Kırandağ’a köz koydum kır yanından ağlasın
Ilgın hasadına dek yüz vermesin imbata
Reçine bağlasın yaralarına yanıklarına çiy damla
Bu sabah, Urla- İskele gezegeninde Su Ürünleri Fakültesi’nin karşısındaki, limana çıkan dar sokağın hemen girişinde bir çalıkuşunun (Berber Kemal’in dediğince ormancık kuşunun) avucuma konacağını nerden bilebilirdim!
Oldu işte. Hem de ne olma! Ayaklarımın uzak simit kokulu bir güzergahtaki mümkün olduğunca usul seyrinin, çalıkuşunun kalender seyirliğince kesilmesi ne denli rastlantıysa da uçma taklidi yapan sevimli küçüğün, araba camlarında anca 50-60 santim rakımlı slalom denemesinin hiç de öyle bir havası yoktu doğrusu.Bu; hesaplı, sinüs ve kosinüsüne dek özenle hazırlanmış bir, camdan avuca ters taklaydı sanki! Başarısı, tekniğinin özgünlüğündendi tabii ki.
Avucunuza çakılıveren o “güçlü pençelere” yenilmeyecek simit yolu, börek- poğaça kolu olabilir miydi! Hangi savunma bu çalıma stoper gönderebilir, hangi racon bu façayı bozabilirdi! Hepi topu 8-9 santimlik, ben diyeyim 50, siz deyin 60 gramlık bir devasa! düşüşten Tanrı sizi korusundu! Belki bir santim’in bile acıcık uçlarından aldıran o sipsivri ve kunduz karası gaga da yok mu! Hele hele bir tükenmez kalemin boş vakitlerinde öylemesine dokunup döşediği, o, pehlivan boyunlu! kafanın her iki yanına yapıştırıverdiği iki karamuk göz, hançeri keskin nazar mı takardı.
dağımın en güzel gülleriydi
az ömürlü mayıs çiçekleri
gözümün gölgesi yetmedi bedenlerine
bir sabah apansız 'güneşe gömüldüler'
solgun suretlerinden önce
beş yıldızlı vitrinlere asıldı yaftaları
Akdikenin karası
Küldü bana orası
Günlerden akdiken
Vakitlerden Uzunkuyu
Akşam alacasıydı yolunay vardı
yüzüne yakıştırmış bir Aksaray gizlisi
sen ey gülme güzeli!
dolaşır yaprak hışırtılarını usul
selviler boyu.
soylu bir ece tarihini uzatmış
saçları diye
ana
küresel bir mesel anlat bana
altında yer yağı
üstünde gök uçağı olmasın
içinde
ille de çöl kumundan harımlar
Umudumun arka sokağında oturursunuz bilirim
Birkaç kez çaldım kapınızı yoktunuz
Ben hep yüze yüze yürürüm yolları zaten
Hem derimi sınarım böyle hem içerimi
Vardığımda ya bir çocuk bekliyordur beni
gülücüğü benekli
oturdu sokağa yüzükoyun
ondan önce bebesi
anladım emzirmesi gelmiş
berikinde boş ağız
yok bi ötesi
soğuk sıvışıp gidiyor
kapıları yoncaladık
pencereler süsenli
deniz kestanesi değil bu
Urla efsanesi
yeşil mavi sürünüp imbata çıkıyoruz
Urla’ dan bir uçak yaptım
kanatları al
vahaliyi önüne katmış
habire kırbaçlıyor
adamın boyu uzun
eyeri kısa
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!