Bir renk cümbüşüdür ebem kuşağı
Bir çeşni makamdır, dil de uşağı
Söyler Anadolu’m tiz ıslıklarda;
Rüzgar bulut taşır, rahmettir ağı…
‘Çanakkale içinde aynalı çarşı”
Bütün yüzler, kine öfkeye karşı!
253 bin,
Merhamet bayrağı dalgalanır!
O dalgalarda,
Hürriyeti koklar,
Bir tılsımlı denizde, dalgalar pupa yelken
Vücudum zerre zerre beynimden solumakta
Huzuru çimlendiren erenler bahçesi
Bütün güzellikleri zamana içirmekte…
Türk töresinde işlenmeyen suçu
Şimdi nasıl da işlerler şaşarım
Yuva yıkmaya uzanan namahrem
Eli, kesmeyen adalete şaşarım.
Oğul vereyim derken, ‘petekteki baldan’ oldu!
Aşı yapayım derken, ‘daldaki meyveden’ oldu!
İpek böceğindeki hünere özendi de;
Koza alayım derken, kendi canından oldu…
Büyük Türkçü Gaspıralı İsmail ile aynı tarihlerde dünyaya gelmiş ve aynı fikirleri bütün hayatı boyunca savunmuş bulunan, Muallim Abdullah Lütfü Hoca’nın doğumunun 152. Yıldönümünü anma vesilesiyle tarihe bir daha yolculuk ediyoruz.
1935 yılına kadar Kemaliye, 1935–1937 yılları arasında Arapkir, 1937–1954 tarihleri arasında ise Keban’a bağlı bulunan Ağın İlçesi, bugünkü sınırları ile 01.06.1954 tarih ve 6324 sayılı kanun ile ilçe ve 4 Mart 1954 gün ve 6324 sayılı kanunla ilçe statüsüne kavuşuyordu. Keban Barajı ile birlikte tarihi köprüsü ve verimli arazileri sular altında kalan Ağın İlçesi, 1974–2007 yılları arasında bu coğrafyanın dışarıya sürekli göç veren, ‘—hiç hak etmediği en mağdur İlçesi’ oluyordu.
Ağın ismi ile birlikte hiç kuşkusuz, ‘—eğitim’ akla gelecektir. Ağın’ı tarihe taşıyan ve dün ile bugün arasında köprüler kuran ‘—şahsiyetler’ akla gelecektir. Şu coğrafyada haklı olarak, ‘—bir bilgi tabanı yapan’ sağlam bir doku akla gelecektir.
Ağın ismi ile birlikte ilk hafızalarımıza, 4. Murat’ın Bağdat Seferi(1638) ve o seferle asırlarca halkımız arasında anılan. ‘—Bağdat Yolu’ geliyor. “-İptidâ Bağdat’a sefer olanda/Atladı hendeği geçti Genç Osman/Vuruldu sancaktar kaptı sancağı/İletti bedene dikti Genç Osman/Sultan Murat eydür gelsin göreyim/Nice kahramandır ben de bileyim/Vezirlik isterse üç tuğ vereyim/Kılıcından al kan saçtı Genç Osman! ” kahramanlık türküsü belki de bu seferde kendi evladını, ‘—Bağdat Kapısı’nda şehit veren Ağın’ı ve Ağınlıyı efsaneleştirir.
Ağın’ın bağrından çıkan edebiyatımızın, ‘—Destan Şairi’ Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu bu milletin tarihini duru Türkçemizle destanlaştıran bir şairimizdir. Harput Hükümdarı Belek Gazi ve Genç Osman Destanını O’nun kaleminden okuduk!
