Bilmem ki nedendir,
Sana akışım, bitimsizce yazışım...
Ve şarkılarına katılmak isteyişim,
Oluklarından akan suların...
Bana erinçlik
Yorgun bir eylül akşamı iniyor kente...
Pencereler sokaklara açılmış, sokaklarda sonbahar...
İkinci baharının alev rengi gelinliğini giymiş sevdalılar gibi
nazlı, sevinçli ve ürkek...
ağacıyla, yaprağıyla, yeliyle...
sürüp gidiyor yaşamak bir başka mevsime...
Henüz mini mini çocuklardık. Evcilik oynardık komşu çocuklarla, ya da evlerimize konuk olan ailelerin çocukları ile. Oyuncak evlerimizde anne, baba ve bir de çocukları olurdu Sonra bu oyuncak ev ve aileler birbirlerine konuk olurlardı... Bazan kavgayla biten, bazan da sessizce sona eren düşsel oyunlardı bunlar.
Hiç unutmam; evimize konuk olan bir ailenin çocuğu ile salonun bir köşesinde oyuncak evlerimizle oynuyoruz. Aramızda ne kavga, ne gürültü.. Çok iyi anlaşarak oynuyoruz derken, evimize başka konuklarla birlikte onların çocukları da gelince bizim oyun dünyamız sarsıntı geçirmeye başladı. O çocuklar da bu oyuna katılmak isteyince iki kişilik oyun dünyamız darmadağın oldu. Daha sonra anlaşmazlıklar, çocukça kıskançlıklar derken kavga gürültü... Ve tepemizde gürleyen bir ses, SUSUNUZZZ! ! !
Bana göre aşkı bu minikler dünyasının oyuncak evlerinden başlatmak gerek. Kabul etmek gerekir ki, aşk ve aşkın düşleri bir başka dünyaları taşır duygularımıza. Bu dünyada bir üçüncü kişiye ve fazlasına yer yoktur. Sadakat yani bağlılık iki kişiliktir. İşin içine çok duygululuk, yalan sadakat karışırsa aşk aşk olmaktan çıkar, çocukların kavgalı gürltülü oyun içinde oyunlarına döner.
Günümüzde yaşadıklarımız da bundan başka bir şey değildir. Oyun içinde oynanan çoklu aşk oyunları gibi... Sonra da kalkıp gerçek aşk nedir diye düşünüp duruyoruz.
Aşkı anlamak için o çocukça tertemiz duygularımızı öne çıkararak iki-üç, beş-on türlü yüzlü olmaktan kendimizi kurtarmalıyız ilkin, sonra aşkın oyuncak olmadığını sindirmemiz gerekir diye düşünüyorum
Yıldız oluyorsun gözlerimde
Iradıkça gönül göğümden
Dolunay doru atın, tunçtan kanatlı...
Üstünde altınışık bir yolcusun
Gecelerin munis sezsizliğinde
Gözlerini aç ey gül! ...
Bir kelebeğin kozasından,
Bir gülün tomurcuğundan sıyrılışında
Çektiği sessiz acıyı bilirim...
Sürme beni sürgünlere.
Yaralanmiş yüreğimi deşme ey gül!
Ah sevgili kalbim, canım yüreğim benim
Sana dünyalara değer bir beden verdim
Can oldun, yaşam oldun, sevgi oldun
Beni unuttun
Başka gönüllere bengisu oldun
Hani genellikle halk arasında '' DELİRDİ DAĞLARA DÜŞTÜ'' derler ya... Son günlerde bir haylı kafama takıldı bu deyiş... Halk neden bunu söylüyor, bununla ne demek istiyor diye.. Ne demek aşkı için dağlara düşerek, dağlara sarılmak? .. Ben bir sonuca vardım aşağıda onu okuyacaksınız. İsterseniz bir de sizler düşününüz, bakalım daha değişik bir sonucu yakalayabilecekmisiniz.
Aslında bir de şunu düşünmek yerinde olur sanıyorum. Vahşi aşk diye nitelendireceğimiz dağ aşkları mı, yoksa aşk adına yaşanan binbir sorunlu kent aşkları mı daha katıksız ve gerçekçidir?
Bilirsiniz. Arap aşklarında dağ imgesine çokça raslanılmaz. Onlarda genellikle çöl egemendir. Küçücük vahalar Arap aşıklar için cennet kabul edilerek sevgililere sunulur. Mecnun bundandır ki Leylası için tamuyu (Cehennem) ansıtan çöl sıcağında yalnız düşlerle kurgulanan bir vahanın, düşleri içindedir.
Türk insanının aşkında ise dağlar, bozkırlar, taşkın ırmaklar, boranlar, vs.. gibi sayısız imgeler yer alır. Aşıklarımız aşklarını bu sayısız zengin imgelerle tanımlar, onlarla paylaşır. Çünkü aşıklarımız gerçek aşkın dağların, bozkırların bakir kucağında olduğunu düşünür. En son umut olarak da buralara başvurur, buraların eteklerine yapışır...
Çöl imgeleri aşk adına ne denli bir özgürlük ise, bizim dağ aşkımız da bundan daha geniş, zengin imgeler özgürlüğüdür. Dağlara sitem yağdırır yüreğinizde neler varsa oraya anlatabilirsiniz. Hatta Kerem örneğinde olduğu gibi, onu delik deşik de edebilirsiniz. Bizim dağ aşkımız çöl aşlarına benzemez... Çöl, güneş, kum, ay, yıldız,kum fırtınası ve düşsel kurgu küçücük bir vaha, susuzluk, serap... Dağ aşkımız böylemidir? Binbir renk ve çeşitte, sayısız imge zenginliklerimizle dolu doludur dağlarımız...
Pamuksu bir bulut gibi giderken
İzdüşümün yangınıma dön bir bak
Kavruk kıraçların çiçeğini küstüren
Estirdiğin toz dumana dön bir bak
Gözden çiselenen yağmura değil
Ölmez de yaşarsam bir gün mutlaka
Zulmeden geceleri aşar gelirim
Lale, gül, karanfil daha solmadan
Engelleri tınmaz koşar gelirim
Mordağlar ötesi cananın yurdu
Karşıma çıkıyor dağların kurdu
Biliyor musun,
Sen hep gecelerin çoğalan yanındasın
Yalnızlıklarımı hep bu anlarda imha ederim
Ve bu anlarda artarım kendimden
Seninle tüm güzellikleri
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!