Ezik kabukların altında bedenler ve ayaklar
Bulutları yırtarcasına bir serzeniş helezonu
Batmayan güneş hülyasıyla biriken kalabalıklar
Ses çıkarmada parklarda ve bahçelerde
Süzülen kanatlar örterken üzerlerini
Aynalarda görünmeyen varlık nakışları
Gençliğinden kaçan bir ihtiyar gördüm yolda
Yılların çöreklendiği bastonundan intikam alırcasına
Afişi değişmemişti oysa yaşlanmamış caddelerin,
Hayır hayır! Dilenci çocukları kandıramam ben,
Sarnıcımı emanet bıraktım el değmemiş fincana
Veda sarkacı uzanmıştı yorulmayan ayak izlerine
Çehresinde yol hayali nemalanmış olanlara,
Somaki barikat bir engel değildi..
Ufukta yükselen dumanlar bu heyulayı da yakalar
Veda; meyvesini bekleyen bir okyanus düşü..
Dün gece ben de kapadım panjurlarımı
Bir bebek masumluğunda hıçkırıklarımla baş başa
Baş başa kalbime yaslanmak için
Budur işte ey hayat sakinleri
Sükunetin sertacını burada da arayabilirsiniz diyebilmek için
Ağladım ve ak hayalimle eğildim kaleme
Bir ses duymuştu virane sokağının eteğinde,
Gece kızıllığından sıyrılmaya çalışan adımlara denk
Başını kaldırmayan baykuşların insafsız zaman tüketiciliğinde
Onlar küs değildi karanlığa, bir moda kapsülünde
Ellerde nabız sarhoşluğu ve bulutsuz yağmurlar ile
Yürüyordu sesten de öte ve hızlı devrik cümlelerle
Kırmıştı annesinin şefkat iksiri kalbini
Bir hareketle sonsuzluğa taş atmıştı belki
Teselli bu ki, mumyalar da hissetmişti teneşir düellosunu
Buna ismini o koymuştu..sıvasız akşamıyla gelen ilhamında
Sendelediği tepeciklerin ardında üç akşam gölgesi farketti
Bu bir bakıştan da öte itibarın meltemiydi.!
Mesafeler yakınlaştıkça bakışlar sertleşti
İnsana değer vermenin diplomasını dağıtan bir bedevi
Ne de çabuk pes etmişti onu görünce
Bir bakışta batanlar, ne ile ispatlayacaklardı topraksı cömertliği? !
Dedikodu preslenmiş, kol kanat germişti çöl yumuşaklığına
Artık duramazdı bu sözlerin ağırlığında
Kalp kulesini yıkmak için yaşayanlara nabzını vermeyecekti
Bir şelale bakışıyla merdivenleri aşmıştı o tepeden
Yılların biriktirdiği can alıcı mimariden
Kalp kulesini kambur olma pahasına sırtına yüklemişti
Annesinin talihsiz bir damla gözyaşını odasında göremezdi,
Göremezdi; çünkü gözü ve kalbi damarlarına düğümlenir
Bir söz şehidi olurdu çocuk kalbi
Karınca yuvalarından tanımıştı isabet ettiğini
Çöldeki kırba bulunmuş ve sadık arkadaşı gölgesi olmuştu...
Kum taneciklerindeki saklı olan kalp kulesini
Asırlardan sonra annesine teslim etmişti.
Gürsel ÇOPUR
(On Yedi Ağustos’u yaşayan can’lara..!)
Netameli sarmaşıkların süzüldüğü gece
Belkemiğine sımsıkı kördüğüm atılmıştı
İğneden ipliğe bir kıpırdanış çağlayanı
Dağdağa macunuyla sıvanmış kaleler gördüm
ikircik salkımları yola serpiliyor
köprünün ihtişam kokan rüzgârında
kaftan giymiş düşünceler teleklerde
saf olmuş haykırıyorlar dizlerinin dibinde
nirengi diyaframında haykırış fayda değil
insanlık bunu istemiyor penceresinde
Sulusepken gönül vadilerinde büyümüşlerdi
İğneden ipliğe huzur kafiyesi vardı
Vardı kalamin de yanaşamadığı dilimler
Dehliz kokmuyordu yay gibi gerilmiş ümit sofrasında
Kördüğüm sayfaları yırtılmıştı takvimlere inat
Altın koylarda bir karış ufuk zemini de fayda
Kalbimde bir mehter ahengiyle
Heyecanımı vurguluyor şu ânımda
Bir cümbüşün arefesi ve rengiyle
Uzakta değil,hemen yanımda
İlham beklercesine pusudaki sine
Dünya burcunda matemhane-i ilahi ile serfiraz can,
Nefsin dahlinde melhuz olan kalp ibrişimleri, sinyalinde;
Mütekellim-i vahde musalaha alamazken karib ihvandan
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!