Görünmez ilmeklerle örülmüş boğazın karanlık köşeleri.
Vicdanın dört ayağı zamanın bir yakasında…
bakıyorum tarihten de eller kapatmış mavilikleri,
Kötülüğün, ceset kokularıyla somutlaşıyor adeta bulutlara,
Bitmedi,
bitmeyecek değil mi?
Gün geçtikçe artan
Bir türlü adını koyamadığım Heyelanlar var ruhumda,
Ama her yerini kaplayan,
içimin kulaklarını sağır edecek desibelde gürültülü
Nasıl biriktim sana bu denli dünya?
Ne yapmalı ki
papatyalar çiğnenmeden eriştirmeli bahara
Vaveylası göğü inletse soluk soluğa serçenin
Göğün kaşları çatılır mı?
görse ağlayan bebekleri
Yıkasa toprağı annelerin tuzlu yağmurları
Evden mezarlara gömülü çocuklar
Kadınlar…
Ahmet’ler güvende değiller
Necla teyzeler de öyle…
Evden mezarlara gömülü akıllar
Korku hükümdarı tutmuş köşebaşını
Gelin, tarih yazalım
Harfleri altın, adı özgürlük olsun.
Yoksunluklarımızı ısıtıp avuçlarımızda,
Göğe mavi bir güneş yakalım.
Karanlığın gölgesi düşse bile üstüne,
Masumiyet karinesi gözlerinde saklıydı, Dikendi gül üstünde ve çok haklıydı.
Bir dokunsa güle, bin ah ederdi bülbüle,
Sevemezdi haliyle hiç kimseler!
Sayarlardı tufeyliden, bi hayli sivri diye!
Bizatihi güldür oluşunun sebebi
Gül’ün güzelliğini korumak idi görevi,
Beklenen gül bahçesinin istikbali mevhum.
Hatta! Bu gidişat;
kaktüs bahçesinden de mahrum. Zavallı hayaller, ayaklara karışmış, per, perişan,
Arılar, ne kadar mahzun, sinekler uçuşurken fütursuzca etrafta, çelikten perdelerle nasıl da mahsun.
Sarı Glayörler fışkırıyor göğsünden,
Sen ki, mavinin gölgesinden nemalanan tohum.
Hüzün gülleri saklı bilenmiş dişlerinin arasında…
Bundan mı yüzlere yansıyan kusmuklu gülüşlerin?
Kadranında seni peşleyen sahte bir
yel, kovan.!!
Cuma neydi sahi?
İnsandı, iliğiyle kemiğiyle baştan aşağı.
Sevgiydi, kelebeğin nahifliği kadar yumuşacık.
Ey insanoğlu sana yazıklar olsun
Ne gök, ne deniz doğurdun
Ne rayihasıyla yoğruldun
Ne toprakta doğruldun
Ne kadar da dar oldun
Dar ı dünyadan…
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!