Acınası bakışlar ölçülmez basiret aynasında
İçi anlamadan dışa parke yapma beyhude
Bir göz hatırına çok gözlerin feda edildiği
Kahramanlık soluğu hassa odasında iken
Bekleyenler beklemeyi bilemezlerse
Merakın belkemiği kırılır, sancı sarar etrafı
Akrep yuvalarına yakın burçlarda
Kalbine oklar yudumla gelirken
Açık kapılardan içeriye
Azgın fırtınaların girdiği gibi..
Nefsinin çıngıraklarıyla inlerken kimsesiz
“Suzinak alevleri” gibi yanarken korsuz
Ey prangasından kurtulamamış genç ve genç yıllar..!
her serinlik akşamları avizeni değiştiriyorsun
zambaklar boy vermiyor dipsiz kuyu şırıltılarında
karakolda yedi masumun da aynası esarette
prizması paramparça olmuş bu kadife gelecek tepelerin
sararmış bulutlar yaprak misali dökülüyor
Onlar gittiler mavi yakamozlarını bırakarak
Bir tabiat gerdanlığıyla
Medyumların reçinelerini yere çalarcasına
Ant içtiler ellerindeki konserveleriyle
..ve bozulmadılar asrın çirkefinde
Onlar gittiler mavi yakamozlarını bırakarak
kimse kalmadı..
kaknüs kuşu bile sesi ve heybesiyle
bir çırağan gölgesinde kayık batıyor
yakamoz alevinde esnek çizgiler kalemin cabası
toprak hiç aşınmamış gibi zamanın kadrajında
Zümrütten dikenler vardır ayağa batmayan
Dostun bungun çehresinden uzak yaşayamazlar
Rintlerin sıcak tebessümüne hasrettir göçmen kuşlar
Gurbet meyvesinin solmayan iklimiyle beraber
Beraberdir aynı dünyayı paylaşanların lokmaları
Kıvrım helezonunda açar hayatın busesi
Çevrede insanlık,hissedilir onun sesi
Tatlı rayihasında süzülmüş billur hevesi
Gidenler geride kalmadılar öndeki ışıklarla
Yolumuzda billur afakın parıltılı destesi
Kucak bekleyen muştuda sabah yeli
Misafir olmanın doyumsuz tadı
Önde ışıklar var güneş yadigârı
Tayf yıldırım halinde dağılırken sinelere
Eflatun seherin nurani ikliminde
Eşiğe basmadan heyecanla ilerleyenler vardı
Evlerini ve yurtlarını terk ederlerken
Bir merve süzülüşüyle ordan oraya
Nefeslerinde bereket ilhamları kaynıyor
Fedailerin giysileri eskimez
Ne zor kalbin ruhtan ayrılması
Çok zor akmıyor somaki mermer damlacıkları
Terini siliyor sünepe kaldırımlar
Üç ayaklı sandalyede oturmuş asırlık gölgeler
Bir telve dökülsün artık aynada görünmeden
gurbet görünüyor çok mu!
Lale devri ip üzerinde zıplamaz bu ışıklarda
Bu serzeniş de nedir? Leylekler buradan da geçmişti
Kovmayın kalabalıkları akşam üzeri
Barut tabağına tuz ekler gibi ikircik işçilik
Bizi bu ağlattı yıllardır gurbet(imizde)
Yıldızlar kandil gecesi bir kat daha canlıdır
Bulutları yırtan atlas mimarı gelecek diye
Tırnağı sökülmüş topraklarda ötecek miydi ak horoz
Kuzeyyıldızı cephesinde ham matemler yalvarıyor
Cumbayı kırıyor gömleksiz pençeler
Gözyaşlarıyla sulanmış saksılarda dikenler endam ederken
gurbet gidiyor çok mu!
Yanan ateş içinden bir de gazve kurtuluyor!
İzlerimin arşivine baktım,görmedim böyle bir figür
Keşmekeş çöl aslanları avlumda delta yığmışsa
Bir çit kırılmış..
Kapı bekçisine tebessüm anahtarı mı!
Gürsel ÇOPUR




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!