Bakışlar karanlık,
Düşler yalan,
Yüreklerde yeşermiyor duygular,
Karardı ufukların şafak vaktindeki kızıllığı,
Gece yarısı şafak vaktine dönmüyor bir türlü,
Güneş buzul çağında,
Onlar,
Tarihin kara günlerini adımlıyorlardı,
Ayakları yalın,
Üzerlerinde incecik ve yırtık giysileri
Sırtlarında top mermileri,
Yürüyorlardı tan vaktine doğru…
Ses veren yok çığlığına,
Ölü kentin çocuklarının…
Gökyüzünden indiriyor,
Tanrının lanetlediği
Namert eller ölümü,
Yedi başlı canavar gibi.
Mor dağların bozkır olmuş baharda,
Karların erimiş laller nerde...?
Pınarlar çağlardı,yağmurda karda;
Çayların kurumuş,nehirler nerde...?
Sarp kayalarına kartal konardı.
Pencerede bir kız,
Gecelerin karanlık bulutlarına işler
Düşlerini..
Gözleri gecelerin kanayan yarası…
Dökülen hüzünlü yaşları,
Karanlığa karışır.
Kaybolmuştu,
Gizemli bir yolculuğa çıktığı
Küçücük evreninin derinliklerinde.
Bir karanlık boşluktu gözleri,
Korktuğu besbelliydi;
Bakışlarının derinliğinde gizlenen
Bir başka yaşanır hasret
Gurbet akşamlarında.
Hasret türküleri,
Kara saplı bıçak gibi saplanır
Yüreğine insanın...
Karanlık aralanırken bir şafak vaktine,
Güneşi alacağım avuçlarıma.
Bitimsiz gecelerin ayazında
Topladığım yıldızları,
Taç yapacağım alnına,
Oy gülüm…
Molla Hüseyin oğlu Mehmet,
Torul’un Harıt köyündendir.
Takıroğlu Kadirle aynı emsaldir.
Asker olurlar on sekizinde.
Ve Veli oğlu Ali
Kafkasya cephesinde,
Güneşin türküsünü söyledim dağ başlarında.
Alevden örülmüş saçlarına tutundum,
Zehrini içtim zifiri karanlığın,
İçimdeki sevgiyi büyüttüm
Yarınlara koşarken…
Şairler,tarih boyunca yaşadıkları toplumun sözcüsü olmuşlardır.