdu… Beybam osurdu… Beybam osurdu…
İçerideki işini-gücünü bırakan ana, rüzgarlar gibi uzaklaşan oğlunun arkasından bağırmaya başladı:
- Hikmeeet… Oğluuum… Ayıptııır… Rezil-rüsvay etme bizi ele-güne karşııı…

Devamını Oku
İsmet Barlıoğlu

İlk Aşka Düşüş

Hikmet Genç, zamanından çok önce öğle yemeği için eve geldiğinde kapıyı ana açtı:
- Hoş geldin oğul. Dedi. Bak, konuklarımız var. Yakınlarımız sayılırlar. Haydi bir sor hatırlarını.
Konuklar kendi yaşındaki bir genç kızla anasından ibaretti. Kız esmer, orta boylu, kısa saçlı, kendine güvenli, modern, olgun ve gülümseyişiyle insanı saran sarmalayan bir kızdı.
Anası orta yaşlı, beyaz yüzlü, dolgunca, başı kara tülbentli, gaga burunlu, konuşurken gözlerini gözlerden kaçırıp tavanlarda dolaştıran bir kadındı.

Devamını Oku
İsmet Barlıoğlu

İlk Tiyatro Denemesi

Terzi Ekrem, bir sağa bir sola bakan gözlerini önündeki dikişten ayırarak gözünün biriyle vitrine vuran yağmur damlalarına ve camın ötesindeki ıslak karanlıklara, obiriyle de Hikmet Genç ‘e baktı:
- Nurculuk Nakşibendilik ‘e dayanır. Dedi. Bu, Said-i Nursi ‘nin kurduğu bir düşünce akımıdır. “Said”, “Yüksek, büyük, ulu” anlamındadır. Kendisinden “Bediüzzaman” diye de söz edilen Üstad 1873 yılında Bitlis ‘in Nurs Köyü ‘nde doğduğu için “Said-i Nursi” olarak anılmaktadır. Yani “Nurs ‘lu Said” le eş anlamlıdır. İstanbul ‘da medrese eğitimi görmüş, İkinci Meşrutiyet ‘in İslamcılık akımlarına karışmış, Volkan Gazetesi ‘nde yazılar yazmıştır. Sürgünlerle tutuklanmalarla geçmiş bir yaşamı vardır. Laikliğin ve çağdaş uygarlığın karşısındadır. Şeriata bağlı bir İslam birliğinden yanadır. Başyazıları “Risale-i Nur” adı altında toplanmıştır. 1960 Yılında öldüğü halde, düşüncelerinin kendisini tutan kesimlerce sürdürüldüğü görülmektedir. Şimdi terzi olduğuma bakarak benim Nurcu olduğumu sanma. Aramızda her düşünceden meslektaş mevcuttur. Zira terzilik; düşünmeye, konuşmaya, tartışmaya elverişli meslektir. Gördüğün üzere; hem seninle konuşup görüşüyorum hem de işlerimi sürdürüyorum.
Terzi Ekrem, dikmekte olduğu ceketi sağ elinin parmaklarıyla yukarı doğru kaldırarak şöyle bir gözden geçirdikten sonra sözlerini sürdürdü:
- Her gördüğün terzi, terzi değildir. her şeyden önce; ön dişleri sağlam olmayanlar terzilik yapamazlar. Zira, ön dişlerin olmazsa; ipliğin ucunu inceltip iğneye takamazsın ve takamayınca da mesleği sürdüremezsin. Bu meslekteki herkes hem terzidir hem de bir başka şeydir. Örneğin; Kara Ali. Herif görünüşte terzidir ama eczacılık yapmaktadır. Çünkü; adam tutucu. Oğluna eczacı bir kız aldı, diplomasını duvara astı, kızı eve bastı. Oğlan biryerlerde memur, kız içerde ev hanımı, Terzi Kara Ali de eczacı. Gelelim Terzi Arif ‘e: Üstadım hem terzi hem de gazinolarda türkücü. Alalım ele Valantino Böbüş ‘ü: Yakışıklım hem terzi hem çapkın. Hergün grantuvale. Zira, diktiği giysileri en az bir hafta kendisi giyip karıya-kıza çalım çekmeden sahibine teslim etmez. Bahanesi hazır: Giysinin ya dikilecek düğmeleri kalmıştır, ya ütüsü, ya da dikiş temizliği falan. Terzi Abo ‘yu unutmamalıyız: Yeğenim hem terzi hem matbaacı. Ya Büyük Suat? Emmim hem terzi hem ozan.

Devamını Oku
İsmet Barlıoğlu

Hikmet der ki; aylık yetmez,
Derdim artar, çile bitmez,
Önlem-mönlem fayda etmez,
Benden ala inek var mı?

Gelecekten çok alayım,

Devamını Oku
İsmet Barlıoğlu

Bana masal anlat telli-telekli,
Melekleri olsun; başı çelenkli,
Kuşları dallarda hevenk hevenkli
Fakat prensesi sadece senden.

