Ey kuzu gözlü çocuk
Sana panzer
Bana anzer
Sana barut kokusu
Kün demekle olunmaz, bir anda fevkâ'l beşer
Evvelâ bilmek gerek; lâfz-ı kün ne demektir
Kul haddin' bilir ise, Hakk durmaz ona koşar
Kulluk bütün serveti, cân ile ödemektir
(Cizre/Şırnak 09.03.2006)
Sayamadım göklerdeki yıldızı
Bir biri üstüne kayan kayana
O an indi yüreğime bir sızı
Aşkolsun aşk ile yıldız sayana
Yıldızlar nereye gidiyor kayıp
Dalgındım. Sevilmediğimi düşünüyordum kimsece. Direksiyon, vites kolu, cam silecekleri... Neden ben de öylesine bir eşya değildim sanki? Yaşamak zor, çok zor geliyordu artık. Eh, yaşım da müsâitti yummaya gözlerimi. Sevilmiyordum, sevilemiyordum bir türlü. Ama biliyordum ki, ters giden her şey benim yüzümdendi. “Kopardığım çiçekler ellerimin, küstürdüğüm insanlar dillerimin eseriydi.” Yollar kavisli, yollar bozuk... Araba kullanmaktan nefret ediyordum. Hem de bu hâlde... Sevilmeden ve sevmeden, nereye, hangi sınırın hangi kapısına kadar gidebilirdim ki? Böylesine dalgın, böylesine üzgün ilerlerken, onu gördüm. O... Önce masmavi bir çift göz, sonra da altın gibi, iki belik, örülü saçlar... Eller minicik, eller tabak tutuyor... Ve o küçücük, kıpkırmızı dudakları açılıp kapanırken, içinde gene onlar kadar küçük ve kırmızı dilini görebiliyordum. “Üzüm var, incir var, hurma var.” Diyordu. Aman Allah’ım! O ne güzel bir renk silsilesi... Masmavi, sapsarı ve kıpkırmızı... Dört veya beş yaşlarında, Rabb’in o güzel eseri, minicik bir köylü kız çocuğuydu o... Aklımda, sevilmediğim hâlâ titreşip dururken, sevmediğim hissi kopuverdi birden. Bu küçük kız çocuğunu seviyor olmalıydım. Ona hayranlıkla öylece bakarken, kulakları sağır eden bir korna sesi ile irkildim. Yanımda birden bire beni sollamaya çalışan koca bir tır belirivermişti. Tırdan kurtulmak için kırılasıca ellerim direksiyonu aniden sağa kırdığında, kör olasıca gözlerim, küçük bir kızın havada iki tur dönüp yolun yanındaki ağaca vurduğunu gördü. Ve fren yaptım. Uzun bir bekleyiş, yuvalarından uğramış gözlerle gördüğüm şeyin rüyâ olması için yakarış ve idrâkten yoksun beynimin çınlamasını dinleyiş... Offf... Yıllar geçti sanki. Evet... Çarpmıştım. Yerde yatan küçük beden, az önce gördüğüm Rabb’imin güzel eseri, minik renk cümbüşüydü. Minicik ellerinde tuttuğu tabak fırlayıp kaybolmuş, tabaktan fırlayan meyveler ise tırın koca tekerlekleri arasında ezilivermişti. Ne yâni, şimdi o küçük kız bundan sonra “Üzüm, incir, hurma” diye bağıramayacak mıydı? Bakamayacak mıydı o masmavi gözleriyle, yakamayacak mıydı büyüdüğü zaman bir yiğidin yüreğini o bakışlarla? O kıpkırmızı minicik dudaklar açılmayacak mıydı yeniden? Offf... Yâ Rabbî... Ne güzel ve ne kötü bir yarım dakika yaşamıştım.
O günden sonra, o minicik renk cümbüşü, o dünyalar güzeli minik kız yaşamımın her gecesinde var oldu. Sarı saçları kırmızı, kırmızı dudakları mor ve mavi gözleri beyazdı. Ve küskün bakıyordu her gece, sanki, “Ben daha küçücüktüm ama” der gibi... O hâliyle bile güzeldi. Belki bana sapık diyeceksiniz ama, onu ölüm bile çirkinleştirememişti. Belki bu yazı ve bu şiir, kollarım deli gömleğinde geçirdiğim onlarca yıl boyunca sarf ettiğim “tek” mantıklı sözler... Bu gömlekten hiç çıkamamak, kimsesiz kalmak ve en kötüsü sandığım sevilmemek bile, “onun beni affedip affetmediğini bilememek”ten daha acı gelmedi bana.
Söyle ey Rabb’in güzel eseri, söyle ey rengârenk çiçek, söyle ey hayatımda gözlerimin gördüğü en güzel gözlü minik kız... Affettiğini söyle...
Aklım bastı ana dedim
Anam öldü öksüz kaldım
Gönlüm aşktan yana dedim
Aşıklardan nasip aldım
Dilim dönmez gayrı söze
Gözlerime ne bir tufan
Ne bir aşkın hüznü vurur
Ey gönül sürdüğün sefâ
Nihâyet dünyada durur
Sanırsın gün, yıl ve asır
Bir ağacta eylediler takılı
Bu etekler ölüm diyor gel Kervan
Avuçlarım çivilerle çakılı
Bu etekler zulüm diyor gel Kervan
Şol dağlardan nefse yardım gelirken
Hasretliğimi yüzüme vurdu gene gökyüzü
Yalnızlığımla alay etti
Güneşi istedim ondan, vermedi
Yayladım geceler diyârına bakmadan ardıma
Anamı bile unutmuşum yalnızlığımda
Hangi yüzle getirirdim ki onu
Kerbelâ
Gönlümün buzunu erittin
Kerbelâ
Vefâsız dalları kuruttun
Kerbelâ
Beni yalın ayak yürüttün
Ağlıyorum yaş var iki gözümde
Yakarışlar eksik olmaz sözümde
Filizlenmez hak tohumu özümde
Duâ yaman, gönül yaman, dil yaman
Nerdesin ey 'şâh-ı dilan' dar zaman
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!