Dörtler, bilinmeyen kapıların sırları. Gönlün kabesinde dört ilim vardır. Bunlardan ilki ''Oku''dur hemde büyük bir yeminle ''Yaradan Rabbın Adıyla'' bilene çok büyük bir hikmettir '' Hiç Bilenle Bilmeyen Bir Olur mu!''. Başladığın yer var olduğun yerdir, kendini bulduğun, manayı kavrayıp sürata büründüğün, dipsiz kuyulardan kurtulduğun yer. Akıl yoluna gidebilmek için kalp yolundan geçmek gerekir. İlim Allahın insana bahşettiği en büyük hediyedir.
Sırlardan ikincisi ''Ol''dur. Varacağın yere doğru yola çıktığın zaman sır içinde bir ruha bürünüp olman lazım. Ham halinle okudun, yola attığın ilk adımla da olmalısın. Peki olmak var olmak mıdır yok olmak mıdır. Okumak nasıl ki aklın yoluyla kalbi buluşturmaksa, olmakta kalbin yolunu hak ile buluşturmaktır. Varlığın ve yokluğun olmadığı bir yer.
Celal yoluna girmektir. Dünyevi yaşadığın ne kadar çile varsa hepsini unut, çünkü hakka giden yol beşer çilenin kat kat ötesindedir. Ateşten bir elbise giyinmeye benzer. Ona yaklaştıkça gerçeği her saniye yaşarsın.
Üçüncü sır bana da sırdır. Dördüncü sır ise ruhun varabileceği son yerdir.
Doğarken ölenleri kefensiz gömerler
Toprağına bile gam ekerler
Kahpe feleğin çilesini çekenler
Gözlerinden yaş değil kan dökerler
Yaşamanın bedelini ağır öderler
Aşıkların esması çiledir
Zikir etmeyen ne bilir
Yol bu gönülden geçer
Yoldaş yol mu seçer
Kahır kervanları yükünü almış vadesi sınırsız bir yolcuğa yelken açmışlar. Kum fırtınaları içinde yüzerken hican uykularında dinlenmişler. Fail meçhul yollarda silahsız cinayetler işlenmiş. Yorgun kelimeleri mürekepsiz kalemler yazıyormuş. Hangi gamın efkarına dert yanacaklarını şaşırıp kalakalmışlar. Ah diye inleyenlerin sesi feryat edenlerin gölgelerinde tılsımlanmış. Nefsi kesilmiş uzakların güneşine umut bağlamışlar. İçlerinde ki yangın öylesine büyükmüş ki yalın ayak çölde yürüdüklerini bile bilmiyorlarmış. Susuzluktan kavrulurken duasız kalmışlar. Bir el istemişler elsiz ayaksız yarınlarından. Bir söz istemişler dilsiz dudaksız semalarından. Bir çıkış istemişler kararmış hayallerinden. Dönüp dururken çarkında zalimlerin, dert yanmışlar yüreği taştan olanlara. Gözyaşlarını merhamet adlı cellada sunmuşlar. Koyu mavi gökyüzünün altında zifiri karanlıklarda kalmışlar. Düğünlerinde kınalarına kül karıştırmışlar. Gelinleri beyazlar yerine hüzünler giymiş, damatları halaylar yerine yaslar çekmiş. Sonunda bitirelim demişler. Ne istiyorsa verelim ona, yeterki bizi şu azabtan kurtarsın. Sırasıyla kurban etmişler bedenlerini ve ruhlarını. En sonunda küçük bir çocuk ve yaşında bir kadın kalmış. Kadın çocuğa sen yaşamadıklarına ben yaşayamadıklarıma deyip zehirden önce çocuğa sonrada kendisine içirip kurban olmuşlar. Sonra bir fırtınanın kenarında, kıyafetsiz başka bir kavim; helak olan kavimden habersiz devam etmiş onlardan kalan acılara. Onlara için ise ne gök parçalanmış nede yer ağlamış kurbanlarına....
Dağlar layla çalın anama
Bir garip geldi geçti dünyadan
Sahipsiz cahil kimsesiz
Soldu gitti bu cihandan
Ne bir gün yüzü gördü
Ben bilmem kendimi bulan bulsan dengini
Gönül kabesinde aşk cengini verenler gelsin
Muhammed yolunda Ali nefesinde
Hicreti hakka edenler gelsin
Kabemi yıktılar ey rabbim
Ebabillerin gönder
Yüküm çok ağır ey rabbim
Hızırın gönder
Uhud da yürüyen dağ gibiyim
Gönül mahkememde davalısın benimle
Kısmi butlanlık, kısmi alacaklıymışım
Diğer yarım sendeymiş, tamamı değilmiş
Beraat istemişsin, hakimler kabul etmemiş.
İğdamını talep ettim, hukuk kurallarına aykırı dediler
Gözlerinde tutuşunca
Kalbimde yanarım
Ruhum dökülür avuçlarıma
Sensiz bir başıma kalınca
Geldim bir kapıya burası neredir dedim
İki ruh çıktı karşıma, toprak ile ateş dediler
Gözlerimde ki yaşlar, aradığımız haktır dedi
Ruhlar, ceset ile gelenler toprak ve ateştir dedi
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!