Ben sensiz yaşayamam ki
Can sende, yürek sende, ruh sende
Sana adaklı ruhumu, yüreğimi tarumar edemem ki...
Özlemse özlem, hüzünse hüzün, acıysa acı...
Sevda adına reçetemde her şey yazılı...
Benin de bir dünyam var
Duygularım, düşlerim...
Herkes gibi
İnişlerim çıkışlarım, bayırlarım düzlerim...
Kimileyin,
Sevincimin kuşça kanatlarında
Her mevsimin ayrı bir dili,apayrı bir güzelliği vardır.Yaşansa da bu güzelikler dört mevsim, her mevsimin güzelliği bir öteki, daha öteki mevsimlerin güzelliğni ansıtır kişiye...Kimileyin BAHAR'sa çiçeğin eğdiği daldaki ağırlığı,dağ koyak ve doruklarını mavi bir buğuyla kaplayışı bulutların..., yavrusuyla karacayı,palazıyla kekliği,oğlağı,kuzuyu... çayırı,çimi ve binbir renkli kır çiçekleriyle baharı ilk kez yaşayan minicik civcivler hiç sevilmezmi?
MEVSİM YAZ'sa söküşünü şafağın,doğuşunu güneşin ve dağ doruklarına vuruşunu...Kuşların şafak şarkılarını söyleyişi,.. Akşamın,akşam meltemlerinin tenlerden ateşi yüzüşü... Sevğilinin incecik parmakları arasında buz gibi meşrubat bardağını tutuşu...Ayın sularla şölene duruşu ve yıldızların şen şakrak körebe oynayışı...Hiç sevilmez mi?
VE GÜZ! Ne denli evecen,ne denli dramatik bir güzellik...Değil mi? Oysa değil. Sonbahar duraklarında sevgilinin beklenişi ve yaşanan umud, heyecan hiç sevilmez mi?
KIŞ'sa eğer; sevgilinin saçlarından kar'la geçişini rüzgarın...Gökyüzünün saydamlığı,ağaçların donuk dallarına sıcaklık veren kar öbeklenmesi...
Yürürken karda, ayakların karla visalini... Selvi dalları arasına tüneyen kumruları... Çocukların çığlık çığlığa kar'da oynamaları... Bir de sevgilinin giderken kar da bıraktığı ayak izlerini kim sevmez ki?
Her mevsim kendince bir başka güzelliktir.Seven ve sevilende bu güzelliklerin anlatılamaz mutluluklar yaşattığını da düşünürsek... yaşamın asıl güzelliği dahada netleşir.
MUTLULUK NEDİR' i sürdürüyoruz.
(1. bölümde mevsimlerin diline değinmiştik.) YaşamıN çeşnisi yalnız mevsimlerin dilinde yaşananlar mı? Elbette ki değil. Yaşamın çeşnisi küçücük gördüğümüz mutluluklarla o kadar doludur ki; hangi birini dillendireyim.
Denizde ışığın dalgalara ve dalga köpüklerine vuruşunu severim... Birbirine değince ırmakta çakılın kayayı eritişini...ve ırmak akıtısında yuvarlanan çakılın seslenişini kıyılara... Ormanın göğü emişini soluk soluk.. Kayalarda kartalın, narlarda bülbülün ötüşünü ve bir de sevgiliyi düşleyerek özlemeyi severim....
Sonrada bir bebeğin sancıdan kurtuluşu ile başlayan neşesini, gülücüklerini... Bunlar hiç sevilmez mi? Ya çiçeklerin renk şöleninde kırlara yaşam vermeleri... Ve diktiğimiz fidelerin yavaş yavaş toprakta canlanmaya başlaması... Dahası yaptığımız aşıların gözelerini açmaya durması...
Bütün bunlar kişinin bilincinde olmadan unutarak yaşamış olduğu mutluluklar değil ise... nedir dersiniz?
Gül aşaısını babamın elleriden öğrendim. Sevgiyi, sevmeyi, merhameti, ilgiyi ve duguyu anamdan... Kardeşlerimden açık yürekliliği... Güveni... Sadakati yani bağlılığı, dostluğu... Özveriyi... Maddi ve manevi değerleri büyüklerimden, çevreden, okuldan ve arkadaşlarımdan öğrendim diyeceğim... ama, diyemiyorum. Çünkü ne öyle büyükler, ne öyle çevre, ne öyle eğitim, ne öyle arkadaşlık ve dostluk bıraktılar...
Söz ustalığım yoktu
Kıvrak kent şarkılarını da bilmezdim
Sözüm özümceydi her zaman
Gülen, güldüren esenli bir insandım
Gözyaşlarının aldatmaca olacağını bilmezdim
Yaşamımdan bir bağ bozumu dah geçti. Nice bağ bozumlarından ayrıcalı ve anılar kervanına katılarak.
Bağ bozumları her nedense; hüzün notalarını seslendiren bir başka tutkunun resitalini yansıtır gönüllere. Ağlatan, düşündüren ve hüzünlendiren şarkılar, türküler gibi... Bu resitalin güz yüreklere yansıması daha belirgin ve etkin olur ve sararan yapraklar gibi bilinmezlere savruluşun umutsuzluğunu, burukluğunu örer insan ruhuna için için..
.
Doğanın kucağında olabildiğine özgür yaşamanın coşkusunu yavaş yavaş kayıp eden insanın bağ bozumu hüznünü, hangi güz çiçeği bastırabilir ve hangi güz çiçeği deli esintilere yol alan zamanı, kendi sıcaklığında ısındırabilir ki? .. Ölümsüz ruhların, ölen kalplere ve gönüllere coşkulu, aymazlık ve dizginsiz evrelerini ne denli anımsatır? 'Ah gençlik, ah! ' diyerek.
Sevgili Ozan!
Her seven yürekte zonklayan sarı dolamalı bir sancı vardır. Bir de kül sızıdan uç veren yıldız çiçeği, karanfil ya da gül vardır...
Acıdan... en acıdan söz ediyorsun... Ozanlar bu acıların çok dahasını bilir...Ama, bunu yaşar mı, yaşamaz mı kim bilebilir ki... Acının ak umutlara karadöl olduğunu... böylelikle insanın sevileştiğini, sevecenleştiğini, yüreklerde sevdikleri ile nasıl özdeşleştiğini sana nasıl anlatabilirim Ozan...
Kara katran gecelerde yalnızlığıma
Baykuş ötüşleri yoldaş oldu duydun mu
Tan basarken goncasına bir gülün
Feryat eden bülbülünü duydun mu
Yürekte aşk, gönülde ses olmazsa
Damla damla akışlarının bir nedeni olduğu gibi
Gömüldüğü bir yer vardır gözyaşlarının
İçe ağlamakmıydı suskunluğu hıçkırıkların
Yoksa gönül kıraçlarına dökülen
Cansuyu mu
Her damalası gözyaşlarının
Saçlarınını her teline mavi bocuk takayım
Kem söz, kem göz senden uzak olsun
Bal rengi gözlerinde can bulsun mavi dünyam
Ah benim tatlı bebeğim
Bakışların öyle mahzun
Ve öyle masumdur ki gözlerin
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!