söyleyecek çok şey vardı aslında
kelimelerim kekeme olmasaydı
bir zamanlar şiir yazardı kalemim
şimdi kuma uzanmış bir deniz yıldızı
güneşte nasıl parsır içi kurur
öyle işte
hatırası bile yok geçmişin ayak izinde
bir zamanlar ruhumda taşıdığım
içime sığdıramadığım o sevincin özü
hani nerede ışıldayan aramızdaki
o gümüş bağ o saten örtü
kalplerimizi
adı konmamış
bir sızıyla kanıyor damarlarım
zihnimde kapalı kapılar ve dibi delik sorular
dönüp dönüp boşa turluyorum
odamda
siyah beyaz resimlere oya gibi işlendi
tozlu yolların tutkulu sevdası ağaçlara
tutsak bir gök gibi karanlığa itildi bulutlar
günlere aylara yıllara bölünen neydi
vakitler mi
aralık sonu ocak başı yılın en cafcaflı günleri
yürüdüm tebessümü eksik vakitlerin ortasından
aklımı kurcalayan ne varsa silkeledim toprağa
eskittim sokaklarını şehrin arşınladım gürültünün
uzunca boyunu
açık pencerelerin dudağını sarmış
çiçeklerle dolu bir bahçenin mahmurluğu
uzaklar çağırıyor sesimi sesimde yüzü kırılgan serçeler
topraklı yoldur dağların ardı tozlu rüzgârların nefesinde
aşk ölümlü masaldır ağrılı bir kalbin ıslak konağında
unutursan
incecik yollara savrulur rüzgâr
sarp dağlara vurur keskin uğultu
uluyan bir kurt çığlığı gönlüm
küf tutmuş mabedinde
nasıl da ağlar aşk
zaman ölüyor ellerimde
hayır hayır zaman değil ben ölüyorum
ışık hızıyla kendimden eksiliyorum günbegün
ayaklarımdan çekilen kanın soğukluğunu
hissediyor ellerim
ölü düşlerin kesiştiği vadilerde
yıkılıyor üstüme sessiz gölgeler
şehrin yorgun kalabalığından
çekiliyor gece kuytulara
önümde meçhulün
çıplak ayak izleri
kördüğüm
bu can sıkıntısı
bildiğin gibi değil
tunçtan örülü bir yumruk
dört duvarlara kırık aynalara sor
yürek hıçkırığı akıl çarpıntısı
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!