Düğümlenen çözümde kıtmirse bu heyula
Hurma özünde aramalı kendisini
Halini anlatamamak yığınlara
Yığınlar yığılmışsa tecessüse
Gariplik ne kutsi hediye
Vedia gibi sarmışsa ruhunu
Toprak ne büyük ev sahibi
Buluşmalarda parlayan bedenler
Bünyesinde sessiz bir naaş mevcut
Kanca atmışçasına yalancı şafaklar
Perde arkasında kapalı kapılar
Yol vermeyen gafil soluklarla
Çığ gibi büyüyen küçülmelerle
Kümelenmiş kara bulutlar
Fısıldaşmaları semayı titretirken
Ey hicran kazanlarında kaynamış adam..!
Pervane olmuşsun nur esintileriyle
Mükellef kaynağın hep senin dostundu
Sabrın en lezzetli gıdası dolmuştu eteklerine
Yol yordam bilmezlere yağmur gergefiydin
Somaki düşler insanlık semasına rahmet yağdırır
Kaderin su serptiği ceylan bakışlar da yere akmıştı
Dağdağalı çığırtkanlıklara veda..
Zirveye yağan kar ile düşen çığ hep aynı arşivde
İzlerinle tanıdığın bir sen kalmıştın o tahtakulübede
Bir tek senin adın okunmuştu o zeminde
Çarpı yemediğin ıslak kürsüde
Yeryüzü ağlamada..
Ensesi yerde olanların adı
Çehresi buruk
Bir masum bakış silüetiyle;
Mezardı o,yere serilen
Serildikçe ibret kokusu
Dayandı yılların iskeleti usulce
Zaten tedriciydi bu gidişat
Dünya dudakları haber vermişti
Liste kıpırdanırken alınlar kırışmıştı
Kucak açsan da boş avuçlara
Nafile davranışların soluğu kesilirken
Beyin göçüne gitmişti bir kadavra ve bir kurban
Beyin jimnastiği de yapabilirdi beli bükülmüş tenler
Onlara susamıştı ahşap kitaplık;
Bir zamanlar şehzade ruhların yoğrulduğu
Bir zamanlar beytülmal(de) şebnem kâselerle kalplerin dağıtıldığı
Susamıştı çöller serin çözgüsüne
Bir kurban daha kervana ev sahipliği yapıyordu
Hem de tam sahipti geçmişine
Bükülmüş bileklerin sessiz heyecanıyla marşa gidercesine
Gümüş makaslarla kurdele kesmişti vicdan kamelyasında
Önce çuvaldızlar batıyordu benliğe
Sonra mızrakların kalabalık toprağı serpiliyordu
Telkin veriyordu bir mezar bekçisi, hem de angarya!
Gurbetteydi cihangir terleri
Akşam bulaşığı dökülürdü onun yerine
Gözyaşlarının sıva sunduğu bu gökkubbede
Bir tamirci kainat mayasını damıtıyordu safiyane
Sabır taşında eğiliyor ve ufalanıyordu makûs talih
Ortopedi reyonunda ruhun belkemiği doğrulmuştu artık!
Ey şehla bakışlı manzum karakter!
Beyhude mıknatıs çarpması kalbini durdurmasın
Sana saygım var ezel piramidine kanatlandığımdan beri
Akvaryum düşleri seni okyanusunda yakalamıştı
Olsun, suçlu değildin sen!
Geç gelen ağlamaların bir ihtiyara da bulaşmıştı ya
Tırnaklara batan dikenleri çıkarmıştın acı duymadan
Gönül kırana gönüllü adımlarındı yankısını duyduğumuz
Yol yürünmez dedikleri yaşam fanusunda
Ayak izlerini kitap sayfalarının içerisinde arayanlara
Şahit oldum.. ve şahit tuttum “yılmama”yı
Neron’a bel bükmeyen ağzı açık ateş
Bir tutam kalbi ısındırmaya yetiyordu sadece.
Gürsel ÇOPUR
Çöldeki sessizlik rüzgârımı kavururken
İçimde boşalmayan duygu tepecikleri
Yavaş yavaş ilhamlarımı savururken
Umutsuz bekleyiş hafakan vadisinde
Elimde kalemim titrek masamda
Bırakırcasına düşüncelerimi düşlüyorum
Busesi ihtiyarlıktan bir nağme çalan küre,
Uğrayanı kalan en son misafir mezarda
Mezarı da sinesinde barındıran toprak örtüsü
Örtüde hissiyat varsa da yerin altında
Kalpler altta belki açılan dualarda iken
Üstte ise toprağa yük olmuş sallanan bir diken




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!