Evet, Abdullah Lütfü Hoca ise sadece döneminde yaşayan sade bir eğitimci olarak değil, ‘—bir efsane kişilik’ olarak anılıyor. 1950’li yıllarda dünyaya gelen Abdullah Lütfü; Abdülmecit (1839–1861) , Abdülaziz 1.(1861–1876) , Murat 5. (1876) , Abdulhamit 11. (1876–1909) , Mehmet V. Reşat (1909–1918) , Mehmet V1. Vahdettin (1918–1922) dönemlerini yaşıyordu.
Bir kitaptır kainat, her ayette hakikat
‘İlimsiz hayat’ islama kurulan barikat
Gönül gözü, peygamber; nuru arayan nesil
Asrımız, sana muhtaç; seninle ebed kalır
ÖFKE KIRILIR, BU ÂLEMDE!
Bir sessiz gemi
Geçer,
Bu âlemden
Dalgalar habersiz
Şairimiz Yavuz Bülent Bakiler, ‘Bizim Türkümüz’ isimli şiirinde; “—Bizim türkümüzde gurbet var artık./ Hasret var, yürek var, toprak var balam/ Gönlümüzü sımsıcak alan topraklar/ Tiyan-Şan, Kadır-Gan Dağları’na dek uzar/ Kim demiş vatanımız Edirne’den Kars’a kadar”
Bizim dilimizde, irfanımızda, tarihimizde; ‘—sömürge’ veya ‘—istila’ gibi bir kavram yoktur! .. İnsanı, ‘—eşref-ül mahlukat’ veya ‘—yaratılanların en şereflisi’ olarak gören bir ahlak vardır, bir ihlas, bir tefekkür vardır.
Bu milletin tarih boyunca, ‘—fethetmediği iklim, suyunu içtiği ve havasını solukladığı kara parçası kalmamış gibidir’ Türk gittiği yerde önce, ‘—gönülleri’ sonra da, ‘—toprağı’ fethetmiştir! .. Türk’ün adil yüzünde; ne kin vardır, ne nefret, ne gurur, ne kabaran bir öfke, ne intikam tohumları ve nede, ‘—gözyaşı ve kan lekesi’ Türk’ün hakim olduğu kara coğrafyası nasıl sürekli imar edilmişse; gönüllerde aynı şekilde şefkat ve merhamet nazarlarıyla imar ve ihya edildiğine tarihler şahadet ediyor.
“—Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz” bu coğrafya insanının, Irak’a ne kadar yakın ve bir anne şefkati kadar yürekten bağlı olduğunu anlatmaya yeter değil mi? .. “—Irak bize ırak değildir” sözü elbette, gökten zembille inmedi! .. O yakınlık, ruhumun derinliklerinde; ‘—türkülerimizle, hoyratlarımızla, manilerimizle’ yaşar! .. O sebepledir ki, ‘—kan damlayan gözyaşlarında biz varız’ bizlerden başkası değil! .. Şüphesiz ki, “—Peygamberlerin, sahabelerin, İslam alimlerinin ve evliyaların diyarı o masum topraklarda” biz olduk, bizlerin mahzun kalan gönülleri oldu! ..
Bağdat için kitaplar, romanlar yazıldı Anadolu’da! .. Musul, Kerkük,Süleymaniye için şiirler yazıldı, ağıtlar döküldü Anadolu’mda! .. O yürek parçalayan acılarla, ‘—gecenin ayaza çevirdiği soğukluk çöktü’ bütün bedenimize! .. Fatih Kısaparmak’ında dedikleri gibi, “—Savaşların yıkımlarını her zaman türküler söyler” Zalimin ahir zamana kadar, ‘—alçak yüzünü’ türkülerimiz ifşa etmiştir’..
Adam kayırma!
Bir gözü diğerinden ayırma
Ben ve ötekiler diye çağırma!
Hele düşene bağırma!
Senin de yanar bağrın
Abi nasılsın beni unuttunuzmu yeni gördüm sizi selam ve saygılar
Bildiğim kadarıyla Elazığlı bir şairimiz.Gerçekten çok kaliteli.Şiirlerinde etkilenmemek mümkün değil.