Terk edip giderken bana mı sordun
Geri dönmek için yalvarma şimdi
Ah edip başını taşa mı vurdun
Geri dönmek için yalvarma şimdi
Deneme tahtası değil bu gönül
Ömründen yırtarken günleri bir bir,
Sılaya kavuşmak tek dileğidir.
Gözünde gurbet de cehennem de bir,
Gönlünü hasretle dağlar gurbetçi.
Başını sokacak yuva bulamaz,
İhanet edipte af mı beklersin?
Ayrılık elbette zordur, bilirim.
Hala günahına günah eklersin,
Aşkım yüreğinde hordur, bilirim.
Demişsin terk etmez, bırakmaz beni,
BABADAN EVLADINA
Baba yüreğime taştandır deme
O taşı bir bakış deler be evlat
Nasihat etmeme yaştandır deme
Be hey
Aşkı kalemine sakız edip
Ucuz bulup harcayan güzel
Sen aşk nedir bilir misin?
Hiç âşık oldun mu sahi?
Sen aşkı nasıl bilirsin
Ben bu mısralara ömrümü verdim,
Ne olur anlayın kelimeleri.
Bütün sırlarımı apaçık serdim,
Ne olur anlayın kelimeleri.
Çabucak okuyup geçmeyin hemen,
........................Fikret OĞUZTÜRK'e
Çağdaşlık adına maziye sövün
Zulmü alkışlayın, katili övün
İster saç baş yolun, ister diz dövün
Batı hayranları batınız batsın
Estetik, sanatçı tarafından sanat eserinin ruhuna nakşedilen duygusallığın ve hassasiyetin sağladığı, o eserin nev’ine göre dinleyicisi, okuyucusu, izleyicisi olan muhatabının zevk idrakine, eserin güzelliği ve iyililiği yönünde heyecan veya ilgi uyandıracak değerlerin usul ve kaidelerini inceleyen sanat felsefesidir. Estetik kavramına Osmanlıcada bediiyat denilirdi.
Sanat eseri ise sanatçının fikirlerini, hayallerini, duygularını çeşitli yollarla ifade etme tarzıdır. Bu bazen bir şiir, bazen bir hikâye, bazen bir resim, bazen bir heykel, bazen de bir musiki olarak karşımıza çıkabilir. Her ne kadar eser sanatçının iç dünyasına ait olsa da artık dışa aksedip diğer insanların yani muhataplarının iç dünyasına hitap ettiği için içtimai bir hüviyet kazanır ve artık bu eser toplumun malı olmuş demektir. Sanat eseri faydalılığından ziyade insanda estetik heyecan uyandıran eserlerdir. Daha çok his ve duygu dünyasına hitap eder.
Bir sanat eserinin beğenilmesini sağlayan estetik değerlerin en başında muhatabında uyandırdığı güzellik yargısı gelir. Güzellik anlayışı değişken bir özelliğe sahip olduğu için devirden devire, insandan insana farklılık arz eder. Güzelliği herkes farklı algıladığı için farklı farklı tarif etmişlerdir. Örneğin Aristo’ya göre “bir bütünü oluşturan unsurların birbiriyle uyumu, ahengi”dir. Sokrates, Platon ve Kant gibi ahlakçı filozoflara göre güzellik “iyiliğin, doğruluğun bir başka adı”dır.
Bize göre de estetik; bir sanat eserinde güzelliğin terkibini ifade eder. Zira insan ruhu güzelliğe karşı ilgi duyar. İnsanın güzeli sevmesi yaratıcısının güzeli sevmesinden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden Yaratıcının yaratılış âdetine ters olan her şey çirkindir ve estetik değeri yoktur. Güzelliğin olduğu yerde erdem ve iyilik olmalıdır.
Güzellik; mevzuu olduğu her sanat dalına has ölçülerle değerlendirilir. Bizim estetik anlayışımıza göre bu ölçü İslam Ahlakıdır. Bu ölçüye göre güzel olarak vasıflandırılan her şey güzel, çirkin olarak vasıflandırılan her şey ise çirkindir. Zira ahlak, insanın davranışlarında, fiillerinde, çevresiyle ilişkilerinde yaratılış gayesi ölçüsünde ideali yakalama düsturlarını ortaya koyarak insanı; kemale erdirmeye ve insanları anlamaya sevk eder. Bu yüzdendir ki ahlak, sanatta da estetik anlayışın güzellik dediğimiz en temel olgunun kalıbı, vezni, şekil vericisi denilebilir. Ahlakın insanlara yüklediği ideali yakalama vazifesi sanata irca edildiğinde sanatçıya, sanatta da zevk idealini yakalamayı yükler. Bu zevk ideali ise yine ahlaki ölçülerle tezyin edildiğinde iyi, doğru, güzel kavramlarının tezahürü olan estetik anlayışta bir ortak anlayış değeri ya da değer yargısı oluşturması açısından önemlidir.
