Giriş
Sanatlarını kendi bireysel alanlarının dışına taşıyan büyük sanatçılar, mensubu oldukları milletin hemen bütün sorunlarıyla ilgilenirler ve söz konusu sorunların çözümüne yönelik fikirler üretirler. Bir anlamda kendilerini milletlerine adayan bu gibi sanatçıların bir adı da ideologdur. İdeologlar aydın olmanın ötesinde bir işlev üstlenmişlerdir. Aydın sıfatıyla anılan kişiler, sadece fikir üretip öteye geçemezken, ideologlar fikir üretmenin yanında, ürettikleri fikirleri pratiğe geçirmeleriyle de önem arz ederler.[1]
Bu meyanda Necip Fazıl, yirminci yüzyılda düşünce dünyamıza engin dehası, sanatı, aksiyonu ile insanlığı aydınlatmış ve yol göstermiş çok yönlü büyük bir dava, sanat ve fikir adamıdır.
İsmi söylendiğinde kimilerinin gereksizce gülümsedikleri ve sırıttıkları, kimilerinin de gereksizce somurttukları ve kaş çattıkları bir isimdir Necip Fazıl. Edebiyatımızda ismi bir başka isimle yan yana getirilerek maddî ve manevî haz devşirilen isimlerden biridir Necip Fazıl. [2]
O komple bir fikir-sanat adamıdır. Fikriyatını ortaya koyarken sanatın bütün şubelerinden yararlanmasını bilmiş; şiirler, tiyatrolar, hikâyeler, roman, senaryo romanlar kaleme almış bir büyük düşünürdür.[3]
Kar yağanda açan tüm kardelenler
Maraş’ta bu mevsim soldu be Reis
Görmemiş böyle bir duman bilenler
Berit’de hüzün sis oldu be Reis
Gölgeler dahi o kadar sıcaktı ki çalıların dibine giren Tıstıs boylu boyunca bir halat gibi uzanmış, adeta çatal dili ağzına sığmıyor gibi sürekli dışında duruyordu.
Ormandaki ağaç dallarına konan kuşlar bile kanatlarını kırılmış gibi iki yana salmış, gagaları sürekli açık bir şekilde hızlı hızlı soluyorlardı.
Tüm hayvanlar hem yarışın sonucunu merak ediyorlar hem de bir an önce dağılıp daha serin bir yerlere gitmek için can atıyorlardı.
Yarışan iki taraftan birisi olan tavşanlar bitiş noktasının sağındaki çalılıklarda tek sıra halinde kendilerinden emin bir şekilde bekleşiyorlardı. Yolun karşısında ise diğer yarışmacı taraf olan tosbağalar sıcağın etkisiyle kafalarını kabuklarına sokmuşlar adeta benekli taşlar gibi heyecanla bekliyorlardı.
Genç tosbağalar tavşanlara:
“Biz bu yıl yarışı kazanacağız, göreceksiniz”
MAHO’NUN EŞŞEĞİ
Bir Maho’muz vardı bir de eşşeği
Maho yükü çeker, eşşek yatardı.
Semer Maho’daydı yular eşşekte
Her çamura önce Maho batardı.
Bir mecnun olmuşum seni ararım,
Her gelen geçene seni sorarım.
Leylâ Leylâ diye gezer ağlarım,
Bu zulmün sefası var mıdır Leylâm?
Meğer senin aşkın kızgın bir çölmüş,
Gitmeden bir dinle beni son defa,
Sevgilim sakın ha ele güvenme.
Acırım, versen de bana bin cefa,
Her tatlı söyleyen dile güvenme.
Hayat acımasız, kırılma sakın,
Mazinin o sisli ufuklarında,
Saçların savrulur yüzüme değer.
Yüreğim kederin doruklarında,
Sensiz geçen günler gücüme gider.
Ellerimde sıcak ellerin kaldı,
Nefis neden tanımaz hudut kenar Sultanım
Gönül Hakkın sarayı, kimi anar Sultanım?
Gurup çökmüş zamana akşamın sesi gelir
Saatler uçar gider nere konar Sultanım
Siyahla başlıyor renkler cümbüşü
Sokaklar karanlık, evler karanlık
Susturmuş dilleri korkudan huşu
Gündelik yaşanır ya da bir anlık
Halden hale geçer bedende kimya
Bir sevda masalının Leyla ile Mecnunu
Kerem ile Aslı’sı olmayalım ne olur
Hicran ile yıkılıp bir de gönül yorgunu
Olmayalım, genç yaşta solmayalım ne olur
Açılsın yüzümüzde mutluluğun gülleri
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!