Odam soğuk, odam karanlık..
Bilinçsizce dolanıyorum evin içinde..
Kendi kendime konuşuyor,
dakikalarca aynada kendimi izliyorum..
Yanımda sen yokken eksiğim biraz
Sessiz, sedasız, ıssız
Kirli bir senfoniyi mırıldanıyordu bitkin müzisyen
Elleri nasır tutmuştu, piyanosuna küsmüştü, çaresizdi
Ölüm hiç bu kadar yakın olmamıştı ensesine
Kafasının içinde gizli, bastırılmış düşünceleri vardı
ve bunlar canını sıkıyordu
Her seferinde ölmek fikrini aklına getirmemeliydi
gelecek vadeden bir aşk daha
beklenmedik bir şekilde çöp kutusunu boylarken,
içinde umudu büyüten çocuk
bu saçma koşturmacalardan yorulduğunu fark etti..
her seferinde yenilmekten
şarapla dost olmuştu artık..
Şehrin ışıklarıyla oynayan bir çocuk tanrı..
Birini yakıp diğerini söndürüyor
can sıkıntısından..
Dünyayı yakıp kavuruyor bazen
Bazen de kıçımızı donduruyor..
Yaramaz ve sorunlu bir çocuk tanrı..
Deli çocuk yine uyanık
Çocuk yine sarhoş
Ve yine söz vermemesi gerektiğini bildiği halde verdiği sözleri
tutmuyor..
Yine ağlıyor..
Yine sigara içiyor..
Bir yazardan bu kadar da etkilenmez ki insan.. Adam canıma okudu.. Bir solukta okudum ve itiraf etmeliyim ki ondan esinlendim.. Belki de o benden esinlendi bilmiyorum.. Bahsi geçen faninin kim olduğunu bazıları yazının başlığından çıkardı.. Bazılarıysa hala aval aval bakıyor, “hadi artık” der gibi..
Henry Charles Bukowski!
Bu çirkin adamı hep duyardım.. Duymayan yoktur zaten.. Kadınlar hakkında en büyük saptamaları o yapmıştır.. Sözü uzatıp ölmüş bir adamın arkasından konuşmak niyetinde değilim.. Yoksa onun bir dahi olmasından girip,onun bunun çocuğu olmasından çıkacağım..
Bugün Bukowski’nin öyküleri gibi bir gündü.. “Sevgili Günlük” salak cümlesiyle başlayan andavallı günlüklerden biri değilsin, merak etme.. Öyle pembe bir sayfaya fosforlu kalemle de yazılmıyorsun, emin ol.. Sen benim sarhoşluğumun içindeki ayık ve de on parmak klavye kullanabilen yanımın ürünüsün..
Yazısıyla konuşan bir deli olduğumun farkında, televizyondaki habere takılıyor gözüm.. Bütün ülke ayağa kalkmış.. Gecenin iki buçuğunda başbakanın televizyonda olduğu ve nedenini hala kavrayamadığım, hatta devletin bile ölü sayısını tahmin etmekte zorluk çektiği bir felaketin haberleri dönüyor gece yarısı haberlerinde.. Kriz masası falan olayına girdiler, telefon numaraları veriyorlar..
Şimdi öğreniyorum ki bir tren kazası olmuş.. Bu kriz masaları 99’da niye yoktu, ben niye kaybettim inancımı.. O lanetli gecede apartmanın beşinci katında yıldızları seyrederken neden çarpmadı tanrı beni..Oradaysa ve bizi yaratmışsa neden adaletli davranmıyordu?
Geberesi hasretler dayandı kapıya
Yağmur sızdı pencereden
içeri girdi davetsiz..
Melek değiliz ki biz
Eksiklerimiz var
zayıflıklarımız diyelim ya da..
Saçlarımın yağmurla dansını
Ve doğanın sevgimi selamlayışını
görüyor musun?
Sırılsıklam olana kadar yürüdüm
Sana şarkılar söyleyerek
Seni içimde hissederek..
Sahnede bir çocuk var,
Tam ortada..
Bağdaş kurmuş oturuyor..
Gözleri faltaşı gibi açılmış
En arkadaki koltuğa bakıyor..
Ağlamıyor
Geri dönmeyeceklerini bile bile
Neden ağlarız ki
Eski aşklara
Güneş batmıştır
Kuşlar gitmiştir
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!