Bazı filozoflar ahlaki iyi her zaman sempatik ve çekici olmadığını, bir sanat eserindeki çıplak bir pozun ahlak bakımından kötü olmasına rağmen güzel olabileceğini iddia ederler. Bunlara en güzel cevabı Prof. Dr. Ramazan Demir bir makalesinde şöyle cevaplıyor:
Sözlü ve yazılı edebiyat eserlerinin şüphesiz en önemli sermayesi kelimelerdir. Şiir de ise kelimeler daha da gizemli, daha da etkileyici anlamlara bürünür. Çünkü şair bir nakkaş edasıyla kelimeleri yontarak adeta yeni motifler oluşturur. Şair bir rüya âleminde gördüklerini yaşayan, sonra onu tabir eden bir kisveye bürünerek sırlar âlemine dalar. Yazdıklarını anlayanlara da bu sırlarını ifşa eder.
Şeyh Galip’in şu sözü çok manidardır: “ Şair demek ehli hal demektir.” Şair insan halinin ruhunun inceliklerini, duyuşlarını, hislerini anlatmaya çalışan ancak bu anlatımdaki eksiklikleri kelimelerle oynayarak güzelliklere çeviren bir simyacı gibidir. Tıpkı suyu yağa çeviren, taşı altın yapan bir simyacı gibi. Onun elinde kelimeler yepyeni ve daha şümullü anlamlar kazanır. Okuyucusunu cezbeder, duygulandırır, onu kâh geçmişe götürür kâh geleceğe… Şair yaşadığı dünyayı, olayları ve insanları herkesten farklı algılayan bir kişi olmak durumundadır ki farkı fark edebilsin.
Şair; yazdığı şiirdeki anlamı diğer edebi türlerin aksine açıkça vermez. Şair; dolaylı bir anlatım yolu seçerek zihninde kastettiği anlamla birebir örtüşen farklı kelimeler daha teorik bir ifade ile imgeler kullanarak, hem anlatımını daha canlı bir hale getirir hem de okuyucusunun zihninde hayal kurdurarak farklı manalar canlandırma yoluna gider. Bu yüzden şiir farklı anlayışlara sahip okuyucudan okuyucuya farklı anlamlar kazanacak ve kendi anlamını kendi üretecektir. Tıpkı Tagore’nin “Şairin kullandığı sözcüklerde insanlar için çeşitli anlamlar vardır; herkes beğendiğini seçer” sözünde olduğu gibi.
Şiirde asıl olan kelimelerle “ne söylediğimiz” değil, nasıl söylediğimizdir. İşi bilenler bu yöne adapte olarak şairin kelimeleri nasıl kullandığına bakarken şiirden anlamayanlar ise ne söyledi diye debelenip dururlar.
Üstad Necip Fazıl’ın tabiriyle şair; ne yaptığının yanı sıra “niçin” ve “nasıl” yaptığının ilmine muhtaç ve üstün marifetinin sırrına müştak bir tılsım ustasıdır. O bu tılsımları tıpkı arının envai çeşit çiçeklerden derlediği bal özlerini kursağında mayalayıp petekte olgunlaştırdığı gibi ilham ile envai çeşit kelimelerden aldığı manayı kalbinde olgunlaştırarak kâğıda döker, söze döker. Onun tılsımları yine harflerle yazılır, kelimelerle ile okunur ve içerdiği bu mana sırlarına, şifrelere agâh olanlarca anlaşılır.
Dil kelimesi gönül manasına da gelir. Dili lisan olarak ta ele aldığımızda ise lianın gönülün aynası olduğunu görürüz. Şiir dili aynı zamanda gönül dili veya kalp dili olmak zorundadır. Bundan dolayıdır ki şairin şiirindeki tesir gücü, onun sözlerinin kalpten gelmesi ile alakalıdır. Şairin şiirini anlamak için okuyucunun da müteessir olacak bir kalbe sahip olması gerekir. Tıpkı cevherin değerini sarrafın anladığı gibi…
Göz yaşın benzesin bahar seline,
Bir mendil bulup ta silme sevgilim.
Yılların tükensin, gençliğin solsun,
Nasıl geçtiğini bilme sevgilim.
Sanma ki sen artık mutlu olursun,




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!