Bana masal anlat öpücük dolu,

Devamını Oku
İsmet Barlıoğlu

İlk Para Buluş

“El işte, göz oynaşta.” Derler ya, Hikmet Genç işte o durumdaydı. Gönlü bir türlü ders çalışmak istemiyor, önündeki kitabı okumak için kendisini ne denli zorlarsa zorlasın; okuyamıyor, okuduğunu sandıkları kafasına girmiyor, hep aynı sayfalarda gezinip duruyordu.
İşi ders çalışmaktı, oynaşı geçim derdiydi.
Ay sonuna, her biri bir ayrı yüzyıl kadar uzun yirmi gün daha vardı. Fakat cebindeki tüm parası bir tek liracıktan ibaretti ve o da her biri beş kuruştan topu topu yirmi simit parası ederdi.
Yalnız paradan yana değil, başını sokacak yerden yana da açmazlar içindeydi. Hem kendi ilinin adını taşıyan bir yurtları bulunmadığından, hem de yüz liradan ibaret yurt aylığını bir araya getiremediğinden Tanrı ‘nın her bir günü bir değişik arkadaşının yardımıyla el-alemin yurtlarında gizli ve zorlu geceler geçirmekteydi. Sandalye üstünde sabahlayarak, herhangi bir arkadaşıyla iskambil kağıtlarındaki papazlar gibi tersli-yüzlü yatarak, yurt yetkilileri kontrole geldiklerinde; onlara yakalanmamak için balkon demirlerinden karanlık boşluklara sallanarak ve ölümlere gidip gidip gelerek geçirdiği geceler hiç de az değildi.

Devamını Oku
İsmet Barlıoğlu

Şu benim zavallı gönlüm sana neden tutuldu?
Nedendir kabullendi ba azabı,
Bu çileleri, bu dertleri, bu hüznü,
Aydınlık günler dururken neden kabullendi
Gecelerin karanlıklarını?
Neden kaldırıp bir kalemde bir yana attı cömertçe

Devamını Oku
İsmet Barlıoğlu

İkimizden öte kimseler yok yeryüzünde,
Bir sen, bir ben, bir de bu cennet bahçesi,
Onun için bir senden sz ediyorum, bir doğadan,
Denizlerden, ormanlardan, dağlardan,
Arılardan, çiçeklerden,
Böceklerden, kelebeklerden,

Devamını Oku
İsmet Barlıoğlu

5
‘Kalkın ey ağalar, hayret edelim;
Müjde bize heç kedersiz gelmeyo.’

