teslim ol deyişleri bitmedi
insan tükendi, savaşlar devam etti
bir terazi misali tarttı güzelliği
fazlalığı hayat, acıyla geri verdi...
yoruldum dedik, her yaralanışımızda
Özgürlük gözlerinde gördüğüm barıştı…
ellerindeki yabancılığın değil!
Sevgi dudağının kıyısından akan söz değil,
kalbinde ayırdığın makamdı!
Hayat bir nefes arası ölümse…
sevmekte onun en yakın arkadaşı!
Bu gün cebimize attık harçlığımızı, önce çocuk olduk diyelim doldurduk şekerlemeleri…sonra oyunlara başladık misketlerimiz aldık bir koşu evimizden…yenildik kaybettik oyunu üstelik şekerlemelerimizde bitti…gene uyumayı istedik uyanınca hayat harçlığımızı alıp sokağa merhaba diyecektik…
Merhaba dedik sokağa, bazen adreslerimiz değişti harçlığımız azaldı kimi günler hiç verilmedi, ama şekerlemelerinde tadı değişti…bir ortağımız oldu örneğin ona kardeş denildi bize ne alındıysa ona da verildi, kimi zaman bir elma bile dörde eşitlendi…
Öğreniyorduk yavaş yavaş hayat harçlığımızın nelere yetebildiğini, sonra arkadaşlarımızı aradık misket oynarken yenildiğimiz, bazen şekerlememiz olmadığında bizimle paylaşan gülümseyişleri…sokaklar evler değiştikçe onlarda değişti…zamanla soluk bir resim kaldı gönül duvarımızda…
haydi şimdi başlayalım anlatmaya! ..
demek yoruldun kulaklarınla...
daha daha anlat bakalım...
gözlerinde mi yorgun,
sabah gülümseyiş asmıştım oysa!
kaç gece sabahla güreşti, kaç acı dille şerbetlendi…hangi yıkıntımızdı ütümüze çöken hangi yılgın rüzgarımızdı bizi bizden eden…beklide de balık tuttuk kendi göletimizde bir sandal yapıp bıraktık biraz sukunete…sonra bozuldu sıkıldık aynı döngüden bir adım attık çıktık kıyıya…sandık ki yokluğumuz adam etti terk ettiklerimiz, ama olmadı bıraktığımız yerde bulduk çilekeş saatlerimizi…
baktık ki olmayacak böyle, bir baltaya sap olalım istedik…girdik bir çadıra…galip aramadık nedense mağlubiyetimiz sırıtıyordu aynaya her geçişimizde…
sonra boğulduk yine, hayatı aradık güzelliği aynı zamanda yormayacak bir sevgiliyi..ama sevgiler hep yorgundu…kendine küsmüş aşklardı karşılayan…çalamadık neşeyi dalındayken…tutamadık seveni bulduğumuzda elinde…giden gitmişti haber bile vermeden…
duvarlarım delik deşik çivisiz
buğday kokusu ellerime sinmemiş
rahlede açık kalmış kur-an
tövbekar dilim, ses vermemiş
gidişler oturaklı dönüş yok
İnsan kendini sorgula bileyen tek canlı iken, duygusallığını romantikle bağdaştırırken hayatın geneline (sosyal bakış) hangi gözle bakacak merak ediyorum. Şiddete düşünürsek çevresel faktörleri sıralarız, ancak çevre derken kendi iç çevremizi sorgulayıp sorgulamadığımıza bakmayız. Çünkü insanın egosu vardır, mide açlığını doyurursun ama egonun açlığını doyurmak zahmetli bir iştir. Buna sebepte borçlarımız hiç bitmez, bitse bu sefer istiflemeye girişiriz yani birikime yöneliriz. Ancak yarın denen anda nefes alıp alamayacağımızı düşünmeyiz. Karabasanlar basar sonra, nemize gerek ölümle dansa, asıl doğuşun unutulduğunu görüyorum. İnsan ölümden korkuyor, can acısı bedendeki küçük bir sıyrık bile rahatsızlık veriyor.
Büyüdükçe kirleniyoruz, hayata gelişimizin güzelliğini taşıyamıyoruz çoğunlukla. Kimi yerde kırılıyoruz, duygusal yaralar alıyoruz bir bakıyoruz ki nasırlaşmışız. Kör bakışların meyvesi olmuş kirpiklerimize takılan gizli yaşlarımız. Anlarımızın soldurmamak için mi fotoğraflarla kenara saklayışlarımız. Yoksa bu benim en güzel anlarım veya en berbat yanlarım demek için mi! İnsan neden fotoğraf çektirir yüzünün şeklini içsel aynanın dışında görmek için mi ne dersiniz? Sevdiklerimizi fiziksel olarak yanımızda tutamıyoruz, ama onları yansıtan fotoğraflarına bakmadan duramıyoruz. Sevginin bile güvenirliliği için türlü türlü sınavlardan geçiriyoruz. Beden diline sarılıyoruz, gözbebeklerinde sevginin güvenirliliğini tartıyoruz. Peki o tartının da karşıdaki kişide de olduğunu biliyor muyuz? Demek ki insan yaşadıkça gözleriyle sevgiyi hep tartacak, o zaman demek lazım bana kaç kilo sevgi tarttın diye! Buna gülünür işte. Ne o alışverişe mi çıktık, filemize kaç kilo sevgi aldık. Kazasız belasız evimizin mutfağına geçtiğimizde filemizdeki sevgilerden hangi yemeği pişirip akşam sofrasına bırakabilir miyiz?
İnsan kendini sorgular, saçının her telinde bir mana arar. Evet bunu yapar, insanı sever iyiliğini gördükçe gülümser. Hayvanları nerde görürse görsün içi sevinçle dolar, hele de mevsim dönüşlerinde rengârenk olur. Evet insan bunu yapar, başını yastığa koymadan önce günün değerini ölçer kendi âleminde mesuttur. Gün sonunda tebessümü yüreğine götürdüğünde huzur girer nefesiyle beden evine. Ne güzel bir hayal, anlayış dolu gözler sevgiyle uzatılan eller beklentisiz süsü olmayan içte dokunup telde hayat bulan sözler.
uzun cümlelerin çelimsizliğinde eriyen bir hayat varsa hala...
sus, susku kısa cümleler kursun kendi adına!
11/11/2011- 12:20
sen bana gel ey yar, bekletme
beyhude ömrünü tüketme
her ne arar isen bendedir
canına, böyle eziyet etme
hele bir gel, ocağıma yar
Karşımda, kırık bir ayna gibi hayat!
Gözlerimi kapadığımda, içimi parçalıyor
Durup dururken ıslanıyor, kirpiklerim
Nefes ağacımdaki hıçkırık, duyulmuyor…
Unutulmuş tebessümlere, bir dilek var
İlginç bir kalem, dili acıtatlı, mert söylemleri var, şiiri yazar gibi değilde yaşar gibi sanki, Amatör ruh halleri gördüm kendimce, zekası öteleyici sanki, hesap kitap yapmadan laf etmek zor bence, bu yüzden okuyucuları fazla söz edemiyorlar kendisine. Yerini dolduruyor, kesinlikle iyi şair olur. ...