Bir nehrin fısıldadığı şiirselliğin serenatı gibiydi,
gecemin yönünü tayin eden çağrısı.
İnandım ay ışığına inandığım kadar.
Güvendim yıldızların mavi bir gökyüzü vaatlerine güvendiğim kadar.
Puslu bir havanın adımladığı,
pusulasız içimin karanlık sokaklarında,
Eksik kalan bir şeyler olmalı
harcını kararken unuttuğumuz.
Pekiştirmek için bir tutam tuz belki.
Fazla geldi acı,
dökülmeye başladı sıvaları görkemli sevdamızın..
Tanıyamayacaktım seni neredeyse.
O kadar çok oldu mu sen gideli?
Ne de çabuk büyümüşsün.
Boyun posun, ellerin, gözlerin, yüzün.
Kocaman olmuşsun sen be hüzün.
Şöyle bir dur da doyasıya seyredeyim,
Bıktım bu elimi dilimi bağlayan huysuzluğundan.
Küsüp,
kaçasım var benden..
Diyorlar ki iç dökümü bir insanın özüdür.
Konuşunca rahatlarmış insan.
Oysa;
sabrımın koyu gölgeli gökyüzü,
içimde kopan kıyametin son sözüdür.
Bundandır,
Yalnız insanlar değil ki birbirini terk eden.
Bazen dizeler de çekip gider,
bir yanları hep eksik kalır şiirlerin.
Sen ne zaman,
yolumun üzeri uğrayayım şu şiire desen.
İki büklüm bir suskunluk açar kapıyı sana..
Işıklar içinde uyumamı istemenizi anlayabiliyorum da,
ardımda,
ışıklı, aydınlık bir gelecek bırakamadıktan sonra!..
Nasıl?
Ve;
Tanrım,
İçinizde büyüttüğünüz bir kent ve bir sevda,
Gün gelir;
birinin izi diğerinin sızısı kalır silemediğiniz.
Dilinizin ucuna kadar gelir de,
bir türlü hoşça kal diyemediğiniz..
Yokluğunda bile beni unutup da seni sahiplenen bir yalnızlık varken,
Korkarım ,kimsesiz bir ölüm de beni sahiplenecek ..
Ne çok eski, kırık dökük söz biriktirmişim içimde.
Yorgunluktan,
heveste kalmadı artık onlarla oynamaya.
Kayboldum alacakaranlık bir kırgınlığın içinde..
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!