Sivas Milletvekili Nihat Bey:
- Kubi. Dedi. Ben seni tükendin sanmıştım. Tükenmemişsin. Yaralanan, al kanlara belenen, kafası kanlı palalarla kesilen fakat koltuğunun altına sıkıştırdığı başını, teslim etmeyen şehitler gibisin. Sen Sivas ‘lı olalı altı ayı geçti. Tümünü biliyorum. Neyin varsa, ne yaptınsa tümünü. Eşinin hala daha Sivas ‘a atanamadığını, İstanbul ‘da üçyüz lira ev kirası, bi dolu borç ödediğini, arşivlerde yattığını, o namlı bankaya her ay ikiyüz lira yatırdığını, şunu, bunu, tümünü. Bütün bunlara karşı, eşini Sivas ‘a almak için sadece yasa yollarını zorladığını, alışılagelmiş kapılardan yardım ummadığını, şimdiye kadar asla bir çıkış yolu bulamadığını, tümünü, tümünü. Senle tanıştığım günden bugüne dek ben de çok çıkış yolu aradım. Ama sadece yasalar düzeyinde. Senin gibi. Torpil, aracılık yollarını asla denemedim. Böyle kapıları asla zorlamadım. Bunları zorlasam, en önde sen ayıplardın beni. Biz başka insanlarız, Kubi. Olmak istediğini olan, olmak istediğinden başkasını olmak istemeyen insanlarız. Çünkü; yönümüz var. Çünkü; bize gereği olanlarımız var. Çünkü; içimizi, içimizde biryerlerimizi yoksulluklarıyla, mutsuzluklarıyla, açmazlarıyla kanatanlarımız var. Daha uygar anlayışların, daha erdemli davranışların insanlarıyız. Vicdanların, yasaların insanları. Sen ve ben. Bizler ve sizler. Yani yasaları yapanlarla, yasaları uygulayanlar. Biryerlerde bizim yaptığımız yasaları siz uyguluyorsunuz. Bilmem anlatabiliyor muyum Kubi? Ben hiçbir zaman torpilin, aracılığın adamı olmak istemedim. Bunun için de ben, belki bir daha burada olmayacağım. Vız gelir. Ben; büyük devrimcinin devrimlerine ilk harcı koyduğu kentin çocuğuyum. Konferansımla seni yormadan konuya geliyorum: Yeri geldikçe kaldırılacak olan ve asıl seni fakat hakkın savunucusu bir arkadaşın olarak da beni ilgilendiren, onüç kadrodan biri, bugün bir memurun emekliye ayrılmasıyla boşanmıştır. Ben ilgililerle görüştüm. Üzerine basa basa söylüyorum: Torpil, aracılık istemedim, yasalara uygun olmayan bir şey yaptırayım diye ricada bulunmadım, kimseye, bu açmazım çözülürse, karşılığında şu veya bu hizmeti yapacağım konusunda umut vermedim. Sadece görüştüm ve durumu anlattım, gereken açıklamaları yaptım. Açıkladım ki; boşalan bu tek kadronun kaldırılması, onüç kadronun kaldırılmasından bekleyen faydayı tek başına sağlayamayacaktır. Zira; söz konusu fayda için, daha oniki kadronun boşalmasını beklemek gerekmektedir. Oniki kadronun kaldırılmasını beklemekle onüçünün kaldırılmasını beklemek arasında devletçe önemli bir fark yoktur. Ama bireyler için önmeli faydalar vardır. Devletlerin ömürleri uzundur, bireylerin kısadır. Devletler bekleyebilir ama bireyler bekleyemez. Durumu yasalara uygun, mutluluğu için gerekenler yasalarda öngörülmüş birilerince bu kadronun boşalması çok önemlidir. Bu birileri altı ay da yasaların geçit vermesini beklemişlerdir ve artık onları bekletmek, aralanan bu geçidi onlara kapatmak yasa koyucunun temel istemiyle bağdaşamaz. Dolayısıyla bu boşanan kadroya atama yapma olanağı vardır. Bir farkla. Bu atama, daire dışından olursa yasalara aykırıdır, aracılıkla ve baskıyla yaptırılırsa ahlaksızlıktır. Zira; dışarıdan atamayla, kaldırılması öngörülen kadronun, yerinde durdurulması yasalarla bağdaşamaz. Zaten böyle bir atanma dileğini, o atamayı yapacak yetkideki ilgili yapmaz, geri çevirir. Yapmaması, geri çevirmesi de kendisinden beklenir. Zira; devletin bu yetkiyi verdiği ilgililer erdemlidir, öyle varsayılır, öyle olmaları gerekir. Beri yandan, atama daire içinden olursa; hem yapılma olanağı vardır, hem de yapılması yasalara uygundur. Zira; devlet bir yandan giderlerini kısmak isterken, bir yandan da kalkıp iki kadroya aylık vermeyecek, gene eskisi gibi tek kadroya verecektir. Bir farkla ki; atanan kimse, aylığını İstanbul ‘dan bırakacak, Sivas ‘ta alacaktır. Bu işte devletin kaybı yoktur. Bir bakıma Sivas ‘ta boşalan bu kadro kaldırılmış ve yerine İstanbul ‘daki bir kadro getirilmiş demektir. Kadrolar ayni kuruluşun kadroları olduğuna göre; gene toplamdan bir eksilmiş sayılabilecektir. Ortadaki fayda açıktır: Hem yasaların çalışan eşlere sözverdiği, garanti ettiği olanak ve vaad yerine getirilmekte, hem de altı ay sıkıntılara şerefle karşı koyan bir kimseye, (hangi nedenle olursa olsun) elinden alınmış olan mutluluğu geri verilmektedir. Bu durumda başvurulan yol aracılık değildir. Yasalara uygun bir uyarmadır, istemeden açmazların sıkıntılarına düşmüş bir insanı veya insanları kurtarmadır, onlara karşı bağışta bulunmak değil, yasaların bireylere karşı olan yükümlülüklerinden birini yerine getirmektir. Onlara, devletin var olduğunu, kendilerinden yana olduğunu göstermedir. Bilmem anlatabiliyor muyum, Kubi? İyice açıklayamadığım, yeterli biçimde belirtemediğimi sandığım bir tek noktamız kaldı sanıyorum: Bizim bu açmazımızın çözüme kavuşturulmasında devletin zararı değil, yararı vardır. Bireyleri, biryerlerde, yitiği olmadan koruduğu için. Zira; devletin görevi bireylerden doğagelmiş toplumu korumak, ona uygarca hizmet etmek, onu yükseltmek, ona fayda sağlamaktır. Bir başına bırakmak, hizmetlerini esirgemek, geriletmek, zarara sokmak, mutsuz etmek değildir.

Devamını Oku
İsmet Barlıoğlu

Mahallenin en yaşlı kadınıydı Dulana,
Ödül konsa yeridir doğumunu bulana.
Derler ki; “Yaşı yüzon, belki daha da yüksek”,
Kimse bilmez gerçeği, nerden bilip söylesek.
Kendi bile bilmiyor ne zaman doğduğunu,
Kendisini Dünya ‘da ne zaman bulduğunu.

Devamını Oku